Mustafa Türkeş kapitalist-emperyalist düzenin nasıl çatırdadığını yazdı.

Düzenin çarkı aşınıyor!

Kurulu kapitalist-emperyalist düzenin mimarisi çatırdamaya devam ediyor. Daha da ilginç olanı, bu düzenin kuruluş ve işleyişinde liderlik rolü oynayan aktörlerin başında gelen ABD yönetimi, bu düzenin yapıtaşlarıyla oynuyor.

Geçen hafta silahların kontrolü ve silahsızlanma mimarisinin çökertildiğine dikkat çekmiştim, benzer durumun uluslararası ticari ilişkilerde de gözlenebildiğini söylemek mümkün. Örneğin ABD yönetimi kapitalist-emperyalist sistemin önemli kurumlarından Dünya Ticaret Örgütü’nün kendi çıkarına hizmet etmediğini söylerken Rusya ve Çin bu kurumu ayakta tutmaya çalışıyorlar. Trump yönetimi Obama yönetiminin iteklediği uluslararası ticaret antlaşması TPP’den çekildi, TTIP’i sürüncemede bırakırken kapitalist-emperyalist düzenin bölgesel savunucuları TPP’nin ömrünü uzatmaya çalıştılar. Bugünlerde bu tür ticaret antlaşmaları sürdürülebilir olmaktan çıktı. Yeni antlaşmaların yapılması için eskiler yapısızlaştırılıyor.

Trump işbaşına geldiğinden beri ABD’de yerleşik düzenin egemenleri arasında güç mücadelesi hızlandı. ABD yerleşik düzeninde Demokrat Parti’ye yakın liberal enternasyonalistler ile Cumhuriyetçi Parti’ye yakın muhafazakarlar arasında bugüne kadar uluslararası ticaret konusunda birbirine yakın görüşler savunulurdu. Sermayenin iki fraksiyonu, bazı kısa dönemlerde izolasyoncu politikaya yönelseler de uzun dönemde hepsi uluslararası ticaretin serbest piyasa kurallarına uygun, açık kapı siyasetini savunageldiler. Trump yönetimi bu ana ekseni ortadan kaldırmayı hedeflememekle birlikte, kurulu kapitalist-emperyalist düzenin sürdürülmesinde seleflerinden (Cumhuriyetçi Parti’den seçilen başkanlar dahil) kısmen farklı bir stratejiyi benimsedi.

Trump, ABD’nin çıkarlarını önceleyen bir strateji izlediğini iddia ediyor. Trump yönetimi elbette uluslararası kapitalist-emperyalist düzeni sürdürmek istiyor, fakat kendi istediği biçime sokarak bunu yapmak istiyor. Açıkça söylenmelidir ki, Trump yönetimi kapitalist-emperyalist düzeni yok etmek üzere hamleler yapmıyor, aksine onu kendi istediği biçime sokarak yeniden üretmek istiyor.

Bu süreçte Trump yönetimi ABD’deki sermayenin farklı kanatlarıyla mücadeleye girmekle kalmadı, aynı zamanda, Çin’i başat rakip olarak görüp, Çin’in iktisadi büyümesinin önüne geçebilmek için Soğuk Savaş bakiyesi müttefiklerini Çin’e karşı pozisyon almaya sevk ediyor, hatta buna zorluyor. Müttefiklerinin bazıları bunu fırsata çevirmeye çalışıyorlar. Bu da Trump yönetimini daha da hırçınlaştırıyor. Düzen partilerinin hiç biri kapitalist-emperyalist sistemi sorgulamıyor, yalnızca fırsat çıkacağı ümidine kapılıyorlar ve kendi halklarını da fırsat ümidi ile oyalıyorlar.

Bugün kapitalist-emperyalist düzen hem uluslararası düzlemde hem de ulusal düzlemde iki çelişkiyle aynı anda ve giderek artan oranda karşı karşıya kaldı. Uluslararası düzlemde kapitalist sermaye birikimine ucuz emek gücüyle büyük katkı sağlayan Çin, bugün uluslararası ticarette önemli pay sahibi olması Batılı sermaye ortaklarında endişeye yol açıyor ve giderek artan hızla Çin şeytanlaştırılıyor. Kapitalist sisteme hayat öpücüğü vermeye devam eden Çin’in büyümesinin yavaşlatılması isteniyor. Çin kontrol altında tutulduğu sürece ABD öncülüğünde kapitalist-emperyalist hiyerarşik düzenin yeniden üretilebileceği zannediliyor.

