Tahir esasen bir romancı/edebiyatçı olmaktan ziyade bir siyasi ideologdur. Başka deyişle romancılığı, didaktik siyasi kişiliğinin gölgesindedir. Ancak bunu doğrudan kendi yapmaz, tarih tezlerini roman karakterlerine verdirdiği siyasi vaazlar üzerinden açınlar.

Kemal Tahir'in hayaleti

Geçen hafta 28 Temmuz tarihli yazımın sonunda, izleyen yazımda yani 2 Ağustos tarihli Birgün Pazar'da Kemal Tahir konusuna değineceğimi söylemiştim. CHP'nin "ikinci yüzyıl bildirgesi" ve "yeni devletçilik" eleştirisinden yer kalmadı, giremedim. Bu arada aynı ekte değerli Güray Öz bu konuya değindi. Sevgili Barış Doster de 1 Ağustos'ta Cumhuriyet'te yazdı. Birdenbire bu K. Tahir ilgisinin doğmasının nedeni, CHP liderinin, eksenine "devletçiliği" aldığı makalesinde (Cumhuriyet Gaz. 19 Temmuz 2020) K. Tahir'e ve "Devlet Ana" romanına gönderme yaparak yazıya başlamasıydı. Cumhuriyet Gazetesi de, birinci sayfadan iri puntolarla gördüğü bu yazıyı "Devlet Ana vakti" manşetiyle duyurmaktaydı.

Aslında CHP'de bu K. Tahir ilgisi yeni değildir. Bülent Ecevit, siyasette yıldızının parladığı 1960'lı yıllardan itibaren K.Tahir'in siyasi/tarihî savlarına ilgi duymuştur. Bu ilginin, gene K. Tahir'in etkilerini alan İdris Küçükömer'in bakış açılarının etkisiyle daha da arttığı söylenebilir. Ecevit'in CHP'nin kuruluş dönemiyle ilgili bazı hesaplaşmalar içine girmesi, kendini/siyasetini "buyurgan", "ceberrut" devlet tipinin karşı kutbuna yerleştirmeye özen göstermesi bunun uzantısındadır.

***

K. Marx, bir üretim tarzı olarak tanımlamakta güçlük çektiği, içini dolduramadığı, dolayısıyla ham bıraktığı Asya Üretim Tarzı'nı (AÜT), "Doğu despotizmi" gibi üstyapı kurumlarına başvurarak anlaşılır kılmaya çalışmıştı. Ancak yetersizliklerini aşamadığı bu girişimini olgun dönemlerinde sürdürmemişti (Bkz. O. Oyan, Feodalizmden Kapitalizme, Osmanlı'dan Türkiye'ye, Yordam yn. 2016). Bununla birlikte, AÜT üzerinde tartışmalar 1950 sonrasındaki 30 yılda dünyada epey canlılık kazanmıştır. Türkiye'de bu tartışmalar K. Tahir'in etkisiyle 1960'ların ikinci yarısında yaygınlaşmıştır. K. Tahir, Marx'tan işine yarayan "Doğu despotizmi" gibi kavramları alarak Osmanlı'ya ve sonrasında erken Cumhuriyet dönemine oldukça serbest bir biçimde uygulamaya çalışmıştır. "Oldukça serbest bir biçimde" olmasının nedeni, düşüncelerini bir bilimsel makale titizliği içinde vazetmekten ziyade (muhtemelen bu kulvara giremeyeceğinden), romanları ve roman karakterleri üzerinden ve dönemin aydınlarını doğrudan etkilemek üzerinden yaymaya çalışmıştır.

Türkiye'de AÜT'ü Osmanlı'ya uygulayarak belirli bir kuramsal/pratik çerçeve kazandırma çabasının ilk temsilcisi olan Sencer Divitçioğlu da bunu açıkça söyler: "Benim Asya Üretim Tarzı'na yönelmemi, hatta konuyu fark etmemi sağlayan Kemal Tahir'di. Ben Asya Üretim Tarzı'nın ilk çalışmasını 1966'da yaptım. Benden önce de bunu yazan çizen olmadığına göre, ben de konuyu ondan duyduğuma göre, bu konuda harekete geçilmesini sağlayan Kemal Tahir'dir" (İ. Ekinci, H. Güldağ, yayına hazırlayanlar, Sencer Divitçioğlu Anlatıyor, Yapı Kredi Yayınları, 2012, s. 86-90).

Kuşkusuz K. Tahir'den etkilenen siyasetçi ve aydınlar burada saydıklarımızla sınırlı değildir. Burada ilginç olan, bir edebiyatçının romanları üzerinden bunca siyasi etkiye sahip olabilecek bir ortamı/bir ideolojik vakumu hazır bulabilmiş olmasıdır. Bunun arkasındaki nedenlerden biri 1960'lara kadar marksist eserlerin Türkiye'de basılamamış olması ve 1980'lere kadar da önemli tarih eserlerinin Türkçeye kazandırılmamış olmasıdır. Bir diğer nedeni ise, kendi tarihçilerimizin Osmanlı toplumunu "kendine benzer/kendine özgü" (=sui generis) türünden bir tanım dışında algılamak istememeleri olmuştur.  Çünkü bizim büyük tarihçilerimiz Osmanlı Devleti'ni feodal olamayacak kadar "gelişmiş" görmeye meyletmişler ve feodalizmi de sadece toprak soyluları arasındaki tâbiyet ilişkilerine indirgemişlerdir. Böylece K. Tahirler için çok mümbit bir ortam yaratılmıştır.

