Havuzda nasihat dönemi: Bir dip dalga geliyor

31 Mart ve 23 Haziran seçimleri sonrası Türkiye'de iç siyaset tempo düşürmeden devam ediyor. Bir tarafta İstanbul seçimlerinde İmamoğlu etrafında kurulan koalisyonun normalleşme arayışı devam ederken, AKP-MHP kanadında ise seçim sonuçlarındaki Büyükşehir hezimeti ağırlaşarak devam ediyor. Yeni parti tartışmaları, 'kavga etmeyelim', 'toplumu anlamak lazım' önerileri...…

soL - Yavuz Karamahmutoğlu

31 Mart ve 23 Haziran seçimleri sonrası Türkiye'de iç siyaset tempo düşürmeden devam ediyor. Bir tarafta İstanbul seçimlerinde İmamoğlu etrafında kurulan koalisyonun normalleşme arayışı devam ederken, AKP-MHP kanadında ise seçim sonuçlarındaki Büyükşehir hezimeti ağırlaşarak devam ediyor. Yeni parti tartışmaları, yeni durumla kavga etmeyelim havası, toplumu anlamak lazım lafları... Havuzda nasihat dönemi...

İşte günün havuz medyası özeti...

İKİ TEKLİFİ REFERANDUMA SUNULACAK

Hürriyet gazetesi yazarı Abdulkadir Selvi, sonbaharda kurulacağını iddia ettiği Ali Babacan’ın partisinin sistem önerisiyle işe başlayacağını söyledi. Selvi, yeni partinin başkanlık sisteminin revize edilmesini ya da parlamenter sistemin güçlendirilmesini tercih edeceğini ifade etti.

Selvi'nin "Bahçeli’nin çıkışı ve Kılıçdaroğlu’nun gündemi" başlığıyla yayımlanan yazısının ilgili bölümü şu şekilde;

Sonbaharda kurulacak Abdullah Gül-Ali Babacan partisinin de sistem önerisiyle geleceği söyleniyor.

1- Denge ve denetleme açısından yeniden inşa edilecek başkanlık sistemi
2- Güçlendirilmiş parlamenter sistem

Gül-Babacan partisinin iki teklifin referanduma sunulmasını, halk hangisine karar verirse o sistemde devam etmeyi önereceği söyleniyor.

YENİ BİR DİP DALGASI GELİYOR

Karar yazarı Taha Akyol, 23 Haziran İstanbul seçiminde AKP ve CHP'nin aldıkları oylara yönelik olarak bir değerlendirme yaptı. Akyol, "CHP muhafazakar kitlelere açılırken, muhafazakar kesimlerde de kapılar CHP’ye açılıyor" diyerek, "Keskin ideolojik kutuplaşmanın surlarında gedikler açan bir dip dalgası geliyor" ifadesini kullandı.

"Türkiye er geç gelişmiş demokratik toplum hedefine ulaşacaktır" diyen Akyol'un "Yeni dip dalgası" başlığıyla yayımlanan yazısının bir bölümü şöyle:

Keskin ideolojik kutuplaşmanın surlarında gedikler açan bir dip dalgası geliyor: CHP muhafazakar kitlelere açılırken, muhafazakar kesimlerde de kapılar CHP’ye açılıyor.

Çok yavaş ama dipten gelen bir dalga…

Ekrem İmamoğlu gibi Kuran-ı Kerim’i tecvit kurallarıyla okuyan bir şahsın CHP’den aday olması ve İstanbul’da 800 bin oy farkıyla seçim kazanması tasavvur edilebilir miydi?

AK Parti 13 bin oy farkını kolayca telafi edeceğini düşünerek seçimleri iptal ettirdi ama 23 Haziran’da Binali Yıldırım 220 bin oy kaybetti, İmamoğlu 572 bin yeni oy kazanarak yüzde 54’le sandıktan çıktı.

AK Partiye oy veren 13 ilçe CHP’li İmamoğlu’na oy verdi.

