‘İnsanların kulaklarına gerçeği fısıldadık’

‘İnsanlar çare arar, ayakta kalmanın yoludur bu. Seçim ve düzen siyaseti bir ‘çare’ydi elde patladı. Örgütlü mücadele ve düzen değişikliği hedefi şimdi biricik çaredir ve hiçbir zaman şaşmaz. Bu açıdan TKP bütün bir seçim dönemi boyunca insanların kulağına ‘sen bilirsin ama bu çare değil’ diye fısıldadı.’

Gülay Dinçel

Türkiye Komünist Partisi (TKP) Genel Sekreteri Kemal Okuyan ile 24 Haziran seçimlerinin sonuçlarını konuştuk. Okuyan, siyasi iktidarın seçimi kazanmaya yönelik hilelerinin seçim öncesinde yapıldığını, TKP’nin seçimler öncesinde “Böyle seçim olmaz” açıklamasıyla buna kuvvetli bir şekilde dikkat çektiğini hatırlatıyor ve Erdoğan’ın “başarısı”nı değerlendirirken buradan başlanması gerektiğinin altını çiziyor. Okuyan, muhalefet koalisyonunun bir “sermaye projesi” olarak tasarlandığına dikkat çekerken “düzen solu”nun sol değerlere oynamayı bıraktığını, çünkü düzen dışı solun da bu değerlerden uzaklaştığı vurguluyor. 

Okuyan, Bu Düzen Değişmeli Platformu adaylarının seçim çalışmalarını da değerlendirdi ve çalışmaların TKP için bir enerji yaratıp yaratmadığına ilişkin sorumuzu yanıtladı.

24 Haziran seçimleri öncesinde hamle yapamayan, oyun kuramayan bir Erdoğan görüntüsü vardı. Ancak Erdoğan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini ilk turda kazandı. Sizce ne oldu?

Bir kere seçim sisteminden söz etmek gerekiyor. Sürekli söylüyoruz, seçim hileleri seçim günü yapılmıyor, öncesinde yapılıyor. “Böyle seçim olmaz” derken parmak boyasından mühürsüz zarf ve pusulalara, sandıkların taşınmasından seçmen kayıtlarına bir sürü konuya dikkat çekmiştik. CHP ve diğer partiler ise “bir şey yapamazlar” diyerek bütün bunların sineye çekilmesini sağladı. Ancak elbette mesele seçim sistemi ile ilgili değil tek başına. Aynı zamanda AKP’ye benzeyerek AKP’yi yenilgiye uğratma stratejisi de başarısızlığa uğradı.

Buna geleceğim ama şu seçim hileleri konusunu bitirelim istiyorum. Ne yapmış olabilirler?

Seçim günü yapılanlar bir yana, asıl mesele seçmen kayıtlarında düğümleniyor. Seçimlere katılım çok yüksek. Ben gerçekte bu oranın yakalanmadığına inanıyorum. Ölenlerin, yurtdışında bulunanların yerine oy kullanıldığını biliyoruz. Mükerrer oyları da… Devlet görevlilerinin “görev kağıdı” ile birden fazla oy kullandığına defalarca şahit olduk. Ancak daha önemli bir şey var, Türkiye’deki bugünkü sistem “sanal vatandaş”ı denetlemeyi imkansız hale getiriyor. Kimlik dağıtım sistemi ellerinde. Sandıkları çorba ettiler, aynı apartmanda oturanları dağıttılar, kimse denetleyemiyor. Bütün bunları üst üste koyduğumuzda büyük bir yekun eder.

Peki muhalefet partileri bunu bilmiyor mu?

Düzen muhalefeti diyelim. Bakın düzen muhalefeti bu kahrolası düzenin bekasından en az iktidar partileri kadar sorumludur; sorumlu davranırlar! Gezi’de sorumlu davrandılar, 2014 Yerel Seçimlerinden sonra sorumlu davrandılar, referandumdan sonra sorumlu davrandılar, Yenikapı ruhunu icat ederken sorumlu davrandılar… Düzenin meşruiyetinin sorgulanmasını istemezler. Bu seçim sistemi ile seçimlere gitmek zırvalıktır ve bu zırvalığı “biz her şeye hâkimiz” diyerek halka da kabul ettirdiler. Erdoğan yatıp kalkıp teşekkür etsin muhalefete.

