Gericilikle mücadelenin neresindeyiz? Komünistler ne yapmak istiyor?

24 Şubat 2016'da bir deklarasyonla yola çıkan "Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi" büyüyerek yoluna devam ediyor. Biz de Komünist Parti Merkez Komite Üyesi Mehmet Kuzulugil'e "Gericilikle mücadelenin neresindeyiz?" ve "Komünistler ne yapmak istiyor?" sorularını yönelttik. "Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi"ni sorduk, Komünist Parti'nin…

“Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi”, Türkiye'nin dinsel kurallarla yönetilen bir ülke haline getirilme çabasına karşı mücadele etmek üzere 24 Şubat 2016 günü bir deklarasyon yayınlayarak yola çıktı. Hareket adına ilk çağrıyı yapanlar ise Barış Terkoğlu, Enver Aysever, Hüseyin Aygün, Kemal Okuyan, Orhan Gökdemir, Özlem Şen Abay oldu. Deklarasyonda "Biz, gericiliğin kader olmadığını bilen, aydınlanmanın kaçınılmaz olduğunu gören ve tek başına olmanın bencillik, hep birlikte olmanın özgürlük olduğuna inananlarız. Bu çağrı geleceği birlikte kurmak için sabırsızlanan Anadolu’nun tüm aydınlık insanlarına!" denildi.

Pek çok yayın organında yankı bulan, bazı yazarların köşelerine taşıdığı "Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi", gerici çevrelerde de tepkiye yol açtı. Gerici ve yandaş haber sitesi Haber7, açıklanan deklarasyona doğrudan saldırdı, diğer gerici ve yandaş yayın organları da bu saldırıyı sahiplendi. 

KOMÜNİST PARTİ MK ÜYESİ KUZULUGİL'LE KONUŞTUK: KOMÜNİSTLER NE YAPMAK İSTİYOR? 

Biz de Komünist Parti Merkez Komite Üyesi Mehmet Kuzulugil'e "Gericilikle mücadelenin neresindeyiz?" ve "Komünistler ne yapmak istiyor?" sorularını yönelttik. Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi'ni sorduk, Komünist Parti'nin bu konuya nasıl baktığını ve kendisini nasıl konumlandırdığını anlatmasını istedik.

- Çok basit bir soruyla başlamak istiyoruz. Laiklik tehlikede mi?

Gerçekten oldukça basit bir soru bu. Bence artık laiklik tehlikede değil. Bunu kolayca kanıtlayabilirim. Yıllarca mitinglerde, salon toplantılarında güçlü bir biçimde tekrarlanan bir slogan vardı: Türkiye laiktir, laik kalacak. Kendi adıma o zamanlar da bu slogana ilişkin çelişkili duygularım vardı ama bu slogan tam olarak laikliği savunmaya dönüktü. Milyonlarca insan laikliğin tehlikede olduğunu düşünüyordu. Artık kimse bu sloganı atmıyor. Laikliğin tehlikede olduğunu düşünmüyorlar. “Tehlike geçti” dedikleri için değil, artık herkes için açık: Türkiye Cumhuriyeti artık laik bir devlet değildir.

Türkiye'de tehlikede olabilecek bir laiklik de kalmamıştır.

Bu söylediklerim yanlış anlaşılmasın. “Geçmiş olsun, unutun artık laikliği” gibi bir şey değil.

Tersine eskisinden daha umutlu ve iddialı olunacak bir zamandayız.

Türkiye toplumu dini siyasetten uzaklaştırmak, siyasal alanda dinin kazandığı mevzileri boşaltmak konusunda, “laiktir laik kalacak” dediği dönemlerden çok daha kararlı.

Üstelik “iyi kötü, eldekini korumaya bakalım” pozisyonunun yarattığı zaaflar da bu tasfiyede önemli bir rol oynamıştı. Korunacak bir “eldeki laiklik” de kalmadı.

- Nedir bu zaaflar?

Bunların artık çok bilinen şeyler olduğunu düşünüyorum. Dinin siyaset alanına girmemesi gerekiyor. Bu gereklilik yine dinsel referanslarla savunulamaz. Bu yapıldı Türkiye'de. “Dinimiz de laikliği emreder” ya da “islamın korunması için de siyasete alet edilmemesi gerekir” argümanı laik Cumhuriyet'in ilk adımlarında iş görmüş olabilir ama gericilik saldıran taraf olduğunda iş değişir.

Güncel örneklerini verebilirim ama hem gerek yok, hem de artık “yanlış yapılan şeyler”den değil doğrusunu nasıl yapacağımızdan konuşmak gerekir diye düşünüyorum.