Demek ki muhafazakar ellerin bir kısmı bu defa mührü CHP’ye bastı.

İstanbul’da ve bütün Türkiye’de “büyükşehir” ve “sahil” özelliği olan yerlerde AK Parti ve Cumhur ittifakı gerilerken CHP ve Millet İttifakı ilerledi.

Yeni dip dalgası dediğim budur.

'KOÇ'UN CEO'SU OLMAK İLLE DE BİRİNİN ADIMI OLMASINI MI GEREKTİRİYOR'

Akit yazarı Abdurrahman Dilipak, sık sık isim vermeden sürdürdüğü eleştirilerine açıklık getirdi. Dilipak AKP tarafından kullanılan dil ve üsluptan örnekler vererek, "Bu ifadelerimde evet AK Parti’yi eleştiriyorum" dedi.

"AK Parti aşıklarının gözünde, ama benim penceremden baktığınızda, güle oynaya uçuruma doğru giden bir arabanın önüne çıkıp el-kol hareketleri ile bu gidişi engellemeye çalışıyorsam, bu dostluğumdan ve sizi koruma refleksimden kaynaklanıyor" diyen Dilipak'ın "İmamoğlu’na davrandığınız gibi..." başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:

Sanırım bir gerçek tam olarak anlaşılmadı. AK Parti, İstanbul ve Ankara’yı nasıl kaybetti, daha doğrusu İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın kazanmasına sebeb olan yanlışlıklar bugün aynı ile Gül, Davudoğlu ve Babacan için yapılıyor sanki. “Reklamın iyisi kötüsü olmaz” diye bir söz vardır. Siz her gün birilerinden söz ediyorsanız ve onlar hakkında sürekli olumsuz haberler veriyorsanız unutmayın ki, “haddinden fazla şiddet gayedeki hikmeti yok eder”. Söz “yalama” olur. İnandırıcılığını ve ciddiyetini kaybeder. Bu şekilde “Kaçtığınızı sandığınız şeye doğru koşarsınız”, ama farkında olmazsınız. Bilirim “Öfke baldan tatlıdır”. Bilelim ki, “öfkeyle kalkan, zararla oturur” ve hiç aklımızdan çıkarmayalım ki, aşk ve öfke kardeştir ve her ikisi de aklı zail eder. Öfkeniz aklınızdan büyükse varacağınız yer pişmanlık olacaktır. Bu ifadelerimde evet AK Parti’yi eleştiriyorum, AK Parti aşıklarının gözünde, ama benim penceremden baktığınızda, güle oynaya uçuruma doğru giden bir arabanın önüne çıkıp el-kol hareketleri ile bu gidişi engellemeye çalışıyorsam, bu dostluğumdan ve sizi koruma refleksimden kaynaklanıyor.

***

İmamoğlu’na karşı aynı yanlışlar sürdürülüyor, çünkü, yeni atanan Genel Sekreter ve yardımcısı konusunda “Koç” bağlantısı vesile edilerek veryansın ediliyor. İmamoğlu’na karşı bu tavır devam ettiği sürece, adam daha da “mağdur” görünecek ve aşırı dikkat sebebi ile yanlış yapmayacaktır. Yani İmamoğlu size karşı, “siz benim ifadem ve hızımsınız, gündüz geceye muhtaç, bana da siz lazımsınız” diyecek. Bizim CHP’lilere karşı okuduğumuz şiirleri CHP’liler bize karşı okuyacak.

Bakın, zihin bazan, fotoğraf makinesinin karanlık odası gibi çalışır. Fotoğrafı tersine çevirir. Siz “Koç’un CEO’sunu Genel sekreter yaptı” dediğinizde ve onu kınadığınızda o sizin kimin nesini nereye getirdiğinizi görür bazan! Kınarken kınanmaya başlanırsınız. Dikkat etmemiz gereken püf noktası burası: Siz ne diyorsunuz, maşeri vicdan bunu nasıl anlıyor, görüyor..

