Kemal Okuyan: Gericiliğe karşı mücadele kazanılır

Komünist Parti Merkez Komite üyesi Kemal Okuyan "Geldiğimiz noktada artık laiklik savunusu tek başına yetmeyecek. Çünkü dincilik yalnız siyasal alanı fethetmekle kalmadı aynı zamanda insanlara doğrudan müdahale eder hale de geldi. Siyasi iktidardan güç alan bu müdahale bilimden, sanattan, özgürlük tutkusundan, ilerleme fikrinden güç alınarak püskürtülmek zorundadır. Dolayısıyla, evet laiklik…

AKP gericiliğinin yaşamın her alanına tecavüz ettiği bir dönemde laiklik tartışması da yeniden yükseliyor. Komünist Parti Merkez Komite üyesi Kemal Okuyan soL'a verdiği röportajda laiklik ve aydınlanma mücadelesi ile ilgili önemli açıklamalarda bulundu. "Laiklik önemli ama artık mücadele bununla sınır değildir, yaşamın tüm alanlarında aydınlanma gerekir." diyen Okuyan Komünist Parti'nin önümüzdeki dönem pozisyonunu "Hiç tereddütsüz, aydınlanmacı kavganın içinde olacağız" diyerek tarif etti.

İşte Okuyan'ın sorularımıza verdiği yanıtlar:

Türkiye'de gericilik sadece laiklik savunusuyla durdurulabilir mi, yoksa daha kapsamlı bir sorunla mı karşı karşıyayız?

Laiklik son tahlilde siyasal düzlemde ele alınması gereken bir kavram. Aslında bizim pozisyonumuzu, yani komünistlerin dinsellikle ilgili yaklaşımını büyük ölçüde belirliyor. İnsanların inançları ve inanç sistemleri siyasal alana, kamu yönetimine giremez. Bu kadar basit. Türkiye bu anlamda hiç laik olmadı ama kuşkusuz Cumhuriyet’in kuruluşu ile birlikte çok ciddi bir ilerleme yaşandı. Şimdi ise laiklik bir bütün olarak tasfiye edilmiş durumda. Din siyasetin içinde ve üstelik toplumsal ilişkilerin dinsel kurallarla düzenlenmesi konusunda ciddi bir mesafe alındı.

El çabukluğu ile laikliğin tanımını değiştirdiler; CHP yöneticileri sürekli laiklik “inanç ve ibadet özgürlüğüdür” diyor. Bu AKP’nin de kafasına yattı, işlerine geliyor. “Türkiye Cumhuriyeti laik İslamcı bir devlettir” diyecekler neredeyse. Tam bir saçmalık. İnanç ve ibadet özgürlüğü temel insan haklarındandır, sağlıklı bir toplumda bu özgürlük sorgulanamaz bile. Ama bunun laiklikle bir ilgisi yoktur. Laiklik dinsel kural ve referansların devlet işlerinden tamamen çıkarılmasıdır.

Şimdi geldiğimiz noktada artık laiklik savunusu tek başına yetmeyecek. Çünkü dincilik yalnız siyasal alanı fethetmekle kalmadı aynı zamanda insanlara doğrudan müdahale eder hale de geldi. Siyasi iktidardan güç alan bu müdahale bilimden, sanattan, özgürlük tutkusundan, ilerleme fikrinden güç alınarak püskürtülmek zorundadır. Dolayısıyla, evet laiklik önemli ama artık mücadele bununla sınırlı değildir, yaşamın tüm alanlarında aydınlanma gerekir. Bu sert ama kazanacağımız bir mücadeledir. İşçi sınıfı ayağa kalktığında, emekçi halk ayağa kalktığında bu mücadele zaten kazanılmış demektir.

Emekçi karakterli bir ilerici-aydınlanmacı çıkış mümkün mü? Böyle bir kavga sınıf eksenini dağıtmaz mı?

