Bütün siyasi kurumlar ilgili dönemin ruhuyla beraber anılıyor. Yüz yıl önce bugün açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi, hâlâ doğal olarak Kurtuluş Savaşı ve ardından cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte hatırlanıyor. Bugünkü meclis ise, o kuruluşun tasfiyesiyle…

23 Nisan 2020: Kuruluşundan 100 yıl sonra bugün meclis

Bütün siyasi kurumlar ilgili dönemin ruhuyla beraber anılıyor. Yüz yıl önce bugün açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi, hâlâ doğal olarak Kurtuluş Savaşı ve ardından cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte hatırlanıyor. Bugünkü meclis ise, o kuruluşun tasfiyesiyle…

1923 Cumhuriyeti’nin yıkılışı ona can veren kurumların da ölümüydü. Meclis bu bağlamda ilk sayılması gereken yer oldu. Türkiye’de parlamento çevresindeki herkesi öldürürken kendisini de öldürecek bir işlev üstlendi. Bunu da başarıyla yerine getirdi.

Yıllarca meclisin hantal yapısından şikayet eden, yasamanın kendi hızlarına yetişemediğinden dert yanan sermayedarların istediği olmuştu.

Meclis hep onlara çalışıyordu ama zaman zaman toplumsal dinamikler kendisine o mekanda bir karşılık bulabiliyordu. Hâlâ ve ne yazık ki sıklıkla bağlamından kopartılarak anlatılan meclisteki Türkiye İşçi Partisi muhalefeti bunun bir örneğiydi mesela. Soldan yana yükselen sınıf mücadeleleri mecliste de kendisini göstermişti. On yıl sonra neredeyse bir iç savaş şiddetinde yürüyen mücadele ise mecliste aynı şekilde somutlanmayacaktı.

Ancak sermaye için sorun hiçbir zaman yalnızca işçi sınıfının meclisteki temsiliyeti olmadı. Zaten Türkiye yakın tarihinde bunun başka bir örneği de görülmedi. Mesele çoğu zaman ya sermayenin farklı unsurları arasındaki mücadele ya da sermayenin daha uzun vadeli çıkarlarını temsil eden bir akılla, hemen o anda her şeyi isteyen açgözlülüğün arasındaki çatışmaydı. Sermayenin aklı karıştığında veya toplumsal dinamikler nedeniyle ülkeyi yönetmek zorlaştığında ya da kriz koşulları ağırlaştığında meclis çözücü değil işleri daha da karmaşıklaştırıp yavaşlatan bir işlev üstlenebiliyordu. Sonu gelmez anlaşmazlıklar, doldurulamayan koltuklar, atanamayan makamlar, işleri bir türlü toparlayamayan koalisyonlar…

Meclisin nasıl oluştuğunun bir sorun olduğu düşünülünce 12 Eylül darbesinin ardından seçim sistemi değiştirilerek bunun üstesinden gelinmeye çalışıldı. Güçlü hükümetler kurarak yasamayı hızlandırmak bir çözüm gibi görüldü. Ama kesin çözümün bu olmadığı, Türkiye 90’larla beraber tekrar bir krizin içine yuvarlandığında anlaşıldı. O tür bir mühendislik tutmamış, koalisyonlarla birlikte yavaşlama geri dönmüştü.

İlk prova 2000’li yılların başında Kemal Derviş’in öncülüğünde yasamanın pek çok görevinin bağımsız kurullara kaydırılmasıyla yapıldı. Ama 12 Eylül’ün başlattığı dönüşümün nihayete erdirilmesinin gerekliliği çoktan anlaşılmıştı. 2002’de AKP bu işi bitirmek için göreve geldi ve başkanlık sistemine giden büyük dönüşüm başladı.

Türkiye’de başkanlık sistemine geçişin pek de zor olmamasının nedeni elbette patronların bu doğrultudaki iradesiydi. Ama AKP de bu süreci iyi yönetti.

Mecliste mutlak çoğunluğu elinde tuttuğu yıllar boyunca AKP milletvekili profili, siyaset yapma anlayışı ve meclisi çalıştırma şekliyle adeta bu iş için yaratılmış bir parti olduğunu defalarca ispatladı. AKP, toplum nezdinde meclisi bitirirken kendi açısından gayet başarılıydı.