K. Tahir esasen bir romancı/edebiyatçı olmaktan ziyade bir siyasi ideologdur. Başka deyişle romancılığı, didaktik siyasi kişiliğinin gölgesindedir. Ancak bunu doğrudan kendi yapmaz, tarih tezlerini roman karakterlerine verdirdiği siyasi vaazlar üzerinden açınlar. Bazen bir kurumu (örneğin Köy Enstitülerini) eleştirmek için yazar (Bozkırdaki Çekirdek romanı) bazen belirli siyasi kişilikleri veya siyasi olguları/hareketleri kendine göre yermek için. Önemli tarihi çarpıtmalara yol açmış olmak ve bir dönemin aydın ve okurlarının kafalarını önemli ölçüde karıştırmış olmak bakımından oynadığı rolü olumlu kabul etmemiz mümkün değildir.

***

Dolayısıyla, CHP liderliğinin Parti'nin devletçilik ilkesinin içini boşaltmak için yeniden K. Tahir'e başvuruyor olmasını -her ne kadar bunda bir ayrıntıya girilmemiş olsa da- hayırhah bir gelişme olarak göremiyoruz. Esasen CHP liderinin "sosyal devlet devletçiliği" ile K. Tahir'in savlarının dolaysız bir ilişkisini kurmak zordur. Kurabilmek için, kavramın tersinden bakmak gerekir: K. Tahir için CHP devletçiliği, özellikle tek parti dönemi bakımından, ekonomi alanıyla da sınırlı olmamak üzere, buyurgan/üstten bakan bir "ceberrut" devletçiliktir. CHP, kendi devletçilik ilke ve tarihi pratiğinin içini boşaltırken Kemal Tahir'e gönderme yaparak, şimdiki devletçiliğinin sosyal ve halkçı özellikleri bakımından "müdahaleci devletçilikle" ilgisinin olmadığını ima etmiş olmaktadır. Bunun için gene Ecevit yardıma çağrılmaktadır: Ecevit'in 1961 sonunda, YÖN Dergisi'ni çıkaranların çıkış bildirgesine yönelttiği eleştirileri içeren mektubundan şu pasajlar aktarılmaktadır: "...Önemli olan devlet işletmeciliğine her türlü özel teşebbüs imkânını köstekleyici ve teşebbüs ruhunu baltalayıcı avantajlar sağlamak değildir; önemli olan, devlet işletmeciliğine teşebbüs ruhunu, özel teşebbüse de devlet işletmeciliğinin toplumsal sorumluluğunu kazandırmaktadır" (Cumhuriyet Gazetesi, 19 Temmuz 2020). Burjuvazinin kaygılarını gidermek çabası sanki hiç bitmeyecektir!

Bununla da sınırlı değil. Bugünkü CHP yönetimi, Ecevit ile birlikte CHP'ye nüfuz etmiş bulunan K. Tahir etkisini adeta yeniden canlandırmak isterken öyle ayrıntılı bir felsefi tartışma açarak değil (bunu bir ölçüde Ecevit yapmıştı), şu kaygılardan hareket ediyor: Güncel CHP'yi yeniden biçimlendirirken Cumhuriyet'in kuruluş dönemindeki tarihsel köklerinin "aşırı" veya "devri geçmiş" bulduğu kimi ilke ve uygulamalarından arındırmak, dolayısıyla bu alanda tartışma veya geçmişini savunma mecburiyetinde kalmadan sağ partilerle ittifaklarını geliştirmek istiyor. Zaten "sosyal devlet devletçiliği" gibi türlü çeşit düzen siyasetinin benimseyebileceği içeriksiz bir kavram öneriyor olduktan sonra böyle bir savunmacı pozisyon hâlâ gerekli miydi sorusu elbette sorulabilir.

Ancak bize göre her şey 37. Kurultay'a endeksli değildi. CHP'nin mevcut siyasi/ideolojik konumlanmasının yeni bir Programa ihtiyacı var. Bu Programda "devletçilik" ilkesinin alacağı şekil şimdiden belirginleşti. Onun kadar önemli mesele yürürlükteki 2008 Programındaki "laiklik" ilkesinin değiştirilmesi olacaktır. Mevcut Programda (s.15-16) bu ilkenin çerçevesi çizilirken, "Devletin ve kurumlarının, toplumun, hukukun ve eğitimin laik olması, asla ödün vermeyeceğimiz temel kuraldır" denilmektedir. Gerçekten öyle mi?