Türkiye Barış Komitesi: Kapitalizm dünyamızı felakete sürüklüyor

1 Eylül Dünya Barış Günü nedeniyle bir açıklama yayımlayan Türkiye Barış Komitesi, gerici iktidar ve cihatçı ortaklarından bölge halklarına olumlu yansıyacak bir şey çıkmasının mümkün olmadığını söyledi. Açıklamada, insanlığın, barışa ulaşmanın da ötesinde yok olmamak için önündeki tek seçeneğin kapitalist düzeni alaşağı etmek olduğu vurgulandı.

soL - Haber Merkezi

Türkiye Barış Komitesi, 1 Eylül Dünya Barış Günü nedeniyle bir açıklama yayımladı.

Silahsızlanmaya ihtiyaç olduğunun vurgulandığı açıklamada, insanlığın, barışa ulaşmanın da ötesinde yok olmamak için önündeki tek seçeneğin kapitalist düzeni alaşağı etmek olduğu belirtildi.

Türkiye Barış Komitesi'nin "Kapitalizm Dünyamızı felakete sürüklüyor" başlıklı açıklaması şöyle:

"Bir başka Dünya Barış Günü'nü kutladığımız bugün, bir sosyalist sistemin yokluğunda dünyanın sürüklenmekte olduğu felaket, kendisini giderek daha fazla hissettiriyor.

Emperyalizm, uzun bir süredir kendi içerisinde önemli sorunlar yaşıyor. Bir yandan, en önemli özelliği olan saldırganlığı sürdürüyor. Suriye, Venezuela, Küba, İran gibi bir dizi ülke bu saldırganlığın doğrudan hedefi olmaya devam ediyor. Öte yandan, emperyalist ülkelerin kendi aralarındaki sorunlar giderek derinleşiyor ve emperyalizmin bir sistem olarak alışılagelmiş işleyişinde değişiklikler baş gösteriyor. Bu tabloda ABD, geleneksel üstün güç konumunu sürdürmekte zorlanıyor. On yıllarca ABD ile birlikte hareket eden Almanya gibi bazı güçler, kendilerine daha özerk alanlar açıyorlar. Emperyalist hiyerarşinin daha alt basamaklarında yer alan Türkiye, Hindistan gibi bazı ülkeler de emperyalizmin yaşadığı çelişkilerden yararlanarak bu tür özerk alanları kendileri için açmayı deniyorlar.

Öte yandan Çin ve Rusya, ABD ve genel ifadesiyle Batı Emperyalizmi için başat rakipler olarak güçleniyorlar.

Bu ortamda, dünyanın çeşitli bölgelerinde tekil savaşlar devam ediyor. Suriye, Yemen, Libya en sıcak çatışma alanları durumunda. Filistin sorunu, çözümsüz biçimde devam ediyor. Asya kıtasının tam ortasındaki Keşmir, yeni bir sıcak çatışma bölgesi olmaya aday. İran ve Venezuela, emperyalizmin hedef tahtasında yer alırken, bu ülkeler de sıcak çatışma tehdidi altında bulunuyor. İslamcı gericilik, özellikle bazı Batı Afrika ülkelerinde çok kan dökülmesine kaynaklık ediyor.

Silahlanmaya değil silahsızlanmaya ihtiyaç var.

Dünya genelinde silahlanma hızı büyük boyutlara ulaşmış durumda. Çok sayıda ülke silahlanmaya giderek daha fazla bütçe ayırırken, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu bazı ülkeler silah üretiminde daha ön sırlara ilerliyor.

ABD’nin Orta Menzilli Nükleer Güçler Anlaşması’ndan (INF) çekilmesi, silahlanma açısından önemli bir eşiği ifade ediyor. Bu anlaşmanın yürürlükten kalkması ve başka bazı anlaşmaların tehdit altında olması, silahlanmanın önünün açılması anlamına geliyor. Nitekim INF’nin sonlanmasıyla birlikte yeni füze denemeleri artmış durumda. Nükleer silahlanma insanlığı tehdit ederken, Keşmir sorunu üzerinden Hindistan ve Pakistan arasında yaşanan gerginliğin, bir nükleer savaşın her iki ülkenin liderleri tarafından telaffuz edilmesine kadar varan bir tehlikeyi yarattığını görüyoruz.

Uzay bir pazar değildir.

