CHP PM Üyesi İlhan Cihaner seçim krizini soL’a değerlendirdi: Oy için verilen mücadele YSK kararı için verilemedi

'Beni asıl şaşırtan niye şu soru sorulmuyor: AKP/MHP koalisyonu 23 Haziran’ı kazanırsa, biz kazandığımız 31 Mart’ı ne yapacağız? Çalınmış bir seçim sonrası, aynı eşitsiz koşullarda ve hukuk dışı hakemlikle yapılmış ikinci seçimi tanıyacak mıyız? İşte bu durum, bence seçimi çift taraflı Rus ruletine çeviriyor.'

soL - Haber Merkezi

CHP Parti Meclisi Üyesi İlhan Cihaner, YSK'nin İstanbul seçimini iptal etmesi sonrası gelişmeleri soL'a değerlendirdi. "Çok gergin günler geçecek. Provokasyon ve kırılganlıklara karşı uyanık olunmalı" diyen Cihaner, "Ayrıca seçimin her sonucunun açtığı fırsatlar ve riskler olacaktır. Ve asıl işimiz sonra başlayacak. Memleketin temel çelişki ve sorunları daha derinleşmiş olarak bizi bekliyor olacak. Yaşanan siyasallaşmanın, mücadelesini verdiğimiz değerlerle bağını kurmaya çalışmalıyız" ifadelerini kullandı.

Cihaner'in soL'un sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

-Haziran seçimlerinden sonra CHP, AKP ile bir ay boyunca hükümet kurma görüşmesi yapmış ama o bir ay boyunca AKP’nin anlaşmaya yanaşmadığını açıklamıştı. Sonuçta bu bir aylık oyalanma AKP’nin ülkeyi 1 Kasım seçimine taşımasına yardım etmişti. 31 Mart’tan sonra bir dejavu mu yaşıyoruz?

7 Haziran – 1 Kasım ile 31 Mart- 23 Haziran benzerliği çok kuruluyor. Her iki tarih aralığının rejimin kritik aşamalarından olduğu tartışmasız.  7 Haziran – 1 Kasım arası yaşananlar parlamenter demokratik sistemden kopuşun ilk kaba işaretlerindendi. Yüzlerce insanımızın yaşamına mal olan kanlı provokasyonlar ve bunun iktidar tarafından alabildiğine kötüye kullanıldığı günlerdi. Seçimden birinci çıkan AKP genel başkanı görevi iade ettikten sonra hükümeti kurma görevi muhalefete verilmeliydi. Oysa bu görev verilmedi ve 1 Kasım seçimi ilan edildi. Parlamenter sistemin/temsili demokrasinin en temel kuralı yok sayıldı, Anayasa ihlal edildi. Artık dönüp bakınca CHP birinci parti çıksaydı da hükümeti kurma görevi verilmeyecekti diyebiliriz! Yani iktidarın sandıkla/seçimle değişmesi kuralı ilk o zaman ihlal edildi. Görevi vermeyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, bunu “cumhurbaşkanının takdiridir" diyerek meşrulaştıran da Davutoğlu’ydu. Doğrudan kişisel inisiyatifle yapılan bu ihlal YSK eliyle yapılandan daha vahimdi. Mühürsüz seçim, ittifak yasası, YSK üyelerinin görev sürelerinin uzatılması gibi vahim uğraklardan sonra 31 Mart ve İstanbul seçimlerinin iptaline geldik. Oysa ilk mücadele hattını/mevziiyi 7 Haziran’da kursaydık şimdi sırtımızı demokrasinin asgarisi olan sandığa dayamamış ve AKP’ye aradaki adımları atma iznini vermemiş olacaktık. Süreçlerdeki benzerlik ve ayrılıklara gelirsek: İstikşafı’nın yerini YSK itirazları almış görünüyor. Her ikisinde de gören gözler için iktidarın kararı baştan belliydi. Haziran/Kasım arasındaki kanlı sürecin tekrarlanacağını sanmıyorum. Bunu göze alamayacaklarından değil, hissim bu. Seçmen bu kadar krediden sonra faturayı iktidara keser diye yaşanmaz o kanlı süreç. Kaba deyişle artık “yemezler!”. 

Bende dejavu hissi yaratan daha çok muhalefetin “kazandığı” için yeterince mücadele etmiyor izlenimi, iktidarı elde etmek için bir manivela olabilecek fırsatları kaçırması, demokratik ve siyasi tarihte yeri olan, sonuç alıcı ve devrimci başka yöntemlerle siyasete müdahale etmekten kaçınması. İktidarın çizdiği sınırlarda kalması. Bu sadece konformizm ve iktidar perspektifi yoksunluğundan mı, yoksa değişen rejime uyum iradesinden mi? Şu seçim fırtınası dinip siyaset konuşmaya, yapmaya başladığımızda göreceğiz, tartışacağız.