Tersine, artık bir burjuva laisizmi yok. Ya da var ama işte “inanç özgürlüğü” gibi bir tanıma daraltılıp, yok edilmiş. Tamamen gericileşmiş bir sermaye sınıfının dünyada ya da Türkiye’de laiklik savunusuna soyunmasını kimse beklemesin. Her tarafta gericilik var, her tarafta dinsel referans ve aidiyetler siyaseti belirlemeye başladı. Neden? Uluslararası tekellerin, çokuluslu şirketlerin dinle imanla pek ilgileri yok ama egemen oldukları toplumları baskılamaları gerekiyor. Bunun en etkili yolu, “kutsal” olanı öne sürüp insanları haksızlıkları, adaletsizlikleri, eşitsizlikleri tolere eder hale getirmek ve kurtuluşu öteki dünyaya havale etmek. İşçi sınıfının sınıf olmaktan çıkarılmasıdır bu. İtaatkar, kaderci, duruma razı, eşitsizlikleri doğal gören, kamu bilinci sıfırlanmış, dayanışma duygusu körelmiş bir toplam yaratmak istiyorlar.

Defalarca söyledik, yobazlığa boyun eğen bir işçi sınıfı hak arayamaz. Efendim, işçi sınıfını ilgilendirmezmiş! Laikliği yaşam tarzı hassasiyeti sanan bir solculuktan hayır gelir mi? Tutturmuşlar halktan kopuk elitizim diye bir şey, laikliği de burjuvaziye armağan etmişler! Buna izin vermeyeceğiz.

Türkiye’de işçi sınıfı aydınlanma kavgasını emeğin kurtuluşu kavgasıyla birleştirecek, birleştirmek zorunda.

İnsanların inanç ve ibadet özgürlüğüne kısıtlama getirilemez ama okulların adım adım imam hatiplere döndürülmesine, zorunlu din derslerine, saçma sapan fetvalar verilmesine, kadın düşmanlığının resmi politika haline getirilmesine, bilimsel düşünce ile bağdaşmayan bağnazlıkların çocukların kafasına sokulmasına pekala itiraz edilir. 

Türkiye solu neden bu başlıkta havlu attı?

Solculuğu değil liberalizmi tercih ettiği için!

Bu kadar basit mi? Çünkü Türkiye’de 1990’ların başında solda gericilikle mücadele ciddi bir gündemdi. Ne oldu da bu kadar gerilendi?

Bir dizi nedenle Türkiye solu liberalizmin saldırılarının etkisi altında kaldı. Mesele yalnız gericilikle mücadelede havlu atılması değil ki. Emperyalizme karşı mücadele devrimcilerin olmazsa olmaz özelliğiydi eskiden. Avrupa Birliği konusunda epey bir bocalandı. Çünkü hâlâ emperyalist merkezlerde özgürleştirici bir yan görüyorlardı. Sol liberallik budur, kapitalizmle ilişkileri aşk ve nefret üzerine kuruludur. Sınıf işbirliğine açıklar. Şimdi de ABD’nin zaman zaman ilerici bir misyon üstlenebileceği düşüncesine anlayış gösteriyorlar.

Mustafa Koç öldüğünde taziye açıklaması yapan, ABD planlarını önemsemeyen, AB’ye demokrasi için hayırhah bakan, yobazlığa halkın değerleri diyen bir sol! Yok, biz buna sol değil liberalizm diyoruz.

Sizce bundan sonra ne yapmak gerek?

Bazı dostlarımız, yoldaşlarımız “kolları sıvamak” gerektiğinden söz ediyor. soL’da röportajlar yayınlanıyor. Komünist Parti bütün bu arayışları, çalışmaları, önerileri çok değerli buluyor, bu süreci sahipleniyor. Birlikte tartışıyor ve bazı sonuçlara ulaşıyor, adım atıyoruz. Hiç tereddütsüz, aydınlanmacı kavganın içinde olacağız, bu bizim en temel değerlerimizden. Eğilip bükülmeyecek, emekten yana, yurtsever, milliyetçiliğe düşman aydınlanmacı bir mücadeleye katılacak çok kişi var. Biz de üzerimize düşeni fazlasıyla yapacağız.