Türkiye Barış Komitesi'nden 1 Eylül açıklaması: Barış için, sosyalizme ihtiyacımız var

Türkiye Barış Komitesi, 1 Eylül Dünya Barış Günü dolayısıyla bir açıklamada bulundu. Açıklamada, 'Emperyalizme karşı, barış için, sosyalizme ihtiyacımız var' denildi.

Haber Merkezi

Türkiye Barış Komitesi, 1 Eylül Dünya Barış Günü dolayısıyla bir açıklama yaptı.

Emperyalizme karşı, barış için sosyalizme ihtiyaç olduğu vurgulanan açıklamada, "2018 yılının 1 Eylül Dünya Barış Günü’nü de gerek ülkemizde, gerek dünyamızda barıştan uzak bir şekilde karşılıyoruz. Dünyanın çeşitli noktalarındaki savaşlar ve küresel çapta giderek yoğunlaşan savaş ortamı, barışı savunmayı son derece zor ve bir o kadar da gerekli kılıyor" denildi.

Türkiye Barış Komitesi'nin açıklamasının tam metni şöyle:

2018 yılının 1 Eylül Dünya Barış Günü’nü de gerek ülkemizde, gerek dünyamızda barıştan uzak bir şekilde karşılıyoruz. Dünyanın çeşitli noktalarındaki savaşlar ve küresel çapta giderek yoğunlaşan savaş ortamı, barışı savunmayı son derece zor ve bir o kadar da gerekli kılıyor.

Ortadoğu, uzun yıllardır savrulduğu savaş ortamından sıyrılamıyor. Suriye’de emperyalizmin müdahalesi ile 2011’de başlayan gerici saldırıların yarattığı savaş ortamı, Suriye halkının lehine gelişmelerle belli bir sona doğru yönelmiş durumda. Başta IŞİD olmak üzere gerici çeteler henüz tam anlamıyla yenilgiye uğratılamamış olsa da, ülkenin belli bölümlerine sıkışmış durumdalar. Emperyalist güçlerin kozları olmanın ötesine geçecek bir konumda değiller. Batılı emperyalist güçler son günlerde, daha önce birkaç kez yaşandığı türden bir kimyasal saldırı provokasyonu yaratma ve bunu bahane ederek Suriye ordusuna saldırma peşinde. Bu tablo, emperyalizmin ve pek çok dış gücün Suriye’ye müdahil olmasının, bu ülkede barışa ulaşmayı zorlaştırdığını gösteriyor. 

Irak’ta IŞİD’İn geriletilmesi, Irak halkının nefes almasını sağladı; ancak Suriye’de olduğu gibi, ülkenin dinamikleri, tam bir barış ortamı sağlanmasını henüz olanaksız kılıyor. Tersine Irak, barış umudunun emperyalizme teslim edilmesinin en trajik sonuçlarını sergilemeye devam ediyor.

Bölgenin kanayan yarası Filistin’de ise, ne yazık ki alışılagelen tablo varlığını sürdürüyor. Filistin halkının haklı ve meşru talepleri İsrail hükümeti tarafından görmezden gelindiği gibi, ABD yönetiminin desteği ile İsrail’in gerici girişimlerinde bir yoğunlaşma var. ABD’nin elçiliğini Kudüs’e taşıma kararı, bu açıdan önemli bir dönüm noktası anlamına geldi. Filistin topraklarında İsrail yerleşimleri genişlemeye devam ederken, Gazze’ye yönelik saldırganlık arttı. İsrail’in saldırganlığı yanında, gerici Hamas da barışın önündeki engellerden biridir.

Ortadoğu’nun bir diğer sıcak bölgesi Yemen. Ülke içindeki siyasi çatışma ortamına müdahale etmek amacıyla Suudi Arabistan’ın uzun zaman önce başlattığı saldırılar Yemen halkını baskı altında tutmaya devam ediyor. Saldırılar son dönemde özellikle çocukları da hedef almaya başlamış durumda. Suudi Arabistan’ın saldırganlığı ve bu ülkeyi destekleyenler, saldırganlığı görmezden gelenler şiddetle kınanmalıdır.

