Erdoğan Suriye'de şansını daha fazla zorlar mı?

Bu kadarı da fazla denilebilir; ABD ve Rusya anlaşmış, Suriye devleti PYD’yi terörist olarak görmediklerini ilan etmişken, Türkiye kim oluyor, bu cesareti ve özgüveni nereden alıyor, diye sorulabilir. Ama kaybedecek bir şeyi olmayandan her şey beklenir, hele kendi sonunun geldiğini düşünmeye başlamışsa.

Volkan Algan

Geçtiğimiz hafta şöyle yazmıştık: AKP'nin Suriye konusundaki takıntısı yalnızca buraya çok yatırım yapmış olmasından değil, burada yenildiğini kabullenmesinin kendisini iktidara taşıyan koşulların ortadan kalktığının ilanı anlamına geleceğini bilmesinden kaynaklanıyor. Şimdi elinde yalnız provokasyon kartı kaldı. Yaparlar mı? Deniyorlar zaten, ama tutmuyor. Bir diğer seçenek eli büyütüp savaş çıkarma noktasına kadar işi sürüklemek. Ama bunun için de en az birkaç ortak gerekiyor.

Şimdi bunu, en azından denediklerini, tartıştıklarını anlıyoruz. Zaten işaretleri veriliyordu, Independent gazetesinin ünlü Ortadoğu muhabiri Patrick Cockburn açık açık yazdı; Suriye'de dengelerin Esad ve Kürtler lehine değiştiğini, Erdoğan'ın böyle bir yenilgidense Suriye'ye askeri operasyon başlatabileceğini…

Gazeteci Fehim Taştekin aranan suç ortağı konusunda malum yeri işaret etti: Rojava’dan önce konuşulan müdahale alanı Cerablus ve Azez-Mera hattıydı. Türkiye’nin tampon bölge oluşturmak için can attığı yer. Afrin ve Kobani arasında yer alan bu bölgeye girmek, Rus savaş uçaklarının misilleme yapmak için pusuda bekliyor olması nedeniyle mantıklı bir oyun değil. Ancak Rus uçağının düşürülmesinde olduğu gibi Türkiye öngörülebilir ülke olmaktan çıktığından beri artık kimse mantık aramıyor. Bu bölgenin doğu yakasını IŞİD batı yakasını Türkiye’nin desteklediği öteki örgütler tutuyor. Hele Başbakan Ahmet Davutoğlu, Suudi Kralı Selman’la görüşmeye Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la gidince ister istemez şu soru elzem hale geliyor: “Suudi finansörlüğünde bir macera mı?”

Cockburn’un aktardığına göre Fransız düzensiz savaş ve Ortadoğu uzmanı Gerard Challiand, önceki hafta Erbil'de konuşurken “Eğer Türkiye'nin lideri Erdoğan olmasaydı, Türkler [Kuzey Suriye'ye] askeri müdahale yapmaz derdim. Ama lider Erdoğan olduğu için sanırım yapacaklar”.

Bu kadarı da fazla denilebilir; ABD ve Rusya anlaşmış, Suriye devleti PYD’yi terörist olarak görmediklerini ilan etmişken, Türkiye kim oluyor, bu cesareti ve özgüveni nereden alıyor, diye sorulabilir. Kaybedecek bir şeyi olmayandan her şey beklenir, hele kendi sonunun geldiğini düşünmeye başlamışsa.

Türkiye klasik diplomasi kanalları ile yol alması mümkün olmayan bir ülke artık. Taştekin Türkiye’nin bölgedeki durumunu şöyle özetliyor: Batılı müttefikleri nezdinde Ankara hâlâ şantaj ya da tehditlerle sözünü dinletebiliyorsa bunu sahip olduğu siyasi ve diplomatik krediye değil Türkiye’nin coğrafi konumunu kullanarak yaratacağı sorunların büyüklüğüne borçlu. Suriye’deki ‘sakıncalı’ örgütlere militan ya da silah taşıma, Avrupa’ya karşı mülteci baskısını kullanma ya da etki ettiği gruplarla siyasi çözüm sürecini sabote etme türünden kartlar... Sorun yaratma araçlarını yitirdiği an zurnanın zırt dediği yerden nasıl çalacağını az çok tahmin ediyoruz.

