Erdoğan'ın Almanya ziyaretinin ardından: Bölgede yeni ittifak mı?

Erdoğan’ın bir ABD’de, bir Almanya’da, bir Rusya’da elinde not defteriyle dolaşmasında şaşıracak bir şey yok, anlamayacak da. Türkiye eksen mi değiştiriyormuş, dünyanın çivisi çıkmış, eksen ne ola ki.

DW'den Jens Thurau, Alman devletinin Erdoğan’ı karşılama biçimini eleştirdiği yazısında şöyle diyordu: “Berlin’in sokaklarında insanlar Ankara'nın hükümdarı için yapılan hazırlıkları şaşkınlıkla izliyor: Başbakanlık binasının ve Adlon Oteli'nin yakınlarındaki binaların çatılarına konuşlandırılan keskin nişancılar, uzun hatlar boyunca kapatılan caddeler... Amerikan başkanlarının, Kraliçe'nin ya da Papa'nın ziyaretlerinden alışıldık olunan bir durum, bu. Tüm bunlar; basın toplantısı, akşam yemeği, alınan yüksek güvenlik önlemleri insanın aklına şu soruyu getiriyor: Her şey bir nebze daha alçakgönüllü planlanamaz mıydı?”

Anlaşılan Alman devleti Erdoğan yönetimini hazır muhtaç durumda yakalamışken, gururunu da okşamayı ihmal etmemiş, ona Türkiye’de alışık olduğu ihtimamı göstermiş. Alman siyaseti geleneğinin bilinen yöntemlerinden birisi de koltuğuna almaya hazırlandığı ülkelerin liderine gösterilen ihtimamdır.

Can Dündar meselesinin de bu incelikli planda yeri var anlaşılan. Gazetecilerin anlattığına göre normalde bu tür ziyaretlerde basın toplantılarının yapıldığı salon yüzlerce gazeteciyi alacak büyüklükte, ancak bu sefer bunun yerine küçük bir salon tercih edilmiş ve daha önce Türk basını için akreditasyon gerekmezken bu sefer hem de Türk Büyükelçiliğinden “akredite” olabilenler salona alınmış. Belli ki sorun çıkmasın istenmiş, ama aynı merkez Can Dündar’a akreditasyon verip ortalığı bulandırmayı da ihmal etmemiş.

Alman siyasetinde ziyaret, Erdoğan’la gerekli mesafenin korunmaması, fazla ihtimam gösterilmesi, Can Dündar gibi konularda Merkel yönetiminin geri adım atması gibi başlıklarda eleştirildi. Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier ise ziyaretin ikili ilişkilerde normalleşme anlamına gelmediğini söyledi. Ancak ne Türkiye’nin ne de Almanya’nın böyle bir “normalleşme” beklentisi yok. O yüzden bu demokratik hassasiyetli açıklamaların bu ziyaretin içeriği ve hedefi itibariyle pek bir anlamı da yok. 

Bunlar ziyaretin aslında küçük ama tabloyu tamamlayan parçaları. Erdoğan bir açıdan istediğini aldı ama her an ensesinde korkuyu da hissederek, dünyadaki imajı ustalıklı şekilde hatırlatılarak. 

Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Başkanı Nail Olpak, AA’ya verdiği mülakatta, Almanya ziyaretinin kendileri açısından başarılı geçmesini “Alman şirketlerinin üst düzey yetkilileri ile görüştürmeyi amaçlamıştık ve amacımıza ulaştık" sözleriyle açıkladı. 25 büyük Alman şirketinin üst düzey yöneticileriyle toplantı yapıldığını, Erdoğan’ın bu görüşmede konuşulanları tek tek not aldığını aktaran Olpak, "iki ülkenin ticaret hacminin orta vadede 40 milyar doların üzerine çıkarılması ve Alman firmalarıyla başka ülkelerde işbirliğini artırmayı” hedeflediklerini de ekledi.  

Erdoğan bu ara bol bol not alıyor, geçenlerde de Türkiye’de faaliyet gösteren ABD şirketlerini sarayda ağırlamış, onların dediklerini not almış, güven vermeye çalışmıştı.

Aslında Almanya’nın Türkiye’ye ihracatı toplam ihracatının çok çok küçük bir parçası. 2017’de 1 trilyon 279,4 milyar avroluk ihracat yapmış Almanya, Türkiye ile hedeflenen ticaret hacmine ulaşılması durumunda dahi Türkiye’nin ekonomik açıdan Alman ekonomisi için kritik bir yerde durduğunu söylemek zor. 

Almanya açısından asıl kritik olan AB devinin bölgeye dönük siyasi motivasyonu ve Türkiye’nin dağılan ekonomik dengesinin AB’ye doğru yayılacak zincirleme bir reaksiyona neden olma tehlikesi. Bunların yanında Alman merkez siyaseti gücünü koruyabilmek için Türkiye ile yürürlükte olan mülteci anlaşmasına ihtiyaç duymaya devam ediyor, çünkü Alman faşist sağı yükselen bir tehdit.

Alman sosyal demokrasisi hâlâ satılabilir bir mal olarak görünmekle birlikte, Alman sermayesi dünya siyasetinde emperyal hevesleriyle uygun daha etkin bir aktör olacağını açıkça ilan etmişti. Yemen savaşındaki rolü nedeniyle eleştirdiği Suudi yönetimiyle yaşanan gerginliğin kısa sürede “yanlış anlaşılma” denilerek geçiştirilmesi ve 254 milyon avroluk silah ihracatı yapılmasına onay verilmesinin, AB’nin demokratik tartışmalarıyla herhalde uzak yakın ilgisi yok. Tıpkı Türkiye ile kurulan ilişkiler gibi.

Türkiye ile ilişkilerdeki esas motivasyon bölgede yeniden kurulan denklemlerde Almanya’nın rolünü artırma gayreti. Türkiye’nin ortasında yer aldığı bölge köpeksiz köyde değneksiz gezenlerle dolu. 

ABD artık bölgede oyun kurucu olmaktan çok, kurulmaya aday oyunları bozma tehdidi taşıyan bir role geçiş yaptı. Suriye bunun en bariz örneği. Şimdi ortaya çıkan boşluğu tek başına doldurmaya gücü yetmeyen Rusya, Almanya ve bağımlı değişken olarak Türkiye görünüyor. Almanya İngiltere’nin AB içindeki iddiasından geri çekilmesi nedeniyle ABD-Almanya arasında salınan Fransa’yı da yanına alarak bölgede Rusya ve Türkiye’nin dahil olduğu bir denklemde etkin bir role talip. Suriye, bu dirsek temaslarının ilk hedefi haline gelebilir. 

Bu tabloda Erdoğan’ın bir ABD’de, bir Almanya’da, bir Rusya’da elinde not defteriyle dolaşmasında şaşıracak bir şey yok, anlamayacak da. Türkiye eksen mi değiştiriyormuş, dünyanın çivisi çıkmış, eksen ne ola ki.