Peki Türkiye Komünist Partisi, neden böyle bir seçime katıldı? Yani bağımsız adaylarla da olsa…

Bakın seçim sisteminde siyasi iktidar lehine olan düzenlemeler dışında bir de doğrudan emekçi halkın siyaset yapmasına dönük engeller öteden beri mevcut. Yüzde 10 barajından seçim yardımlarına, örgütlenme ve seslenme konusundaki engellere kadar… TKP bir seçim partisi değildir ama bütün zorluklara rağmen seçimlerde sesini duyurmak, örgütlenmek ve gerçek bir seçeneği işaret etmekle yükümlüdür. Toplumun çok büyük bölümü seçimlere bel bağlamışken bu yükümlülükten kaçamazdık, kaçmadık da. Her haklı olduğunuzda boykot çağrısı yapamazsınız, zaten sermaye diktatörlüğü karşısında her zaman haklıyız!

Türkiye’de seçimler düne kadar Türkiye toplumu açısından biricik çıkış yoluydu. Buna ilişkin uyarılarımızı yaptık ve hiç de boşa gittiğini düşünmüyoruz. Biz “hele bir seçim geçsin” denmesine alışkınız ve şimdi geçti ve “haklısınız” diyenlerin sayısı hızla artıyor. İnsanlar çare arar, ayakta kalmanın yoludur bu. Seçim ve düzen siyaseti bir “çare”ydi elde patladı. Örgütlü mücadele ve düzen değişikliği hedefi şimdi biricik çaredir ve hiçbir zaman şaşmaz. Bu açıdan TKP bütün bir seçim dönemi boyunca insanların kulağına “sen bilirsin ama bu çare değil” diye fısıldadı.

ERDOĞAN’A TEPKİLİ BİR KESİM ‘DÜZEN DEĞİŞİKLİĞİ’ TALEBİYLE İLGİLENMİYOR

Ulaştıklarınızın tepkisi ne oldu?

Siyasi iktidara tepkili bir kesim “düzen değişikliği” talebiyle ilgilenmiyor, dahası bir düzen değişikliği talebi yok. Düzene tutunmuş, hatta bir bölümü düzenin sürmesinden çıkarı olan kesimler. Bunlar bizi duymak bile istemiyor. “Yaşam tarzı” duyarlılığı dışında artık laiklik savunusunu bile terk etmiş durumdalar. Erdoğan batıya yanaşınca “bağımsız Türkiye”yi hatırlıyorlar, Erdoğan batı ile didişmeye başlayınca “batı medeniyeti”ni… Bu kesimler bizi gördüklerinde kulaklarını kapatıyordu, şimdi bir bölümü kabuğuna çekilecek, bir bölümü hızla uyum sağlayacak, küçük bölümü ise buralardan gidecek. Açıkçası bu kesimler bizden, biz de onlardan uzak durmaya çalıştık. Ortak paydamız olan “Erdoğan karşıtlığı” aradaki uçurumu kapatmaya yetmiyor, kapatamaz da…

Bu saydıklarınızı orta sınıf kavramı içinde mi değerlendirmek gerek? 

Bir bölümü yüksek ücret alan işçi sınıfının ayrıcalıklı kesimleri. Bir bölümü küçük işletme sahibi, ne deniyordu onlara, girişimci… Şirketlerde yöneticilik yapan bir kesim var… Rantiye olarak yaşayanlar… Bunlar ekonomik gelişmelerden etkileniyorlar ama durumu en azından idare ediyorlar. 

Seçim döneminde bu kesimle iletişim kuramadığınızı söylediniz…

İletişim kurmayı biz de tercih etmedik. Ancak Türkiye toplumunda sınıflar arası geçişkenlik var, toplumsal hayatta da böyle. Karşı karşıya geldiğimizde aynı dili konuşmadığımız iki taraf açısından da bariz oluyor. Kuşkusuz istisnalar var. Bu toplumsal kesimin içinde bilinci ile, vicdanı ile, yaşam pratiği ile bir düzen değişikliğini isteyen, bunun için taşın altına elini sokmaya hazır olanlar ama onlar azınlık.

Bizi asıl ilgilendiren kuşkusuz bu düzenden zarar gören, bunun farkında olan ve ekonomik güçlükler karşısında bu düzende tutunacak dalı kalmayanlar. Sayıca elbette çok daha fazlalar. Bunlar arasında yoksulluk baskısı arttıkça siyasi iktidara daha fazla sarılan, güvenlik kaygısıyla istikrara yönelen ve yine başka her tür sese kulak kapatan bir toplam var. Ancak gördük ki, onlar arasında da söylediklerimize ilgi gösteren, hak veren, hatta bizi destekleyenler oldu. Bir de kuşkusuz siyasi iktidara karşı uzun süredir tepkili olan ve şimdi bu tepkiyi toplumsal düzen eleştirisiyle birleştiren bir emekçi kesim var. Elbette iletişimimizi güçlendirdiğimiz asıl bunlardı.