Dünyanın tehdit atında olması yetmiyormuş gibi, emperyalizm gözünü uzaya çevirmiş durumda. ABD, Rusya, Çin gibi başat güçlerin dışında çok sayıda ülke de uzay çalışmalarına hız veriyor. Uzayın silahlandırılması olasılığı güçlenirken, kapitalizm daha da ileri gitme eğilimi gösteriyor. Emperyalist sermaye yakın gezegenlerdeki, aydaki ya da asteroidlerdeki maden kaynaklarının sömürülmesini hedefleyen çalışmalar yürütüyor.

Doğayı özelleştirmek yok etmektir.

Öte yandan dünyadaki kaynaklar sermayenin hırsına kurban gitmeye devam ediyor. Dünyanın her yerinde madencilik başta olmak üzere tekeller doğal kaynakları insanlığın yararına değil, kâr etme güdüsüyle daha fazla sömürmeye çalışıyor. Bu sömürüden ülkemiz de payını alıyor. Kaz Dağları gibi örnekler çoğalırken, hem ülkemizde hem de dünyadaki yangınlar, adeta dünyanın gittiği tehlikeli noktayı gösteriyor.

Göçmenler rehine değil insandır.

Bu koşullarda, Afrika, Asya ve Latin Amerikalı yoksullar kendilerine yeni yaşam olanakları aramaya çalışırken büyük bir insanlık trajedisi sergileniyor. Milyonlarca insan başka ülkelere göç ederken bunların bir bölümü, yaşamlarından oluyor.

Ülkemiz de göç sorununun tam ortasında yer alıyor. Yüz binlerce insanın yaşamı, uluslararası siyasette koz olarak kullanılıyor. Son günlerde Türkiye’den batıya göçün ivmelenmesinin nedeni, göçmenlerin siyasal araç olarak görülmesidir. Göçmenlere bütün hukuki hakları verilmelidir.

Gerici iktidar çözüm değil bataklık üretiyor.

Önemli sorunların odağında yer alan ülkemizdeki ortam da barışa ne kadar uzak olduğumuzu açıkça gösteriyor. Suriye meselesinde yıllardır sürdürülen yıkıcı politika, yeni boyutlar kazanıyor. Türkiye’de siyasi iktidar Suriye politikasını cihatçı çetelerle birlikte yürüttü. Gerici iktidar ve cihatçı ortaklarından bölge halklarına olumlu yansıyacak bir şey çıkması mümkün değildir. Gericilik ve emperyalizm Suriye’den elini çekmelidir.

Türkiye’nin artık hem iç hem de dış sorunu haline gelmiş olan Kürt meselesi de benzer yaklaşımlardan payını alıyor. Bu meselede de gelinen nokta, bugüne dek sergilenen yaklaşımların ülkemizde ve komşu ülkelerde yaşayan halkları barışa kavuşturmasının mümkün olmadığını açıkça gözler önüne seriyor.

On yıllardır önemini koruyan Kıbrıs ya da artık daha genel ifadesiyle Doğu Akdeniz meselesi de sıcak çatışmalara kaynaklık edebilecek boyutlara varmış durumda. Emperyalizmin doğrudan müdahalesi ile çetrefilleşen durum, gerek Türkiye’nin gerekse bölgedeki diğer ülkelerin emperyalist tekellerin ötesinde bir çözüm görmemeleri nedeniyle giderek tehlikeli bir hal alıyor ve bölge halklarının yararına hiçbir girişim gözlenmiyor. Bu meselenin de sergilenmekte olan yaklaşımlarla çözülemeyeceği açıkça görülüyor.

Bu karanlık tabloya direnmeye çalışan insanlık, kapitalizmin acımasız yüzünü daha iyi görüyor. Gerek ülkemizde gerekse dünyanın diğer bölgelerinde halkın iradesi hiçe sayılıyor, kentler, ormanlar, denizler, bütün doğal kaynaklar sömürüye açılıyor.

Bu tablonun insanlığı barıştan her geçen gün daha da uzaklaştırdığı ortada. Gerçek ve kalıcı barışa ulaşmanın, sömürü düzeni ortadan kalkmadan mümkün olmadığı her olayla kendisini bir kez daha gösteriyor.

İnsanlığın, barışa ulaşmanın da ötesinde yok olmamak için önünde tek bir seçeneği bulunuyor: Kapitalist düzeni alaşağı etmek ve insanın insanı sömürmediği, doğanın sömürülmediği ve kaynakların insanlığın yararına kullanıldığı bir düzeni, yani sosyalizmi kurmak."