Bilim emekçilerine çağrı

Üniversite Konseyleri Derneği, düzenlediği Genel Kurul sonrası bir deklarasyon yayımladı. Konsey'in adının 'Üniversite Katılımcıları Derneği' olarak değiştirildiğinin belirtildiği açıklamada, 'ÜKD, kurulduğu gündeki coşkusu ile, bilim emekçilerine yeniden çağrıda bulunmaktadır: Kapitalizmin bize dayattığı bir akademik sisteme muhtaç olmadığımızı görmeli, başka bir dünyanın…

Haber Merkezi

Üniversite Katılımcıları Derneği (ÜKD) geçtiğimiz günlerde topladığı Genel Kurul'un ardından bilim emekçilerine çağrıda bulundu.

"ÜKD, kurulduğu gündeki coşkusu ile, bilim emekçilerine yeniden çağrıda bulunmaktadır: Kapitalizmin bize dayattığı bir akademik sisteme muhtaç olmadığımızı görmeli, başka bir dünyanın başka bir akademiyi yaratabileceği fikriyle örgütlenmeliyiz" denilen deklarasyonda, "Bunca yetişmiş insana, bunca gelişmiş teknolojilere rağmen insanlık geçmiş çağlardan kalma sorunları halen yaşayabiliyorsa, bunun sorumlusu kapitalizmin kendisidir. Emeğin niteliğinin mümkün olan en üst düzeye ulaştığı yerde, bilim kurumlarında bu bilincin yerleşmesi, ülkemizi ve dünyayı aydınlık bir geleceğe taşımanın çok önemli bir adımıdır. ÜKD, Türkiye’nin bilim emekçilerini hep birlikte bu adımı atmaya davet etmektedir. Sorumluluk alalım, ÜKD’de örgütlenelim, mücadele edelim… Ve hep birlikte kazanalım!" çağrısı yer aldı.

Genel Kurul'da iktisadi krizin bilim emekçilerine nasıl yansıyacağı sorusu üzerinde durulduğu belirtilirken, "Yakın zamanda İstanbul’da bir vakıf üniversitesinde örneğini gördüğümüz toplu işten çıkarmalar, sorunun yakıcılığını net bir şekilde ortaya koymaktadır. Dolayısıyla, kriz olgusuna dair genel doğruların hatırlatılması kadar, Türkiye’de ve dünyada akademik sistemin güncel eğilimlerinin tespit edilmesi de önem taşımaktadır" denildi.

ÜKD'nin Genel Kurul sonrası yayımladığı deklarasyon şu şekilde:

Üniversite Konseyleri Derneği olarak geçtiğimiz günlerde olağan Genel Kurul toplantımızı gerçekleştirmiş bulunuyoruz. Genel Kurul kararımız doğrultusunda, üniversitelerin güncel durumuna dair tespitlerimizi ve yeni döneme dair mücadele perspektifimizi dostlarımızla paylaşmak amacıyla bu deklarasyonu kamuoyunun ilgisine sunuyoruz. 

Öncelikle, resmi bir zorunluluk nedeniyle derneğimizin adının değiştirilmesi hususunda kamuoyunu bilgilendirmek isteriz. “Konsey” sözcüğünün üniversitelerin kurumsal yapısı içinde kullanılan bir terim olduğu gerekçesiyle resmi makamlar tarafından derneğimizin adının değiştirilmesi istenmiş, konu Genel Kurul toplantımızda görüşüldükten sonra derneğimizin isminin “Üniversite Katılımcıları Derneği” olarak değiştirilmesi kabul edilmiştir. Bu durum her ne kadar bizlerin tercihi olmasa da, Türkiye’nin yakın geçmişinde üniversite emekçilerinin hak mücadelelerinde önemli bir yer tutmuş olan derneğimizin çalışmalarından enerji çalacak sorunlarla karşılaşmamak adına bu kararı almış bulunuyoruz. ÜKD, önüne koyduğu görevleri her koşulda yerine getirme azim ve kararlığına sahiptir; konuyla ilgili tutumumuzun da bu yaklaşımımızın bir ifadesi olarak değerlendirileceğini umuyoruz. 