Ortadoğu coğrafyası, dünya genelinde yaşanan güç mücadelesini tam anlamıyla yansıtıyor. Özellikle Suriye, bu açıdan bir tür merkez konumunda. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından uzun bir süre büyük bir güç olmaktan uzak kalan Rusya, ekonomik kısıtlarına karşın son dönemde bu açıdan öne çıkmayı başarmış durumda. Ve bunu da büyük ölçüde Suriye’ye yaptığı müdahale ve bunu eksene alarak yürüttüğü dış politikaya borçlu.

Rusya’nın Suriye denklemine dahil olması bu ülkedeki savaşın seyrini değiştirdi. Sonrasında İran da bu sürece katıldı. Öte yandan, Rusya’nın emperyalist bir ülke olarak müdahale ettiği bu süreç, kendisinin emperyalist piramitteki konumunu önemli ölçüde güçlendirdi. Akdeniz’de kalıcı bir konum elde eden Rusya, daha da ileri giderek bu avantajı, emperyalizmin iç çelişkilerini değerlendirmek amacıyla kullandı. Rusya’nın Türkiye'ye yönelik politikaları da ülkemizde faşizme destek olmakta.

Emperyalizmin bir süredir içinde bulunduğu kriz, bu çelişkileri hem artırmış hem de iyice görünür kılmış durumda. ABD’nin emperyalist hiyerarşinin en tepesindeki konumu değişmemekle birlikte, özellikle Obama döneminde bu konumda epeyce sarsılma yaşandı.  Krizin sonuçlarından biri olarak şekillenen mevcut ABD yönetimi, bu sarsıntıların etkilerini gidermek için saldırgan politikalar uygulamaya başladı. Özellikle ticaret alanındaki saldırgan politikalar, sadece rakip olarak görülen Rusya ve Çin’i hedef almakla kalmadı, başta Almanya olmak üzere Avrupalı müttefikler de hedef tahtasına kondu.

Bu gerilimler ortaya, kimin kiminle müttefik, kimin kiminle düşman olduğunu zaman zaman flulaştıran bir tablo çıkardı. Bu tablo, kapitalist rekabet ve onun savaş üretme dinamiğinden başka bir anlama gelmemektedir.

Dünyanın en büyük ikinci ekonomisine ve en yüksek nüfusuna sahip olan Çin de uluslararası siyaset alanına giderek daha fazla ağırlık koymaya başladı. Başta Afrika olmak üzere dünyanın çeşitli bölgelerine hem sermaye ihraç etmesi hem de askeri varlığını artırma girişimleri, Çin’i bir büyük güç konumuna getirdi. Bugün açıkça ifade edilmelidir ki Çin güçlü bir kapitalist ülke olarak kapitalist sistem içi rekabetin parçasıdır.

AKP hükümeti de bu tabloda kendisine yer açmak için ilkesiz ve pragmatik politikalar izlemeye devam ediyor. Suriye’deki savaş ortamına ABD öncülüğündeki emperyalist güçlerin bir bileşeni olarak dahil olmaya dayanan saldırgan Suriye politikasının iflas etmesinin ardından arayışlarından vazgeçmeyen AKP, ortaya çıkan güçler korelasyonunda daha mütevazı ancak yine de denkleme bir şekilde dahil olmayı gözeten bir konuma çekildi. Öte yandan, geri çekilmek zorunda kalan Türkiye, Suriye’de birikmiş olan risklerden kurtulmuyor; tam tersine, karşı karşıya kalınan risk artıyor. Halen Suriye’nin birkaç bölgesinde TSK varlığı devam ediyor ve kimi gerici unsurlarla ortak hareket ediliyor. Hükümet, başta Rusya ve İran olmak üzere ikili ilişkileri geliştirerek, ABD ile zaman zaman gerilimler yaşamayı göze alıyor.

