Rıza bu düzenin kutsalıdır

Ama görüyorsunuz, Manukyan da Reza da sözkonusu olduğunda “nasıl kazandığı ayrı”, “vergi vermesi” ayrı denemiyor. “Siyasi hayatımızın” en ilkesiz adamı olan Kurtulmuş, “vergi yoluyla kutsal” olması gereken Reza’nın yanında olmaktan hicap duyabiliyor. Çünkü Kurtulmuş gibiler hep “ahlakçılık” oynarlar.

Mustafa K. Erdemol

İslamcı/muhafazakar ikiyüzlülüğün hanesine bir madde daha eklenmiş oldu böylelikle. Bilenler için de hiç şaşırtıcı olmadı tabii. Bir kez daha anlaşılmıştır ki Reza Zarrab, bu düzenin de, bu iktidarın da kutsallarındandır. Her ne kadar vergi ödemediği iddia edilse de sonuçta o bir “vergi mükellefi” olarak bu aşşağılık kapitalist düzen tarafından “kutsal” görünenlerdendir.

Çünkü sermaye düzeni, koruyup, kolladığı üzerine titrediği sermayedardan vergi alabilmek için “vergilendirilmiş kazanç kutsaldır” gibi bir vecize uydurmuştur. Emekçiden kolayca aldığı vergiyi aynı kolaylıkla alamadığı sermaye kodamanına yöneliktir bu vecize. Çünkü emekçi, mutlaka kendisini frenleyecek, isyanını durduracak başka “kutsal”larla çevrilmiştir çoktan. “Azıyla yetinmek”, “tevekkül”, “nasip” gibi kutsala ait kavramlarla zaten eli kolu bağlanmış durumdadır. Vergi ödesin diye kendisi için uydurulmuş özel bir vecize de yoktur ayrıca. Sıkıysa ödemesin.

Dolayısıyla, nasıl ya da hangi yöntemle yapıldığına bakmadan gerçekleşen ticaretin vergisini kutsal sayan bir sistemde Reza'lar, lütfedip vergi ödediklerinde, “evliya sayılırlar haliyle. Bu düzene “Sermaye Düzeni” diyorlarsa, bir bildiği var diyenlerin.

Yanlış biliyor da olabilirim ama benim bildiğim, batı ülkelerinde, en azından İngiltere'de, vergi şampiyonları diye bir liste yoktur. Kimin şampiyon olduğuyla ilgilenilmez buralarda. Vergisini verip vermediğine bakarlar sadece. Ama “En Zenginler Listesi” diye bir liste vardır, her yıl da açıklanır. Bu aynı zamanda o listede yer alanların vergi mükellefi olduklarının da ilanıdır. Guinness'in 90 yaşındaki patronunu vergi kaçırdı diye içeriye tıkan İngiliz hükümeti, zenginliği teşvik eden, ama vergisini de koparan bir sistemin temsilcisi.

Bizde ise manzara vahim. Her yıl “vergi şampiyonu”nu açıklayarak, vergi ödemeyi sermayedarlar arası yarışa çevirmiş sistemin akıl hocaları. Reza işte bu yarışın ipini bu yıl göğüsleyenlerden. Vergi ödeyerek, kazancını “kutsala” dönüştürdüğünü de öğrenmiş oluyoruz böylelikle. Haliyle bu durumdan egemenlerin, egemen sözcülerinin, sermaye yalakalarının, iktidar kuyrukçularının yakınmaması lazım. “Vergilendirilmiş kazanç kutsal”sa, vergilendirildiğine bakıp, o “kazanç”ın nasıl elde edildiğine aldırmayacaksınız. Mantık bunu gerektirir.

Ama muhafazakar ikiyüzlülüğün son dönemlerdeki en “parlak” figürlerinden Numan Kurtulmuş, durumdan pek muzdarip. Plaketi verirken Reza ile fotoğraflanmasına pek içerlemiş. “Bilseydim, o karede yer almazdım” demesi, artık inandırıcılığı kalmamış bir “muhafazakar saflık” palavrası tabii. Başbakan Yardımcısı gibi bir sıfatı da olan Kurtulmuş, herşeyden bihaber biri durumunda demek ki.

Kamusal bir sorun olan “ahlaksızlık”ın, mali bir olgu olan vergi mükellefliğiyle “teknik” olarak bir bağı yok tabii. Bu durumda, yolsuzluk yapan birine de pekala ödül verilebilir. Sistem işin bu tarafına bakar. Reza Zarrab gibi, evet hakkında bir mahkumiyet olmasa da, yapıp ettikleri konusunda ciddi kuşkular olan, devlet/hükümet yetkilileriyle içiçeliği yüzünden kamuoyunda bir çok kişinin “eşitlik” duygusuna inancını iyice zedeleyen birine plaket verilirken, toplumum ahlaki kodlarına uygunluk aranamaz mıydı? Geçmişte, “ahlak delisi” islamcılar, muhazakarlar, o “teknik” bağın olmadığını bildikleri halde genelev işletmecisi, “ahlaksız” Matild Manukyan'a vergi şampiyonu ödülü verildiğinde yapmışlardı bunu. Oysa “ahlaksız” Manukyan, o ödülü sadece yasal bir genelev işvereni olduğundan değil, onu da kapsayan diğer sektörlerdeki işlerininin ödediği vergisinden ötürü hak kazanmıştı.