Genel Kurul’umuz, içinden geçtiğimiz dönemin belirleyici olgusu olan iktisadi krizin bilim emekçilerine nasıl yansıyacağı sorusu üzerinde durmuştur. Yakın zamanda İstanbul’da bir vakıf üniversitesinde örneğini gördüğümüz toplu işten çıkarmalar, sorunun yakıcılığını net bir şekilde ortaya koymaktadır. Dolayısıyla, kriz olgusuna dair genel doğruların hatırlatılması kadar, Türkiye’de ve dünyada akademik sistemin güncel eğilimlerinin tespit edilmesi de önem taşımaktadır. 

Kriz olgusuna dair en önemli husus, kuşkusuz ki, krizin kapitalizmin kurtulamayacağı bir parçası olmasıdır. Kendisini bazen ücretlerde düşüşle, bazen işten çıkarmalarla gösteren bu olguyu görünmez kılmak amacıyla çeşitli mekanizmalar kullanılmaktadır. Geçmişte yaşanan krizlerde, krizin şiddetinin görece düşük olduğu uğraklarda öncelikle sosyal ücretlerin budanması, emekçilerin iş yükü artırılarak kâr oranlarının korunmaya çalışılması gibi yöntemler tercih edilmiştir. 2008’den bu yana tüm dünyada etkileri hissedilen ve son dönemde ülkemizde kendini siyasi ve toplumsal sorunlarla da dışa vuran kriz de bu açıdan istisna teşkil etmemektedir. Ancak ülkemiz açısından görece yeni olan bir durum, akademik sistemin de artık yeterince büyük bir “işsizler ordusu”na sahip olmasıdır. Türkiye’de son yirmi yılda çok sayıda üniversite açılmış, lisansüstü programların sayısı plansız şekilde artmış, kapitalizmin vahşi yüzünü gizleme gereksinimi duymadığı sektörlerden kaçma eğiliminde olan çok sayıda eğitimli insan akademik sisteme yönelmiştir. Mevcut durumda üniversitelerin “kapitalist sistemin herhangi bir işletmesi olma” vasfının pervasızca ortaya konduğu örnekler vaka-i adiyeden sayılır olmuştur; işsizler ordusunun varlığı göz önüne alındığında bu durum kolayca anlaşılmaktadır. 

Güncel durumun bir başka özelliği, emek süreçlerinin giderek daha fazla esnekleşmesi ve parça başı işler üzerinden istihdamın büyük bir hızla yaygınlaşıyor olmasıdır. Esnekleşme, iş tanımlarının belirsizleşmesi, çalışma sürelerinin belirsizleşmesi, güvencesiz ve süreli istihdam gibi uygulamalarla ifadesini bulmaktadır. “Parça başı çalışma” ise, ilk olarak, akademide anlaşılamaz bir ilgi gören bir ambalaj içinde gündeme gelmiştir: Araştırma faaliyetlerinin belirli süreli fonlanan projelere odaklanması ve proje bazlı istihdam. Lisansüstü öğrenimin ve doktora sonrası araştırmacılığın yaygınlaşmasını destekleyen bir olanak olarak sunulan bu uygulama, aslında akademik sistemde yeni araştırmacı ve öğretim elemanı yetiştirmeye yarayan süreçlerin zeminini kaybetmesine ve parça başı işler üzerinden istihdamın tanımlı olarak akademik yaşama girmesine neden olmuştur. Artık en temel ders faaliyetleri dahi mümkün olduğunca parça başı olarak, ne ders olsa vermek zorunda kalan yarı zamanlı öğretim elemanı istihdamı ile yürütülmektedir. Ne kadar ders, o kadar ücret… Ne kadar proje, o kadar ücret… Proje bazlı istihdam lisansüstü öğrencileri, araştırma görevlilerini ve doktora sonrası araştırmacıları işçileştirdiği gibi, proje yöneticisi olan öğretim üyelerini de birer küçük patrona dönüştürmektedir. Kişilerin niyetlerinden ve proje fonlarını ne amaçla kullandıklarından bağımsız olarak, bu bir işçi - patron ilişkisidir ve tanımlı olarak emek sömürüsü söz konusudur. 