Türkiye ile ABD arasında yaşanan gerilim, gerçek unsurlar barındırmaktadır. Öte yandan, ülkemizin, on yıllardır işbaşında olan hükümetlerin sürdürdüğü politikalar nedeniyle Batı emperyalizmine, ekonomik, siyasi ve askeri olarak bağımlı olduğu da bir gerçektir. Dolayısıyla, bu gerilimin etkileri, ülkemizin gerçek anlamda emperyalizmden bağımsızlığını amaçlayan bir politika güdülmediği takdirde, yıkıcı olacaktır. AKP hükümetinin ya da günümüzdeki alternatiflerinin, böyle bir politika gütmesi olasılığı ise sıfırdır.

Dünya genelinde yaşanan ve bazı çevrelerce çok kutupluluk olarak anılıp olumlu addedilen bu ortam, savaş ortamından uzaklaşmayı sağlamıyor. Yine bazı çevreler, günümüz ortamını ABD ile SSCB arasında 20. yüzyılda yaşanmış olan gerilime benzetiyorlar. Bu bağlamda, ABD’nin karşısında konum alınması ve bir tür çok kutupluluğun belirmesi, emperyalizmin güç kaybetmesi bakımından olumlu olarak karşılanıyor. Ve böylece son derece vahim bir hata yapılmış oluyor. Zira bu yaklaşımda göz ardı edilen ve günümüzdeki savaş ortamını temelden belirleyen son derece önemli bir olgu var: SSCB sosyalist bir ülkeydi ve temelinde emperyalizme karşı gerçek barışı savunuyor ve bunun için mücadele ediyordu. Günümüzde dünyada bir sosyalist kamp bulunmuyor. Tam da bu nedenle kapitalist büyük güçler arasındaki gerilimler, barış olasılığını güçlendirmenin tam tersine, savaşın güncel somut nedenlerini barındırıyor. Zira bu büyük güçlerin hiçbiri, gerçek barışa ulaşmayı hedeflemiyorlar.

Bu tabloda, insanlık, yaraları uzun yıllar boyunca sarılamayacak olan bir yıkımla karşı karşıya kalmaya doğru yol alıyor. Ve tam da bu nedenle, barışı savunmak, sosyalizm için mücadele etmekle aynı zeminde yer alıyor. İnsanların barış içinde yaşadığı bir dünya, insanın insanı sömürmediği bir dünya olabilir ancak.

Bu nedenle, bir kez daha vurgulamak gerekiyor: Emperyalizme karşı, barış için, sosyalizme ihtiyacımız var.

Barış için:

  • TSK’ya bağlı yurtdışındaki askeri unsurlar ülkeye dönmelidir.
  • TSK’nın Suriye’de gerici çetelerle işbirliğine son verilmelidir.
  • Filistin meselesinde göstermelik İsrail karşıtlığı yerine, başta Filistin’in BM’ye tam üyeliği talebi olmak üzere Filistin halkının yararına politikalar hayata geçirilmelidir.
  • Suudi Arabistan’ın Yemen’deki saldırganlığına son vermek için gerekli uluslararası adımlar atılmalıdır. Bu ülkede ateşkes ilan edilmelidir.
  • Suriye’deki bütün yabancı güçlerin, bu ülkeye müdahalesi son bulmalı, Suriye halkı kendi kaderini tayin etmelidir.
  • Türkiye’yi yıllardır boyunduruk altında tutan bütün emperyalist bağımlılık ilişkilerine derhal son verilmelidir. Tabi olunan emperyalist anlaşmalar iptal edilmelidir. Emperyalist bir savaş örgütü olan NATO'nun dağıtılması zorunludur. Türkiye’nin NATO üyeliğine ise derhal son verilmelidir. Ülkemizdeki yabancı üsler kapatılmalıdır.