Eski bakan Çelik'ten manidar sözler: Abdülhamit devri istibdat devridir

Eski Milli Eğitim Eski Bakanı Hüseyin Çelik, kişisel sitesinde yayımladığı yazısında 'Hiç şüphe yok ki, Sultan Abdülhamid dönemi, gerekçesi ister devletin bekası, ister saltanatın bekası, ister hilafetin bekası ve isterse de şahsının bekası olsun, gerekçe ne olursa olsun bir İstibdat devridir. Devletin kurduğu hafiye sistemi terör estirmiş, jurnalcılık ve muhbirlik geçim kapısı haline…

Eski Milli Eğitim Eski Bakanı AKP’li Hüseyin Çelik, kişisel internet sitesinde 2. Adülhamit devri üzerine bir yazı kaleme aldı. Çelik, 3 bölümlük yazı dizisinde dikkat çeken ifadeler kullandı.

Çelik’in, "Sultan II. Abdülhamit İngilizlere niçin sığındı?” başlıklı yazı dizisinde, “Malum, baskıcı rejimler, maskeli insanlardan oluşan münafık bir toplumun oluşmasına yol açarlar. Siz, insanların kendi ülkelerinde, hür zeminlerde, kendilerini ifade etmelerine veya itirazlarını dillendirmelerine müsaade etmezseniz iki şey olur: Bu insanlar, ya yurt dışına çıkarlar veya faaliyetlerini yer altına indirirler. Her iki durumda da kontrolünüzün dışına çıkıyorlar demektir. Konuşan toplumlarda patlamalar olmaz. Ancak susturulan toplumlarda adeta gaz birikmesi gibi sıkışmalar meydana gelir. Böyle durumlarda çoğu zaman küçük bir kıvılcım adeta grizu patlaması gibi sonuçlar doğurur" ifadelerine yer verdi.

'ETRAFINDA EFSANELER ÜRETİYORUZ'

Çelik’in yazısından kimi bölümler şöyle:

"Lineer mantık, bizde ayrıca sublimasyon, yani gereksiz derecede yüceltme, adeta tanrılaştırma denen bir hastalığın yerleşmesine yol açmıştır. Fatih’i, Yavuz’u veya Kanunî’yi mi seviyoruz, onların da insan olduğunu, etten kemikten yaratıldıklarını, aşklarının, sevgilerinin, nefretlerinin, korkularının, endişelerinin ve zaaflarının olduğu gerçeğini unutuyoruz. Sultan Abdülhamid’i mi seviyoruz, onun etrafında efsaneler üretiyor ve onu adeta kutsuyoruz. Atatürk’ü mü seviyoruz, işi adeta tapınma derecesine vardırıyoruz. Tam tersine eğer bu tarihi şahsiyetleri sevmiyorsak, işi nefret derecesine vardırıp sabah akşam onlara hakaret ediyor, iftira ediyor hatta küfrediyoruz."

'BÜTÜN DESPOT REJİMLER BENZERİ MAZERETLERE SIĞINIYORLAR'
"Sultan Abdülhamid de bütün faniler gibi, hatasıyla sevabıyla izler bırakarak bu alemden göçüp gitti. Bize düşen övgü ve sövgü saplantısına düşmeden onu gerçek yüzüyle tanımak ve tanıtmaktır. Onun sıkı idaresine, “Devlet-i Ebed-müddet”, “Devletin Bekası”, “Hilafetin Bekası” gibi mazeretler üretenler bilsinler ki, yanılıyorlar. Çünkü bütün despot rejimler bu ve benzeri mazeretlere sığınıyorlar. Unutmayalım ki, yönetimde esas olan, insanların huzur ve mutluluğudur. Devlet bunu sağlıyorsa bir anlam ifade eder. Günümüz dünyasında da özgürlükleri, güvenlik kaygısına feda eden yönetimler de “kamu düzeni ve güvenliği”, “devletin bekası”, “milli menfaatlerimiz”, “asayişin temini” gibi gerekçeler ileri sürüyorlar."