- Evet, aslında o soruyu sormamın zamanı sanıyorum. Komünist Parti ne yapacak? Artık tehlikede bile olmayan bir laiklik var. Daha doğrusu artık yok! Ve parti, gericilikle mücadele cephesine yükleniyor. Laiklik burada önemli bir unsur olarak kendini gösteriyor. Komünist Parti ne yapacak?

İki büyük hedefimiz olmalı, bu cephede. Birincisi, dış politikadan ekonomi yönetimine, ulusal eğitimden devletin kültürel alandaki kurumlaşmalarına dine dayalı yaklaşımların gayrı meşru ilan edilmesi ve silinmesi. Türkiye siyaseti din ve mezhep tercihleri tarafından çizilen bütün çizgilerden arındırılmalıdır.

İkincisi, aslında andığımız dine dayandırılan siyaset tablosunun da uzantısı olarak toplumsal yaşamda dinsel düşünce ve inanışların tehlikeli bir biçimde yayıldıkları alandan çıkarılması. Evlilik, sağlık, beslenme, kadın erkek ilişkileri, sosyal ilişkiler... Din, çoğu noktada bilimsel ve teknolojik gelişmenin ürünü olan “yol göstericileri” kovarak merkeze yerleşmiş durumda.

Bu iki büyük hedef çok somut, çok güncel ve gerçek mücadelelerle ele alınabilir.

Bu mücadeleler sadece laikliğin, akılcılığın ve bilimin terkettiği mevzileri tek tek yeniden kazanmaya yaramayacaktır. Her bir somut çatışma alanı gericiliğe karşı mücadelenin genel meşruiyetini besleyecektir.

- Örnek verebilir misiniz?

Laiklikten söz ediyoruz. Başbakanın, Cumhurbaşkanının sanki bir İslam Devleti imişiz de onlar da halife imiş gibi konuşmalarından rahatsızız.

Ama Diyanet İşleri Başkanlığı'nı neredeyse kabullenmiş durumdayız. Milyarlarca liralık bütçesi, artık dehşet verici bir etki alanına ve kendisine tanınmış yetkiye ulaşmış fetva mekanizmaları, iç ve dış siyasette pek çok bakandan çok daha etkili ve bağımsız duran başkanı ile Diyanet'e dokunmak zorundayız.

Bunu islam diniyle, müslümanlıkla kavga etmek olarak mı göreceğiz? “Aman ilişmeyelim, din karşıtlığı olarak gösterilir” mi diyeceğiz.

Bu çok somut bir mücadele. Diyanet yayınlarının ilkokullarda dağıtılmasını engellemeyeceksek, laik ve bilimsel eğitimden söz etmenin anlamı ne?

Zorunlu din dersleri, kimliklerdeki din hanesi...

- “Türkiye dinsel kurallarla yönetilemez” bildirisi ile bir deklarasyonda bulundu Komünist Parti. O zaman bu söyledikleriniz partinin deklarasyonun somut karşılıkları için de adımlar atacağı anlamına mı geliyor?

Evet ve hayır. Komünist Parti'nin dinselleşme, laiklik ve aydınlanma mücadelesi gibi başlıklarda politik bir konumu var. Sınıfsal temeli olan bir konum bu.

Ama bu konumdan hareketle verilecek mücadelenin bir “parti kampanyası” olarak örgütlenmesi garip olur doğrusu. Komünist Partililerin, zorunlu din eğitimine karşı verilecek mücadelelerde öne çıkmaları, en büyük kararlılığın, en büyük özverilerin onlar tarafından sergilenmesi olması gerekendir. Ama parti, bu mücadeleleri “seçim kampanyasının” bir parçası olarak görmeyecek, örgütlülüğünü, siyasette artık daha da önem kazanmış olan zihin açıklığını, iç eğitim mekanizmalarını verilecek toplumsal mücadelenin hizmetine sunacaktır.

- Komünist Parti kendini biraz geri çekecek diye mi anlamalıyız? Ya da bu alanlarda Komünist Parti adıyla yer almayacak mı?

Bu bizim kıramadığımız bir çarpık ikilem. Bir yerde Komünist Parti olursa insanlar kaçar, korkarlar vs. Böyle değil. Böyle bir şey yok ve böyle düşünmüyoruz. Komünist Parti, mücadele alanlarında öncülük yapar, yön verir, bazen damgasını vurur. Bu onun iktidar yürüyüşünün, adlı adınca devrimci sınıfın ve emekçi halk kesimlerinin öncüsü olarak tekleşmesinin de bir parçasıdır.

Ama parti, kendi tekelini oluşturduğu mücadele alanları oluşturmaya çalışmaz. Daha doğrusu bu bir örgütsel karar olamaz. Bazen gerçekten “değerli yalnızlık” bir tür tekel oluşturma anlamına gelir ama bu objektif ve öze dair bir durumdur.