Elbette AKP’den önce de meclis halkın gözünde yıpranmış bir kurumdu. Ama 1920’den kalan bir saygınlığı ve yeri yine de vardı. AKP, meclisteki muhalefetin de olağanüstü desteğiyle o saygınlıktan geriye ne kaldıysa tarihe gömdü. 2002 ile başkanlık referandumu arasındaki meclisin yasama performansı ve milletvekillerinin toplum önündeki duruşları, AKP’si ve muhalefetiyle bu açıdan gerçekten ibretlikti.

Referandumda tartışılan Erdoğan’ın bizzat kendisiydi ve meclisin neredeyse sembolik bir kuruma dönüşüyor olmasını kimse doğru dürüst tartışmadı bile. Çünkü toplumun geneli, meclisin ya zaten öyle bir yer olduğunu ve adının konulmasında bir sakınca olmadığını, ya da hiçbir iş yapmayan, sadece kendi çıkarını düşünen vekillerin varlığında öyle değilse bile tam da o şekilde bir kuruma dönüştürülmesi gerektiğini düşünüyordu.

Cumhurbaşkanlığı sistemine geçtikten sonra da AKP bu algıdan yararlanmayı ihmal etmedi. Öyle bir an geldi ki, örneğin termik santraller hakkındaki düzenlemenin veto edilmesinde olduğu gibi, meclisin rezilliklerini Erdoğan temizliyor izlenimi bile verildi.

Meclisin artık Türkiye siyasal sisteminde bir işlevi yok. Meclis muhalefeti de tüm bağırış çağırışa rağmen bu dönüşümle mutlak bir uyum içinde hareket ediyor. Tezkere oylamalarında olduğu gibi zor anlarında AKP’yi yalnız bırakmıyor ve meclisi cumhurbaşkanının istediği doğrultuda çalıştırıyor. Ya da infaz düzenlemesinde yaşandığı gibi karşı çıktığı bir tasarı için oy vermeye gitmeye bile tenezzül etmiyor.

Bu acayipliğe dair yapılan iktidarın çoğunlukta olduğu bir mecliste tasarının zaten kabul edileceği açıklaması ise belki de her şeyi anlatıyor: Sistem içindeki muhalefet rolünü bile oynamaktan uzak duran bir acizlik bu. Meclisin işlevsizliğiyle birleştiğinde sistemin devamlılığı için ikiyüzlülüğe, kandırmacaya dahi ihtiyaç duyulmayan çırılçıplak bir rezillik…

Dün 150 yıl önceki doğumgünü vesilesiyle anılan Lenin, parlamento için ahır benzetmesini yaparken, bu kurumların patronların istediği gibi at oynattığı bir yer olduğunu anlatmaya çalışıyordu.

Türkiye’de devir değişti ve ülkede çoğu zaman Lenin’in bahsettiği bir ahıra bile ihtiyaç yok artık.
Patronlar yine istedikleri gibi at oynatıyorlar elbette. Yalnızca virüs salgını sırasında Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle yapılan düzenlemeleri, sarayda başlayıp sarayda biten işleri, bu zor günlerde istisnasız her şeyin işçilerin aleyhine geliştiğini hatırlamak yeterli. İhtiyaç olduğunda her türlü yasal kılıfın hazırlanacağı bir ahır da el altında mevcut nasıl olsa.

Bu meclis bitti artık. Bu meclise dair yapılan tartışmalar da, yine seçim geldiğinde bu meclisi ve işlevlerini içeriden değiştirmek için ortaya atılacak her türlü öneri de saçma ve hiç gerçekçi değil.

100 yıl önce 1920’de saltanata ve hilafete karşı yeni, yepyeni bir iş yapmak gerçekçiydi ve ilk bakışta zor görülse de, öyle bir gerçekçilikle başarı geldi. Bu düzeni baştan aşağı değiştirmek, var olan kurumlarına karşı bayrak açmak ve yeni, yepyeni bir düzende devrimci, halktan yana bir meclis kurmak… Bugün de ilk bakışta kimine imkansız gibi gelse dahi, tıpkı bir asır önce olduğu gibi tek gerçekçi çözüm bu.