'HİÇBİR DEVLET İÇİN BAKİLİK SÖZ KONUSU DEĞİLDİR'

"Tarih gösterdi ki, Osmanlı Devleti dahil, hiç bir devlet için “bâkilik” söz konusu değildir. Esasen” Ezelî” ve “Ebedî” sıfatları Allah’tan başka hiç bir şey için kullanılamaz. Mezarlarımızın bile neredeyse hepsinin üstünde “El Bâki, Hüve’l- Bâki” diye yazar. Yani, “Bâki olan sadece O’dur”. Bırakın Bâki olmayı, birçok Müslüman fatih, “Gâlip” olmayı bile, inancının gereği olarak, Allah’a mahsus bir şey olarak kabul etmiştir. Bu yaklaşımdan dolayıdır ki, İspanya’nın güneyinde muhteşem bir medeniyet kuran Endülüs Müslümanları, başta Elhamra Saray’ı olmak üzere, yaptıkları her eserin neredeyse her taşına Yusuf Suresi 21. Ayetten ilham alarak “La Gâlibe İllallah” yani, “Allah’tan başka gâlip yoktur.” sözünü kazımışlardır. Bizim,tarihte galip ve muzaffer diye bildiğimiz kimseler, yaşadıkları sürece kimseye mağlup olmasalar da eninde sonunda ecele yani ölüme mağlup olmuşlardır."

“ABDÜLHAMİT DEVRİ İSTİBDATTIR”

"Hiç şüphe yok ki, Sultan Abdülhamid dönemi, gerekçesi ister devletin bekası, ister saltanatın bekası, ister hilafetin bekası ve isterse de şahsının bekası olsun, gerekçe ne olursa olsun bir İstibdat devridir. Devletin kurduğu hafiye sistemi terör estirmiş, jurnalcılık ve muhbirlik geçim kapısı haline gelmiştir. Bizim muhafazakar camia, Sultan Abdülhamid devrinin “İstibdat Devri” olarak nitelendirilmesinden hiç hoşlanmaz. Gerekçe olarak da “o zamanın şartları”nı ileri sürerler. Bu yaklaşımla, ulusalcı Kemalistlerin tek parti dönemindeki baskıcı uygulamalara, meşrulaştırıcı kılıflar uydurmaları arasında özünde bir fark yoktur."

SUSTURULAN TOPLUMLARDA GAZ BİRİKMESİ GİBİ SIKIŞMALAR MEYDANA GELİR

"Malum, baskıcı rejimler, maskeli insanlardan oluşan münafık bir toplumun oluşmasına yol açarlar. Siz, insanların kendi ülkelerinde, hür zeminlerde, kendilerini ifade etmelerine veya itirazlarını dillendirmelerine müsaade etmezseniz iki şey olur: Bu insanlar, ya yurt dışına çıkarlar veya faaliyetlerini yer altına indirirler. Her iki durumda da kontrolünüzün dışına çıkıyorlar demektir. Konuşan toplumlarda patlamalar olmaz. Ancak susturulan toplumlarda adeta gaz birikmesi gibi sıkışmalar meydana gelir. Böyle durumlarda çoğu zaman küçük bir kıvılcım adeta grizu patlaması gibi sonuçlar doğurur.

Nitekim, Sultan Abdülhamid döneminde de böyle olmuştur. Sultan Abdülaziz döneminde İstanbul’da, dertlerini dile getirmelerine müsaade edilmeyen ve sürgünlere gönderilen Yeni Osmanlılar’ın, (Namık Kemal, Ziya Paşa, Ali Suavi ve diğerleri) yurt dışında yürüttükleri muhalefet, onların oluşturduğu fikrî ve politik zemin üzerine I. Meşrûtiyet ilan edilmiştir. Kısa bir süre sonra Meşrûtiyet’in, yani padişahın yetkilerinin sınırlandırılması ve Millet Meclisi’nin kurulmasını esas alan rejimin ortadan kaldırılması, Türkiye’deki ikinci nesil muhalefet hareketi olan Jön Türkler’in ortaya çıkmasına yol açmıştır. Ağırlıklı olarak Kahire, Londra, Cenevre ve Paris’te faaliyet gösteren Jön Türkler, içerdeki sivil ve asker gayrimemnunlarla da sıkı bağlar kurunca II. Meşrûtiyet’i, bir emrivaki ile ilan ettiler ve Sultan buna boyun eğmek zorunda kaldı. Partileşen örgüt,İttihat ve Terakki olarak kısa zamanda bütün iktidarı eline aldı."