İşçi sınıfının örgütlenmesi daimi bir önceliktir. Ancak bu seçim döneminde açıkça görüldü ki, emekçi halk içindeki öfke, kızgınlık ve arayışta ciddi bir artış var. 

Peki bağımsız aday çalışması açısından bu neden oya dönüşmedi?

Biz bu çalışmaları sadece oya dönüşsün diye yapmadık. İnsanlar üzerinde nasıl bir baskı kurulduğunu biliyorduk. Kuşkusuz tuzaktan korumak için her şeyi yaptık ama ikna ettiklerimizin çok azının oy vereceği açıktı. “Erdoğan gitsin, sonra işimize bakarız” duygusunu anlamayacak insanlar değiliz. Partinin yakınında olup da 25 Haziran’da üyelik başvurusu yapacağını söyleyenler oldu. “Üye olursam bağımsız adaya oy vermek zorunda kalırım” diyorlardı. Ancak hiç küçümsenmeyecek sayıda yeni insana ulaştık, onlarla 25 Haziran için sözleşmiştik, şimdi konuşuyoruz, oy vermediler diye onlara küsecek halimiz yok. Zaten kendi kendilerine küsmüşler!

Bağımsız adayların pusuladaki yerini de sorgulayanlar oldu.

O kısmı ayrı alem! Pusulalar bir süredir renkli. Siyasi partilerin amblemlerinin yanında bağımsız aday YSK’nın mühürü gibi duruyor. Bir de üstüne Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki adayların fotoları. Doğrudur bağımsız adayı bulmakta zorluk çekenler oldu, sayımda da boş oy muamelesi yapıldı bazı yerlerde. Ancak ne bunlar önemli bir gerekçe olabilir ne de aldığımız oy yaptığımız çalışmayı değersizleştirebilir. 

‘ERDOĞAN’A KARŞI OLMAK DIŞINDA YENİ BİR ŞEY SÖYLEMEYEN BİR KOALİSYON NEDEN ÇEKİCİ GELSİN?’

İlk soruma geri dönmek istiyorum. Erdoğan neden kazandı? Seçim sisteminden söz ettiniz ancak “asıl bu değil” demiştiniz.

Kaybetmek ve kazanmak bunlar göreli kavramlar. Bu ihtiyatla yanıtlayacağım. Düzen muhalefeti Erdoğan’a karşı olanların en geniş koalisyonunu kurdu mu kurdu. Ancak Erdoğan’a neden karşıydı bu kesimler o belli değildi. Tek kişi yönetimi, otoriterlik? Bunlar soyut kavramlar. En geniş koalisyon laikliği bir kenara koydu, NATO’cu bayrak salladı, TÜSİAD’a güven verdi. Erdoğan’dan ne istediniz o zaman? Seçmen farklar silikleştiyse tek kişiyi, tek adamı tercih eder elbette. Bir kere Türkiye’de partilere bağlı insanların dışında yüzer-gezer bir toplam var. Her seçim ilk kez oy kullanan ve aslında parti bağı neredeyse hiç olmayan gençler var. Erdoğan’a karşı olmak dışında yeni bir şey söylemeyen bir koalisyon neden çekici gelsin?

Erdoğan yeni bir şey söyledi mi?

Yeni derken alternatiften söz ediyorum. Erdoğan ile İslamcılık yarıştıracaksınız, sağcılık yarıştıracaksınız, "AKP’de yetişmiş, memlekete faydalı siyasetçiler var” diyeceksiniz, buradan nereye varılır? Demek ki toplumda Erdoğan üzerinden bir taraflaşma yapmanın sınırına gelinmiş, işe yaramıyor, daha doğrusu Erdoğan’a yarıyor. Bir de buna HDP tartışmalarını ekleyin. HDP bütün seçim çalışmasını “bana oy vermezseniz AKP kazanır” üzerine kurdu. Çalışma yapmalarına ihtiyaç yoktu, zaten CHP yaptı bu çalışmayı. HDP olgusu sürekli olarak, bir sistem içine çekiliyor bir sistem dışına itiliyor. Bunu yapanlar sanıyor ki kendi mühendislik faaliyetleri bire bire toplumda karşılık bulacak. MHP’nin oylarını beklenmedik şekilde korumasında HDP tartışmalarından duyulan kaygı olduğu açık. 