ÇÜRÜDÜKÇE KOKUYOR

Radikal yazarı Cengiz Çandar, Cenevre tartışmalarıyla ilgili şöyle yazdı: Suriye üzerinde ABD-Rusya uzlaşması olur ve tutarsa, Sykes-Picot-II olabilir mi? Cenevre-III bunu getirebilir mi? Sanmıyorum. Belki Cenevre-IV, belki Cenevre-V gerekebilir. Oyuncular değişebilir. Türkiye’dekiler de bu ihtimale dahil…

Bu senaryonun kabak tadı verdiği ortada. AKP gidebilir, gitti, gidiyor diye en azından 3 yıldır tartışıyoruz ama bir yere gittiği de yok; seçim yapılıyor, yine tek başına iktidara geliyor, yetmezmiş gibi yeni anayasa hazırlamaya girişiyor. Erdoğan tek adamlığını sürdürmeye, hukuku hiçe saymaya, memleketi babasının çiftliği gibi yönetmeye devam ediyor.

İşin bir tarafı böyle ya diğer tarafı…

Diğer tarafta işler gittikçe karmaşıklaşıyor. Çünkü orada basiretsiz düzen içi muhalefet falan yok; Ortadoğu var, ABD var, Rusya var ve savaş ihtimali var. AKP’nin iç siyasette de elini güçlendiren uluslararası politik koşulların hızla değiştiği, aradaki açının açıldığı görülüyor.

Şaka değil, “attırırım sınırdan 3 bomba” denilerek halledilecek işler hiç değil, muhtarları çağırıp Kılıçdaroğlu’na, kaymakamları çağırıp Demirtaş’a sataşmaya benzemiyor.

AKP bir siyasi ceset demiştik, çürüdükçe kokusu dayanılmaz oluyor.

Bölgesel liderlik, Osmanlı’yı diriltme iddiasından, NATO’nun 2. büyük silahlı gücüne sahip ülke olarak bir kolordusu kadar bile militana sahip olmayan PYD’nin Cenevre görüşmelerine katılmasını engellemeyi diplomatik başarı sayan bir seviyeye düştüler.

Düştüler de ne oldu: Hafta sonu ABD Başkanı’nın Suriye Özel Temsilcisi Brett McGurk, yanına İngiliz ve Fransız temsilcilerini alarak, adeta bir gösteri halinde, Kobani’yi ziyaret etti. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Başbakan Ahmet Davutoğlu her gün basbas, ‘PYD de teröristtir’ diye bağırıyor … tam bunların yapıldığı bir sırada, ABD’nin Suriye’ye en yüksek yetkilisi, kalkıyor Kobani’ye gidiyor;  PYD, YPG ve özerk yönetimi oluşturan Tev-Dem yetkilileriyle iki gün geçiriyor.

ABD Kürtleri çok sevdiği için yapmıyor elbette bunları. Ne var ki baş emperyalistin artık tek ata büyük yatırım yapmasına, taşeronları arasında sarsılmaz bir hiyerarşi geliştirmesine şu anda gerek yok. BOP’un Eş Başkanlığı gibi sıfatlardan söz ediyoruz.

Önceki hafta yaşanan “Biden şov” ise hâlâ hafızalarda.

Bir siyasi hareket düşünün ki boyuna posuna bakmadan, aynı anda, hem yıllardır dışlandığını söylediği devleti hem de bölgeyi fethe kalkıyor ama sonra tüm hevesi kursağında kalıyor. Kolay değil, tıpta falan da bir adı vardır belki bu ani irtifa kaybının yarattığı travmanın. Gerçeklik algısının kırılması, olan biteni kavramakta zorluk çekme bu sendromun getirileri arasında anlaşılan.

Peki, nereye kadar?