Ama görüyorsunuz, Manukyan da Reza da sözkonusu olduğunda “nasıl kazandığı ayrı”, “vergi vermesi” ayrı denemiyor. “Siyasi hayatımızın” en ilkesiz adamı olan Kurtulmuş, “vergi yoluyla kutsal” olması gereken Reza’nın yanında olmaktan hicap duyabiliyor. Çünkü Kurtulmuş gibiler hep “ahlakçılık” oynarlar. Kurtulmuş'un “üzüldüm” çıkışı, gazoz karşılığı bilyesini verdiği arkadaşından o gazozu alamayan çocuk masumiyeti gibi duruyor ama, beyefendinin çizdiği manzara pek bir iki yüzlüce. En azından Reza olayında kurallarını uygulamadığı anlaşılan “ahlak” sığınıyor yine.

Ahlak her zaman dincinin en berbat silahı olmuştur. “Yolsuzluk, hırsızlık değildir” diyecek kadar kavramlar arasındaki “teknik” ayrıma hassasiyet(!) gösteren “fıkıh otoritesi” Hayrettin Karaman gibiler her iki kavramın da özünde “ahlaksızlık” olduğuna aldırmazlar. Eğer içinde “kadın” yoksa yolsuzluk da hırsızlık da ahlaksızlık değildir bunlar için. Sadece “yolsuzluktur”, “hırsızlıktır” o kadar. Numan Kurtulmuş bu Fıkıh”ın çocuğudur.

Oysa Reza'nın vergisini ödemiş bir işadamı olarak plaketle ödüllendirilmesi “meşru” değildir ama sistemin mantığı açısından “doğru”dur. Bu tür ödüllendirmeler, sadece vergi ödemeyi özendirmekle kalmaz, kazancın geliş yollarının sorgulanması konusunda da ahlaksızın elini kolunu serbest bırakır. Vergilendirilmesi koşuluyla her işi yapmak mümkün bu sistemde. Kılıfına uydurulsa, paravan şirketlerini değil, doğrudan mafyayı da vergiye bağlaması şaşırtıcı olmaz sermaye düzeninin. Kanada bu konuda beklentileri aştı bile. Mafyayı vergiye bağlayamadı tabii ama Sicilya mafyasının Montreal lideri Nicolo Rizutto’ya 2007 yılında 381 bin dolar vergi iadesi ödedi. Rizutto’nun yasal şirketlerinin aynı tarihte Kanada maliyesine olan borcu ise 1.5 milyon dolardan fazlaydı. Kanada hükümetinin, “Rizutto'nun kim olduğundan haberim olsaydı, vergi iadesini ödemezdim” diyen Numan Kurtuluş'u kimdi, bilmek isterdim.

Kamu vicdanını (her ne kadar olduğuna hiç bir zaman inanmasam da, var deniyor madem) inciten, yoksulun, emekçinin zor yaşamlarının karşısında rahatsız edici olan herşeyi temsil eden Reza Türkiye'de yaşamakta çok haklı. Amerika'da yaşasaydı bu kadar rahat davranamazdı. ABD'ye övgü düzdüğüm yok elbette, sadece sistemin kendi çıkarı için nasıl “ahlaklı” ülke pozuna bürünebildiğine örnek olsun diye ABD dedim. 1920'lerde, her türlü kötülük sanki kendisinden kaynaklanmıyormuş gibi, tüm toplumsal kargaşayı, “ahlaksızlığı” içkiye bağlamıştı Amerikan sermaye rejimi. O nedenle, malum, bir içki yasağı uygulamaya koydular. Daha doğrusu ABD Anayasası'na ekledikleri 18.maddeyle tüketim için alkol ürünlerinin satışını, üretimini, sevkiyatını yasakladılar. Dönemin en ünlü gangsteri Al Capone bu dönemde içki satışından milyonlar kazandı. Asla suçüstü yakalanamayan Al Capone'u, ancak 1931 yılında “vergi kaçakçılığı” ile suçlayarak hapse tıkabildiler. Reza Zarrab'a ödül kazandıran vergi, Al Capone'u içeri tıktı.

Ama Reza'ya bu asla yapılmaz elbette. O AKP'nin temsil ettiği sermaye düzeninin has “evladı”dır. Reza sistemin “kutsalı”dır. Kutsal olmasa “önüne yatarım” der miydi bakanlar?