Özgecan, Nuh ve kağıttan maske

Çok mu karanlık, yıldık mı, onlar mı kazanıyor? Bir tarafıyla böyle hissetmek için çok neden var. Diğer tarafıyla ise hayır, kaybediyorlar. Bu nedenle bu kadar sinirli ve vahşiler. Türkiye artık 3. sayfa olaylarında bile iktidarın hedef alındığı bir ülkedir ve politikleşmeyen pek az suç kalmıştır ülkemizde.

Osmanlı padişahları eski kıyafetlerini vezirlerine verirlermiş; böylece hem vezirin o büyük gücü ensesinde hisssetmesi sağlanır, hem de iktidara ortak olduğu, onu temsil ettiği düşüncesi uyandırılırmış. Pek akıllıca… Ulu, yüce, erişilmez ve kudretli olandan bir parça taşımanın, o gücün bir parçası haline gelme ya da öyle hissetmenin bir yolu olduğu biliniyor.

Bu sabah gördüm, nerede ve ne zaman yapıldığı belli olmayan, öneminin de olmadığı, bir AKP toplantısında çekilmiş. Toplantıya katılanlar, AKP’liler yani, Erdoğan maskelerini takmış, öylece oturmuş dinliyorlar… Neredeyse hepsinin yüzünde kağıttan yapılmış bir Erdoğan maskesi var. Gudubet suretlerdeki tek canlılık belirtisi hapsedilmiş izlenimi yaratan gözler.

Bu iki hadise, tarih tekerrür falan gibi şeyleri akıllara getiriyor mu? Eğer öyleyse bile Türkiye’de kaç kişinin diktatörlük ya da sultanlığa heveslendiği, hangisinin trajedi hangisinin komediye benzediği tartışılır elbette. Eski kıyafet ve kağıttan maske benzerliğini düşününce Erdoğan’ın artık bayat bir Levent Kırca skeci kadar bile tat vermediğini düşündüm. Suratlarını ve kişiliklerini kaybetmiş, tüm benlik ve temsiliyetini ancak bir diktatöre teslim ederek var olabileceğinin sanan bir ebleh toplamdır artık karşımızdaki.

Erdoğan liderliğindeki AKP bir toplumsal dönüşüm hayaliydi. Davutoğlu’nun okumuş terminolojisiyle bir büyük restorasyon hamlesiydi onlarınkisi… Bu nedenle de herhangi bir hükümet gibi olmadılar. Restorasyon, yüz yıllık parantezi kapatmak, özüne döndürmek, her ne derlerse desinler, bize göre gericileşme, yozlaşma, piyasa diktatörlüğü… Hareketin lideri Erdoğan, her toplumsal kesime müdahale edip dönüştürme, hepsine dair bir söz söyleme, zorunluluğunda hissediyordu kendisini. Kimseyi rahat bırakmıyor, kendisi dışında bir yaşam alanı tanımıyordu; Kadınlar, çocuklar, öğrenciler, esnaf… Razı olanlar şimdi o maskeyle geziyorlar.

Tam da bu nedenle bundan böyle ilgili ilgisiz her yolun sonu iktidara çıkmaktadır. Burjuvazi için ne büyük handikap. Sermaye düzeni böyle bir politikleşmeyi taşıyamaz. Onun 300 yıllık mahareti kendisini bir sis perdesinin arkasına gizleyebilmesindedir çünkü.

Özgecan’ı kaybedeli daha bir hafta olmamışken, dün bir gazeteci kardeşimizi kaybettik, Kadıköy’de kar topu oynarken…

Özgecan, daha yirmisinde bir genç kız. Niye bu kadar tartışıldı Özgecan? Öldürülme şeklindeki vahşetin boyutu muydu onu Türkiye’ye mal eden, sokaklarda eylemlere neden olan. Hayır, değil. İnsanlar siyasi bir hedef görmedikleri sürece sokağa çıkmazlar, ne kadar sinirlenseler de, öfkelenseler de bu böyle. Özgecan için sokaklara döküldük, çünkü katili biliyorduk. Katilin yüzünde de o kağıttan maske vardı. İktidara geldiğinden beri kadını aşağılayanların elden ele gezdirdikleri maske.