CHP ETKİLİ BİR TEPKİ VEREMEDİ

-AKP’nin seçimi iptal etmesinde CHP’nin hem AKP’nin oyalamalarına, hem de Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik linç girişimine yeterli tepkiyi göstermemiş olmasının büyük etkisi olduğu söyleniyor. Var mı etkisi? CHP’nin bu gelişmeler karşısındaki tutumunu siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Özellikle Genel Başkanımıza yönelik linç girişimine yeterince tepki örgütleyemediğimiz ve bunun iptal kararı için birilerini cesaretlendirdiği yorumuna katılıyorum. Seçim gündemi olmasa bile daha büyük tepkiler örgütlenmeliydi. Mesela aynı gün İstanbul’da hazır toplanmış bir kitle varken –tabii ki barışçıl ve demokratik- büyük bir tepki verilebilirdi. Sonrasında da örgütlenebilirdi. Sadece linç girişimi değil bazı seçilenlere KHK’lı olduğu için mazbata verilmemesine topyekûn bir karşı çıkış olsaydı, YSK’nın oyalama ve tepki ölçme niteliğindeki hukuk dışı kararlarına da yeterince tepki verilebilseydi bu iptal kararına cesaret edilemezdi diye düşünüyorum. Tepkiden kastım fiili ve siyasi tepki doğal olarak. Mesela Maltepe mitingi bir kutlama mitingi değil uyarı mitingi olmalıydı. Bu konuda yeterince yaratıcı ve etkili yol/yöntem bulunabilirdi.  

İstanbul’un ilçelerinde örgütümüzün tek bir oy için verdiği insanüstü mücadele YSK için verilmesi gereken siyasi mücadeleye yansımadı. Hatta bir ara YSK'ya güven duyulduğu bile telaffuz edildi. Oysa o itirazlar ve oyalamaların tamamı YSK’ya iptal için zemin oluşturmak amacını taşıyordu. Nitekim tüm iddialar çürütülmesine rağmen, zaten en başta herkesçe malum olan uyduruk bir gerekçe ile seçim gasp edildi. 

-CHP PM YSK’nin iptal kararının ardından yaptığı toplantıdan sonra seçimin sadece İBB’de değil bütün ilçelerde yenilenmesi gerektiği açıklamasını yaptı. Ne tür bir sonuç umuluyor olabilir iptali böylesine genişletme çabasından?

Hukuk dışı olan iptal kararının “mantıksal sonucu” böyle bir sonucu zorunlu kılmakta. Sanırım başka partiler ve Turgut Kazan da ilçe seçimlerinin ve 24 Haziran seçimlerinin de iptalini istediler. Başvuru yapan partilerin iptal beklediklerini düşünmüyorum. Daha çok YSK kararı ve AKP/MHP koalisyonunun iddialarının tutarsızlığını vurgulamak için yapılmış bir başvuru bence. Galiba iletişim ve propaganda olarak başarılı bir pratiğe de dönüştü bu başvuru. Zaten “hukuki aktivizmle” sonuç almak epeydir imkânsız ülkemizde. 

AKP/MHP KOALİSYONU “RUS RULETİ” OYNUYOR

-Haziran’daki seçimden yine İmamoğlu’nun zaferle çıktığını varsayalım, AKP’nin yeniden itiraz etmeyeceğinin ve yeniden seçim istemeyeceğinin bir garantisi var mı?

Garantisi yok ama sağlanabilir. Bu süreçte atılacak adımlar ve izlenecek politikalarla sağlanabilir. Mesela 31 Mart'la ilgili “şunlar yapılmalıydı” dediklerimiz yapılabilir. Net ve açık bir kazanımla sonuçlanmış ikinci seçimin sonucunun tanınmaması şimdiki gibi geçiştirilemez. Bu tepkiler siyasi aktörlerin kontrolünde de olmayabilir. Bu süreçte yaşanacak siyasallaşmayı da düşünürsek bu kadar kaba bir ihlal de olmaz sanki. Bunu rejimin açık faşizme geçip geçmediği tartışmasından bağımsız söylüyorum. Tamam AKP/MHP koalisyonu sandığı yok saydı ama kendi kitlesine de yeniden sandığı işaret etti. İktidar muhalefetin açık ve net bir seçim başarısını tekrar gasp ederse, kendi kitlesini bile elitleri hariç eskisi gibi mobilize edemez. Bunun için yapacağımız şeylerden birisi AKP/MHP seçmenine şimdiden sandık sonucuna saygıyı benimsetmeye/hatırlatmaya çalışmak. Elinde sadece zor aygıtı kalmış bir faşizm çok devam edemez. En kötü ihtimalle işaretlerini gördüğümüz kendi içinden yarılma oluşur. Bir anlamda AKP/MHP koalisyonu “Rus ruleti” oynuyor.