Erdoğan’a gelince… Erdoğan her gün yeni bir şey söylüyor bir açıdan ve bir başka açıdan hiç yeni bir şey söylemiyor. Türkiye toplumunun ekonomik, kültürel, toplumsal güçlükler karşısında ilginç bir adapte olma, kendini uyarlama yeteneği var. Muhafazakarlık tanımıyla bazı açılardan çelişiyor. Bunun siyasal karşılığı oportünizmdir. Erdoğan bunu beceriyor. Bu davranışın insanların güvenlik arayışına yetmediği anlar gelinceye kadar belli bir desteği sürdürecek.

Peki bu davranış biçimi diğer siyasetçilerde de görülmüyor mu?

Düzen siyasetinde ilke ve tutarlılık aramak tuhaf olur. Ancak Erdoğan’ın keskin dönüşleri bunun çok ötesinde. Görülüyor ki, düzen muhalefeti AKP ile rekabeti bir yandan sağcılaşma ile bir yandan da Erdoğan oportünizmini taklit etmekte görüyor. 24 Haziran’dan sonra da tam gaz bu doğrultuda gidecekleri anlaşılıyor.

ŞEYH SAİTÇİLİK OYNAMAYI, TÜSİAD İLE FLÖRTÜ İÇİNE SİNDİREBİLEN BİR ‘SOL’ VAR

Oy hesabı yapıldığında sağ seçmene hitap etmek mantıklı değil mi?

Düzen siyasetinin başarı kriterleri ile bizim başarı kriterlerimiz çok farklı. Seçimde alınan oy ile ne haklılık tescil edilir ne de seçimde alınan oy biricik başarı kriteridir. Bu bizim yaklaşımımız. Düzen siyasetinde her şey seçimlere endeksli. Ve bir kez “sol şu kadardan fazla oy alamaz” yargısı yerleşmiş durumda. 

Doğru değil mi bu yargı?

Bu yargı çarpıtılmış bir “sol” ve “sağ” algısı üzerine kurulu. Ama şuradan hareket edelim, düzen solu, gerçek solun önünü kapatma, kitleleri düzen sınırları içinde tutma işlevini üstlenir. Solun bazı değerleri vardır. Türkiye’de laiklik, emperyalizm karşıtlığı ve emekçiyi savunmak diye özetleyelim. Düzen solu buralara oynamayı bıraktı.

Neden?

Çünkü düzen dışı solun önemli bir bölümü bu değerleri terk etti! Dolayısıyla sistem, düzen solunun o kadar da solculuk yapmasını gereksinmiyor. Neyi tartışıyoruz ki! Zamanında AKP’yi "demokratik devrim gerçekleştirdi” diye allayıp pullayan bir “devrimci sol” vardı. Şimdi de emperyalizmle müttefik olmayı, Şeyh Saitçilik ya da Saidi Nursicilik oynamayı, TÜSİAD ile flörtü içine sindiriyor. Hal böyleyken CHP daha da sağa kayabilir. Tâ ki komünistlerin örgütlenmesinin önündeki psikolojik baraj yıkılıncaya kadar… Yakındır…

Ama ikinci bir Ekmeleddin vakası yaşanmadı. Abdullah Gül’ün adaylığına güçlü bir itiraz vardı…

Abdullah Gül, AKP’nin kurucu çekirdeğindendir, kim olduğunu anlatmayayım. Bunun gündeme gelmesi ve ancak Akşener’in inadı sayesinde gerçekleşmemesi başlı başına bir skandal. Onun dışında Muharrem İnce iyi hatiptir, dürüsttür, sempatiktir… Bunlar işin özü değil. İşin özü, Muharrem İnce’nin CHP’li yöneticiler tarafından bile sağcı olarak nitelenmesidir. Kişilerden gitmeyelim, bu seçimde CHP sağ seçmene, İyi Parti ve Saadet ise CHP seçmenine kendini beğendirmeye çalıştı. Ne ittifak ama! 

‘MUHALEFET KOALİSYONU’ BİR SERMAYE PROJESİYDİ, SEÇİMDE BAŞARILI OLAMADI AMA BİR AÇIDAN TUTTU

TKP bu muhalefet koalisyonunun bir sermaye projesi olduğunu ısrarla vurguladı. Seçimi Erdoğan kazandı, bu düşünceyi koruyor mu TKP?