Koç’un CEO’sunu tanıyor musunuz. Koç’un CEO’su olmak, ille de birtakım yerlerin adamı, onların tetikçisi olmayı mı gerektiriyor! Bir genelleme yapmıyoruz tekil bir kişilikten söz ediyoruz. İBB’ye genel sekreter olacak bir isimden söz ediyoruz. Ben sordum, hiç de öyle değil. Ya da adam daha doğru, daha çalışkan biri çıkarsa.. “Bizden olsun çamurdan olsun” mu dememiz gerekiyor ille de. Hani ehliyet ve liyakattan vazgeçmeyecektik!

TEPKİYLE KARŞILAŞMAKTAN KORKUYORLAR

Habertürk yazarı Muharrem Sarıkaya bugünkü köşe yazısında "AKP milletvekilleri yakınmalarını yüksek sesle yapıyor" dedi.

Sarıkaya'nın "Dış ittifak, iç ittifakı zorluyor..." başlığıyla yayımlanan yazısının ilgili bölümü şu şekilde;

AK Parti’de İstanbul seçimi sonrası en çok yakınılan ve tartışılan konu sanılmasın ki başkanlık sistemi. Partinin toptan kendini sorguladığı, herkesin her şeyi çekinmeden dile getirdiği bir döneme tanıklık ediliyor. AK Parti milletvekilinin deyimiyle, ‘geçmişte seçmen partinin açığını kapatmak için uğraşırken, şimdi nereden açık verecekler diye geriye çekilip izlediği’ yeni bir süreci yaşıyor.

Bir de MHP ile ittifaka yönelik yakınma var ki, ‘dış ittifakı sağlamak için çabalarken, iç ittifakımızı ihmal ettik, dağıttık’ diye özetlenebilir. Devlet Bahçeli’nin dünkü TBMM Grup konuşmasında vurguladığı gibi, ‘sistemin aksayan yönlerinin AKP’li bazı yöneticilerin medya önünde yapmasından duyduğu’ rahatsızlığa benzer tepkiyle karşılaşmaktan çekiniyorlar.

Bütün bunlardan yola çıkarak şunu söyleyebilirim AK Parti’ye ‘yalnızlaşma sendromu’ hakim olmuş. Seçmen milletvekilinde, teşkilat genel merkezde, milletvekili bakanlıkta yalnızlaşmış…

AKP KİMİN PARTİSİ?

Star gazetesi yazarı Ahmet Kekeç bugünkü köşesinde AKP içi muhalefeti eleştirdi. Kekeç, "İyi de, AK Parti, canınız istediğinde kendinizi “içeri”ye atacağınız, canınız istediğinde “dışarı”ya çıkacağınız bir parti midir? "dedi.

Kekeç'in "Böyle AK Partili düşman başına!" başlığıyla yayımlanan yazısının ilgili bölümü şu şekilde;

Bir davası, derdi ve “düsturu” olanların partisidir.

Bunu söylediğinizde, kendinizi o partiyle, o partinin derdiyle kayıtlamış ve ahlaki üstünlüğü ele geçirmiş oluyorsunuz.

Bir Sayın eski Başbakan, “AK Parti’nin bir kişinin, bir zümrenin, bir ‘akraba topluluğu’nun partisi olmadığını” söylemiş...

Bence çok iyi etmiş.

Buraya bakarak, “Ne güzel, Sayın eski Başbakanımız kendisini AK Parti’nin derdiyle kayıtlıyor. Bir Sayın eski Cumhurbaşkanının yaptığı gibi dışarıdan eleştiri yöneltmiyor, içeriden konuşuyor” diyorsunuz.

Zaten Sayın eski Başbakan da bunu demenizi istiyor.

Bunu diyebilmeniz için “içeriden” konuşuyor.

İyi de, AK Parti, canınız istediğinde kendinizi “içeri”ye atacağınız, canınız istediğinde “dışarı”ya çıkacağınız bir parti midir?