Dün Nuh Köklü’yü kaybettik, son sözlerinin “ne olur bu bir rüya olsun” olduğunu söylüyor arkadaşları. Kadıköy’de öldürüldü Nuh, yok yere. Kadıköy’de bir esnaf, neden öldürür kar topu oynayan birisini, neden bu kadar sinirlenmiş olabilir? Vitrinine kar topu gelmiş, geçiniz efendim… İçinde çok büyük bir öfkenin birikmiş olması gerekiyor bir cinnet anı için bile. Kadıköy aydınlık insanların yoğun yaşadığı bir yer, Nuh’un öldürüldüğü Yel Değirmeni tarafı ise son yıllarda popülerleşen, AKP tabanını oluşturan esnafla; öğrenci, gazeteci, sanatçı ama illaki AKP karşıtı insanların içiçe yaşadığı bir bölge. O esnafın da yüzünde görüyoruz aynı meymenetsiz kağıttan maskeyi. Maskenin altından bakan gözlerinden okunuyor aklından geçenler; otuzunu aşmış bir adam, uzun saçlı, gecenin bir vakti kızlı erkekli kartopu oynuyor… Uzaktan uzağa ne kadar bilenmişti demekki bu yanı başındaki yabancılara, kesin Gezi’ye de katılmıştır! Hem esnaf değil miydi gerektiğinde Alperen olacak olan, mahallenin abisi görevini taşıyan… Nuh’un grev önlüğü taşıyan fotoğraflarını görünce tablo tamamlanmadı mı sizin gözünüzde de, solcuymuş.

Biz Özgecan’ı aklımızdan çıkaramamışken, dün Nuh’u kaybettik, aynı saatlerde ise Meclis’te yüzlerinde o maskeyi taşıyan AKP’li vekiller muhalefet milletvekillerini çekiçle döverek faşizmin yasasını geçirmeye çalışıyorlardı. Birisi utanmadan yazmış sosyal medyada, “Orak çekiçbaşa iş de açıyormuş”

Şimdi bir soluk alalım…

Çok mu karanlık, yıldık mı, onlar mı kazanıyor? Bir tarafıyla böyle hissetmek için çok neden var.

Diğer tarafıyla ise hayır, kaybediyorlar. Bu nedenle bu kadar sinirli ve vahşiler.

Türkiye artık 3. sayfa olaylarında bile iktidarın hedef alındığı bir ülkedir ve politikleşmeyen pek az suç kalmıştır ülkemizde.

Her suçlu kapitalizmin bir şubesidir. Ancak burjuvazi Erdoğan sayesinde suçunu gizlemesine yarayan mistik örtüsünü kaybetti. Daha önceden tecavüzcünün asılması, hırsızın hapislerde çürümesi bir nebze yüreklere su serperken kaybedilen örtü nedeniyle bu artık yeterli gelmemekte, oklar iktidara dönmektedir. Şimdi o örtüyü her kaldıran altında aynı kağıttan maskeyle karşılaşmaktadır, öfke bundandır.

AKP’liler 20 yaşında bir kızın katline bile üzülememekte, kendilerini savunmak zorunda kalmakta, çirkinleşmektedirler. Üç beş sene öncesinin operasyonlar yapan, saldıran kudretli AKP’si hatırlandığında bu acziyeti anlamak kolaylaşıyor. AKP iktidarda olsa da artık savunmada ve tetiktedir. Kendi tabanını hırsızlığı savunmak zorunda bırakan bir partinin çirkinleşmekte ve yozlaşmakta sınır tanımayacağını, bu yolun daha fazla pisliğe çıkacağını bilmemiz gerekiyor. Daha da çirkinleşecekler, mecburlar.

**

Geçenlerde Ankara’da bir toplantıya katılmıştık. Akşamına dönerken soğuk ve karlı bir manzaradan bakıyorduk tepenin ardında büyüyen ihtişama… Yanımdaki arkadaşın dediklerini hatırladım şimdi “Devrimin öngünündeyiz oğlum, artık bir sarayımız da var”

Çok mu iyimser, pek uzak bir ihtimal mi? Oysa tarih kitapları onlarca yılı birkaç sayfaya sığdırıp hızlıca geçebilir ve biz anlamayız bile, birkaç yılın ise lafı bile edilmez. Bazı dönemeçlerse elbette geri bakınca daha net görülecektir…