Çin’in iktisadi büyüme hızının yavaşlatılması için Trump yönetimi, ABD kökenli Çin’de yatırım yapan sermayeye, yatırımlarını Çin’den ABD’ye taşımalarını, eğer bu mümkün olmazsa, en azından, Hindistan’a veya ABD’nin eski yeni müttefik ülkelerine taşımalarını ısrarla vurguluyor. Bu doğrultuda teşvikleri cömertçe sunmak istiyor. ABD yönetimi, müttefiklerini benzer tavır almaya zorlayan bir politika izliyor. Bazıları, örneğin Japonya, buna uygun politikayı vakit kaybetmeden benimsedi. Almanya yönetimi temkinli ve daha dikkatli olmayı tercih ediyor. Rusya yönetimi durumdan çok hoşnut; herkes birbiriyle kavgalı. ABD yönetimi Çin’e karşı Rusya’nın desteğini alamasa bile, Rusya’nın Çin’in yanında yer almasını önlemek için gerekirse Rusya’ya önemli ödünler vermeye hazır kıvamında. 

Ne var ki, herkes birbiriyle kavgalı, düzenin çarkları aşınmış durumda.

Uluslararası kapitalist-emperyalist düzen içinde yaşanan gerginliklerin nereye evirileceğini, Batılı sermayenin tavrının ne olacağını, Çin’in nasıl bir tepki vereceğini ve uluslararası ticaret kurallarının bundan sonra nasıl biçimleneceğini tahmin etmek kolay değil, ancak en azından şunu söylemek mümkün, düzenin çarkı arızalı. 

Kapitalist-emperyalist düzenin egemenleri son otuz yıldır kendi aralarındaki çelişkileri hafifletecek kabul görmüş bir formül üretemedi, aksine sermayeler arası gerginlikler artmaktadır. 

Çelişkinin ikinci boyutu sermayenin işçi sınıfına yönelik politikasında net olarak görülmektedir. Covid19 pandemi sürecinde bu durum daha da kristalleşti ve ABD’de son günlerde yaşanan protestolar bunun göstergesidir. Pandemi sürecinde emekçilerin geliri azalır, hatta bazılarının geliri sıfırlanırken, sermayenin aldığı payın artması ve ilk yüzde bire giren sermayenin varlığını katlamış olması elbette yoksulları tepki koymaya sevk etti. ABD’de yaşananlar sadece siyah bir yurttaşın bir polis tarafından hunharca öldürülmesi ve bu duruma diğer polislerin seyirci kalması, yani yalnızca gayrı insani bir durum ile sınırlı değildir. Protestoları tetikleyen faktörün öfke birikimi olduğu bilinmektedir. Kendi halkına basit bir sağlık hizmetini dahi sunmayan iktidarlara karşı veya iktidarı temsilen zor kullanan polisin ölümcül müdahalelerine set çeken bir politikanın halen benimsenmemiş olması elbette kitleleri iktidar karşıtı tepkiye sevk etmektedir. Önemli olan bu tepkinin siyasal hedefidir.

Geçmiş örneklerinde görüldüğü üzere kurulu kapitalist-emperyalist düzene karşı sınıfsal pozisyon almayan ve kurulu düzene karşı alternatif sistem önerisiyle yola çıkmayan hiç bir protesto bu güne kadar başarılı olmamıştır. ABD de yaşananların geleceği bu sorunun sınıfsal boyutu ile ilişkilendirilmesine bağlıdır.

Uluslararası kapitalist-emperyalist düzenin çarkının arızalandığı, bu durumun çok daha vahim sonuçlar yaratacağı gerçeği karşısında bu sistemin alternatifini hayata geçirmenin elzem olduğu açıkça görülmektedir.