Siyasal karşılığına geleyim. Parti doğru bildiklerini dayatan, kendi hareket alanını kendi doğruları ile tarif edip, sınırlarını çizen bir şekilde hareket etmemelidir. Doğrularımız bizim silahlarımızdır. Kullanırız. Toplumsal mücadeleye katılanlar bu silahların etkili olduğunu gördükleri ölçüde hem doğrularımızı kabul ederler, hem de doğrularımız bir işe yaramış olur.

Çok temel bir örnek vereceğim. Gericilik öyle bir noktaya geldi ki, sadece laikliği savunarak ona ulaşmak mümkün değil. “Yaşasın laiklik” acıklı bir kofluk barındırıyor. Sadece siyasal alanda dinin kapladığı yeri gündem edinerek, siyasetteki dinselleşmeden kurtulmak mümkün değil. Laiklik artık sadece laiklik için verilen bir mücadeleyle kazanılamayacak. Toplumsal hayatın bütün hücrelerine, bilimi, akılcı düşünceyi ve özgürlük tutkusunu kovarak yerleşen dinselleşmeye karşı bir aydınlanma mücadelesi vermek zorundayız.

Komünistler bunu verilecek mücadelenin sınır çizgileri olarak göremez. Yani “bunu anladıysanız, yürüyelim ama hâlâ kafanız 'laiktir laik kalacak' diye işliyorsa, sizinle işimiz olmaz” diyemeyiz. Niye diyelim?

Vazgeçilmez olduğunu söylediğimiz şeyleri temsil ederiz. Zaten tespitimiz doğruysa, “aman milletin çoluğuna çocuğuna karışmayalım, din düşmanı olarak görülmeyelim” kaygısı güden ama dinselleşmeye, gericiliğe karşı tepkili olan kesimler kısa sürede bazı mücadele alanlarını açmadan yol alınamayacağını göreceklerdir.

Başa dönersem, Komünist Parti kendini geri çekmeyecek. Sadece (tersine de diyebilirdim) kendisini açacak. Türkiye'nin komünist partisinin temsil ettiği birikimi ve mücadelesi ile oluşturduğu tarihsel haklılığını bilen ve takdir eden geniş kesimlerin de beklediği bu. Komünist Parti'nin huzur bulacağı bir keskinlik içine kendini hapsetmesinden korkan dostlarımızı rahatlatacağız. Üstelik bu dostlarımız arasında bir ihtimal olarak bile uzakta tutarak karikatürize ettiğim “yalnızlık tercihi”ni haklı bulanlar da var.

Uzatmak pahasına şu iddiayı da ekleyeyim: Sözünü ettiğim açılma komünist partililerin siyasal heyecanını da partizanlığını da pekiştirecektir.

Kimliksizliğe, ideolojik bulanıklığı besleyen bir örgüt düşmanlığına kafa tutmak için tabelacılık yapmak ise intihardır.

- Bu konuştuklarımızın Komünist Parti'nin önünü açacağını söyleyebiliriz herhalde. Laiklik ve aydınlanma mücadelesi sol için aynı zamanda bir güç haline gelmenin de olanaklarını yaratıyor değil mi?

Topu ters köşeye yollamayı sevdiğimi düşünmeyin. Sadece bazı doğruların gerçekten işe yaramaları için inceltilmeleri gerektiğini düşünüyorum. Özür dileyerek, bu saptamaya kısmen itiraz edeceğim.

Sol'daki “buradan yürürüz” mantığının siyasetin doğasında olan bir oportünizmin devrimci siyaseti bozması anlamına geldiğini düşünüyorum.

Birincisi, “bugün toplumsal çatışmanın bam teli laiklik, buraya yüklenmek lazım” biçimindeki düşünce tarzı, siyasal mücadelenin zaman ve mekan boyutundaki bütünselliğini kaçırıyor. Somut örnekleri de ortada. 15 yıl önce “türbana özgürlük” demagojisinin arkasına takılan demokrasicilik, bugün “gericiliğin bu kadarı da fazla, laiklik istiyoruz” diyerek ortaya çıktığında bazı ezberleri yine gelip diline takıyor.

İkincisi, düzenin bu kadar tıkandığı, gericiliğin ve piyasacılığın insanlık düşmanı yüzünü bu kadar sergilediği, radikalizmin kendisini neredeyse bir zorunluluk olarak dayattığı bir durumda, solun “ne yaparsam iş yapar” diye düşünmek yerine kendi işini yapması lazım.

İki gün önce Enver Aysever'den duyduğum bir cümleyi tekrarlamak istiyorum: Biraz da içinden geleni yapması lazım solcuların.