TKP dün ilk seçim değerlendirmesini yaptı. Orada da değindik, muhalefet koalisyonu elbette bir sermaye projesidir. Bu projenin olgunlaştırılmasında kimlerin hangi çevrelerin özel rol oynadığını da az çok biliyoruz. Ancak Erdoğan da bir sermaye projesidir. 24 Haziran seçimlerinde “muhalefet koalisyonu” başarılı olmadı ama bir açıdan bu proje tuttu. Muhalefet koalisyonunun önünü açanlar onu ille de iktidara taşımak istemiyorlardı. Bir ülkede siyasetin toplam tasarımında muhalefetin tasarlanması en az iktidarın tasarlanması kadar önemlidir. Birilerinin her tasarımı mutlak başarıyı hedeflemez, ayrıca her tasarım ille hedefine ulaşacak diye bir şey yok. Toplumsal dinamikler ve siyaset en fazla matematikle kavgalıdır. 24 Haziran seçimlerinde “muhalefet koalisyonu” başarılı olmadı ama bir açıdan bu proje tuttu.

Ama 24 Haziran en fazla matematik hesabın yapıldığı seçim oldu.

Sonuç ortada! Hani HDP Meclis’e girince iktidar çoğunluğu kaybedecekti? Günah matematiğin değil. 

‘DAHA YÖNETİLEBİLİR’ BİR ERDOĞAN

24 Haziran’da Erdoğan güçlendi mi sizce?

Madem matematiğe bu kadar meraklılar Erdoğan siyasetin matematiği açısından güçlü değil. Toplumsal açıdan değil, hiçbir açıdan değil. Bu sermaye sınıfı açısından, emperyalist merkezler açısından daha yönetilebilir bir Erdoğan anlamına gelebilir. Erdoğan’ın çok güçlendiği, Türkiye’nin battığı değerlendirmeleri saçmalıktır. Erdoğan’ın işi zordu, zorlaşmaya devam ediyor. Bu duyguyu 24 Haziran öncesinde pompalayan uyanıklar şimdi yerel seçimlere randevu kesip “son şans” diyecekler, diyorlar da…

Köprüden önceki son çıkış?

Bilemem belki artık yüzleri kızarır da köprüden önceki bilmem kaçıncı son çıkış demezler de şimdi “son U dönüşü” filan derler. 

‘TKP AKINTIYA KARŞI DURABİLDİ’

TKP ne yapacak? Bir seçim daha TKP’ye enerji vermedi…

TKP akıntıya karşı durmayı bilen partidir. Akıntı şiddetlendiğinde içe kapanmadan kasılabilen bir partidir. Bunun alternatifi kenara çekilmektir. 24 Haziran’da kenara çekilmedik, akıntıya karşı durduk ve ters tarafa sürüklenen birçok kişiyle temas ettik. Herkes seçimde matematik hesap yapar biz seçim sonrasındaki hamlemizi hesaplarız. Evet, oy açısından başarısız olduk ama TKP akıntının şiddetinin azaldığı, hatta durduğu seçim sonrasında hızla alan kapatacak, bu konuda hiçbir endişemiz yok. Seçimden hemen önce partiye yeni üyeler katıldı, şimdi bu katılım hızlanıyor. 

TKP’yi izleyenler TKP’nin oy verme günü yalnız kalabileceğini, bunun çok da önemli olmadığını düşünüyorlar. TKP’nin son 1 Mayıs’ta hareket ettirdiği kitle 24 Haziran’da oy verenlerden daha fazladır. Burada bir sorun var elbette ama hangisi daha değerlidir sorusuna hiç tereddütsüz birlikte hareket etme yeteneği derim. Şimdi TKP’nin birlikte hareket ettiği, harekete geçirebildiği insanların sayısında hızlı bir artış olacak. Ve bu bir noktada seçimlere de yansıyacak emin olabilirsiniz. Sorunuzun enerji kısmına gelince… Daha önce de söyledim, bu seçimler TKP açısından çok değerli kanallar açtı, çok şey öğrendik. Bu bir enerjidir. TKP’nin dünkü açıklamasına gelen olumlu tepkiler, çok büyük bir enerjidir. Şimdi biz bu enerjiyi örgütsel ve siyasal hedeflerimiz doğrultusunda harekete geçireceğiz.

Teşekkür ederiz.