'Eğer bu ülkenin tiyatro yaratıcıları dünden bugüne Anayasa'da bile meslek tanımı olmadan yaşayıp ürettiysek, onlarca yıldır bağrılan bir yasa düzenlemesini her şeye rağmen yaptıramadıysak, aynaya bakacağız.'

Diren Tiyatro…

Slogan eskidir, 2013 Haziran direnişinde yer gök bununla inlerdi ama çok daha eskidir.

O günler her şey için ‘diren’ diye bağrılıyordu ve bunun toplumsal bir karşılığı da vardı.

Bazıları için alay konusu oldu. Gazetelerinin köşelerinden, TV ekranlarından saldıran aymazların haddi hesabı yoktu.

Ama galiba bu sloganın tam da şimdi hayatta karşılığını aramak için, daha çok dayanışmanın örgütlenmesi ve slogan olmaktan çıkarılıp hayatla buluşturulması zamanı.

Eğer bunu kotaramaz alanda yaşadığımız büyük yıkımı insanlığımızla paylaşarak derdimizi anlatamazsak, tarihimizin en büyük yalnızlığına doğru savrulmamak için neden kalmaz.

Tiyatromuz Yaşasın’ diye ortaya çıkışımızın ardından 2.haftaya doğru yol alıyoruz.

2 bin imza 30 bine ulaştı, arkadaşlarımın dillendirdiği gibi bu sayı 50 bine de ve bence çok daha fazlasına da ulaşır.

Bu ülke her anlamıyla öyle kolay teslim alınacak bir ülke değildir.

İnsanımızın çok az ancak çok değerli bir bölümü, tiyatro alanında neler üretildiğini, hangi koşullarda bu üretimlerin gerçekleştirilip kendilerine ulaştırıldığını biliyorlar.

Sorun bir türlü örgütleyemediğimiz seyircilerimizde değil, burada sorun önümüze her tür duvarı ören sistemin karşısında suskunlaşan bizlerde.

Dünya örneklemelerini anlatarak şu ülke şöyle bu ülke böyle demenin bile anlamsızlaştığı bir durum bu.

Hepimiz bu ülkedeki milyonlarca insandan daha çok, örgütlü olanın hep kazandığını, örgütsüz olanın ise hazan yaprakları gibi savrulup, yağmur sularına kavuşarak yok olup gittiğini biliyoruz.

Eğer bu ülkenin tiyatro yaratıcıları dünden bugüne Anayasa'da bile meslek tanımı olmadan yaşayıp ürettiysek, onlarca yıldır bağırılan bir yasa düzenlemesini her şeye rağmen yaptıramadıysak, aynaya bakacağız.

Öyle uzak değil yakın tarihlerde yapılan kurultay-çalıştay adlı buluşmalarda ortaya çıkması için çabaladığımız ve sonuç bildirilerinin tamamına yansıyan bu talebin siyasal arenada karşılığını aramadık.

Götürüp o parlamento denen yerdeki hanımlara, beylere teslim edip köşemize çekildik.

Düzen siyasetinden yasayı çıkarmalarını umduk.

Evet öyle oldu yalnızca güvendik ve umduk!

Sonuç ise ortada.

2007-2008 sezonuydu Özerk Sanat Konseyi adlı günler süren ve tüm sanat alanlarının, akademisyenlerin, hukukçuların katıldığı tartışmalar gerçekleştirdik, veriler sonunda bir kitapçığa kavuştu.

Bu arada o tartışmalara dudak büküp katılmayan ‘oradan bir şey çıkmaz’ deyip demeçler veren onlarca ‘tiyatrocu’ biliyorum.

O çalışma, dünya örneklemelerinin tamamının tartışıldığı ve ülkemiz koşullarının filan değil dünya ölçeğinin göz önünde tutularak sonuca ulaştırılan bir çalışmaydı.

Avrupa merkezli onlarca sanat örgütlerinin yapılanmaları ve anayasalarındaki sanat alanlarıyla ilgili yasa maddeleri, ülkemizdeki tüm yapılaşmalar, ilk birlikteliğimiz olan TİSEN örgütlenmesi (Tiyatro İşçileri Sendikası) bile masaya yatırıldı.

Çalışmaların temel sloganı ise, tüm sanat alanlarına ‘acil örgütlenme’ çağrısıydı.

Her ‘tiyatrocu’ bir yerinden çekti ama bu çalışmayı doğru değerlendiren müzisyenler, haklarının takipçisi oldular ve kısmi de olsa bir bölümünü alma yöntemini becerebildiler.

Demem şu ki; eğer ülkemizde hala ve inatla “özel tiyatro” yapmak için direnen bir insanlık olacaksa, bir yasa çıkartmadan atılacak her adımın sonu bu günlerden beter olur.

Madem krizler, savaşlar, depremler, virüs belaları bile fırsata çevriliyor alın size bir tersine çevirme yöntemi için öneri.

Talepler sıralı biçimde orada dursun ve koparmak için gereğini yapalım, bir ‘iyileştirme beklentisi’ umudum sıfır olmasına karşın, belki bazı yerel yönetimlerin kısmi destekleri olabilir ve borç batağında perdeleri açmaya yeltenebiliriz, bu bile en iyi olasılıkla önümüzdeki sezonun sonu olur.

Bizler asıl meselemizi sistemle hesaplaşma boyutunda masaya yatırıp, yasanın çıkması için kavga verelim ve kendi büyük örgütümüzü seyircilerimizle birlikte yaratalım.

Bunun tersi köleliktir.

Hem tiyatro sahipleri hem oyuncuları hem tüm yaratıcıları hem ardımızdan gelen ışıl ışıl genç kardeşlerimiz ve seyircilerimiz için öyledir.

O meydanlara çıkıldığında ya da başımız sıkıştığında havaya savurduğumuz, “Kurtuluş Yok Tek Başına Ya Hep Beraber Ya Hiç Birimiz” sloganını yeniden düşünmek ise bir dilek olarak burada dursun.

Diren tiyatro diren ki tiyatromuz yaşasın.

[email protected]