Beni asıl şaşırtan niye şu soru sorulmuyor: AKP/MHP koalisyonu 23 Haziran’ı kazanırsa, biz kazandığımız 31 Mart’ı ne yapacağız? Çalınmış bir seçim sonrası, aynı eşitsiz koşullarda ve hukuk dışı hakemlikle yapılmış ikinci seçimi tanıyacak mıyız? İşte bu durum, bence seçimi çift taraflı Rus ruletine çeviriyor. 

-CHP neden boykotu hiç gündeme getirmedi? Bunu talep edenler olduğu biliniyor ama partideki genel eğilim seçimlere katılma yönünde oldu. Bu tercihin nedeni ne?

Boykot tartışmasını artık geride bırakalım çünkü tartışma açması bile lince neden olabiliyor parti içinde! Ben başlangıçta boykottan yana olmakla birlikte, bu konjonktürde “üzerinde tüm aktörlerin uzlaştığı bir boykot yoksa bu kez tam tersi, büyük bir seçim seferberliğine girişilmesi gerektiği” görüşüne katılıyorum. Ek olarak boykot olacaksa bunun “aktif boykot” şeklinde yapılması ve hatta tüm siyasi ajanlarda iktidarı yalnız bırakma cesareti, iktidara gelinceye kadar mücadele azmi ve direnci yoksa da boykota girişilmemesi düşüncesindeyim. Yani bir yandan seçime girmeyip öte yandan TBMM’de yan yana çalışamazsınız. İBB seçimini boykot edip ilçede belediye meclisi toplayamazsınız. Ama anlaşılıyor ki bu devrimci ve oyun kurucu tercihe ana siyasi dinamikler uzak (Bu uzaklığı sonra tartışalım!).

Bu durumda bize düşen seçime tereddütsüz asılıp, AKP/MHP koalisyonunu bir kez daha yenilgiye uğratıp sonrasında da buna sahip çıkmak için elimizden geleni yapmak.   

YENİ FIRSATLAR VE RİSKLER ORTAYA ÇIKIYOR

-Sizce normal bir seçim süreci bekliyor mu bizi?

Sıradan olmayacağı açık. Hatta belki dünya siyasi tarihine geçecek özgün koşullarda yapılacak seçim. Bizim de bu sıra dışılığın hakkını vermemiz gerekecek. AKP/MHP koalisyonu yenilmez değil tabii. Daha önce yenildi. Ancak AKP/MHP koalisyonunun bu seçimin moral/siyasi sonuçlarını şansa bırakmama hesabı, kazanacakları kestirimi ve planı ile yola çıktığını, cüret, kabiliyet ve olanaklarının muhalefetten çok fazla olduğunu bilmeliyiz. O nedenle “AKP/MHP’liler rahatsız, bu kez yüzde altmışla alacağız” gibi söylemlerin rehavetine kapılmamalıyız. 

Baroların seçim sürecine dahil olmaları, sanatçıların seslerini yükseltmeleri gibi girişimler çok kıymetli. Mesela Latin Amerika’da seçim yolsuzluklarına karşı değişik dozlarda mücadele pratiği olmuş. Bir kısmı zaten seçimin doğasının yarattığı bizde de gelişen hareketler: Seçim hilelerini ispatlamak için etkinlikler düzenlemek, seçim bilirkişiliği, seçim müşahitliği seferberliği, yürüyüşler, oturma eylemleri, vs. Ama giderek seçim sonrasını ilgilendiren “halk meşruluğu” denilen gerçek sonuçları yürürlüğe koymak, gölge meclisler kurmak, koltuğa asıl seçileni oturtmak, vs. gibi daha ileri hareketler oluşmuş. Bu örnekleri sandık eksenli siyasallaşmanın önemini vurgulamak ve demokrasi için bazen daha fazla şeyin göze alınması gerektiğini hatırlatmak için verdim. 

Çok gergin günler geçecek. Provokasyon ve kırılganlıklara karşı uyanık olunmalı.

Ayrıca seçimin her sonucunun açtığı fırsatlar ve riskler olacaktır. Ve asıl işimiz sonra başlayacak. Memleketin temel çelişki ve sorunları daha derinleşmiş olarak bizi bekliyor olacak. Yaşanan siyasallaşmanın, mücadelesini verdiğimiz değerlerle bağını kurmaya çalışmalıyız.