Ne var ki, bilim emekçilerinin pek çoğunun kriz olgusu karşısındaki tepkisi daha kararlı şekilde hak arama mücadelesine katılmak yerine, sistemin eğilimlerine ayak uydurmanın yollarını aramak olmuştur. Elbette mücadele etmeyi tercih eden pek çok insan vardır, ancak çeşitli nedenlerle akılların karışık olduğu görülmektedir. Bu nedenlerden en önemlisi, akademik sistemin “daha makul” bir şekilde işletilebileceğine dair temelsiz bir inancın bilim emekçileri arasında yaygın olmasıdır. Geçmişte, bir işsizler ordusunun varlığı söz konusu olmadan çok önce yerleşmiş bazı alışkanlıkların kuşaktan kuşağa aktarıldığı göze çarpmaktadır. Az sayıda bulunan ve sistemin gereksinim duyduğu emekçilerin her sektörde görece güvenli ve makul ücretlerle desteklenen bir konumunun olması mümkündür. Ancak bu durum, sistem tarafından, icra edilen mesleğin etik, felsefi, bilimsel ve benzeri nitelikleri nedeniyle taşıdığı soyut bir “önem duygusu” ile izah edilmekte, bu önem duygusu da emekçiler tarafından kolayca benimsenmektedir. İşçileşme süreci en hızlı şekilde gerçekleşmiş olan mühendislerden doktorlara, avukatlardan öğretmenlere yükseköğrenim gerektiren tüm mesleklerin icracıları tarihin bir noktasında işsizlik baskısıyla yüzleşmiş, ancak bu yüzleşmeyi örgütsüz karşıladıkları her örnekte sisteme ayak uydurma refleksini göstermiştir. Bilim emekçileri açısından tek fark, işçileşme sürecinin görece yavaş ilerlemesi ve daha yakın dönemlerde kendini dayatmasıdır. 

“Daha makul bir akademik sistem” arayışı, doğal olarak, “daha makul bir kapitalizm” arayışıyla birlikte var olmaktadır. Türkiye özelinde “daha makul bir kapitalizm” yanılsamasının bir örneği olarak 1990’ların özlenir hale gelebilmesi, durumun vahametini izah etmektedir. Şüphesiz ki buradaki belirleyici faktör, AKP iktidarı ile zincirlerinden boşanan gericilik olgusudur. Gericilik “laik kapitalizmin” yarattığı ve topluma yaşattığı saçmalıklara vurarak güçlenmiş, bir anlamda ölümü göstererek sıtmaya razı etmiştir. Bu vesileyle patronlar, Cumhuriyet’in kazanımları olarak ifade ettiğimiz tüm yüklerinden kurtulma yolunu bulmuşlardır. Türkiye işçi sınıfının en büyük kaybı ise, patronu patron olarak görme yeteneğini yitirip, patronun “ilericisi” ile gericisini ayırt etme uğraşına girmesi olmuştur. Mesleki saygınlığını AKP dönemine kadar bir şekilde koruyabilmiş olan bilim emekçilerinin bu uğraşta başı çekmesi üzücü olmakla birlikte şaşırtıcı değildir. Yine de, bilim emekçilerinin gericilik olgusu karşısında çok doğal ve doğrudan bir refleksle hareket etmeleri her şeye rağmen önemlidir. Bu reflekse sınıfsal bir içerik ve biçim kazandırılması gerekmektedir. 

ÜKD, yakın geçmişte gericiliğe karşı mücadelenin öznelerinden biri olduğu kadar, akademide sınıfsal bir ideolojik konumlanışın zorunlu ve mümkün olduğunu göstermeyi de başarmıştır. Ayrıca, özlük hakları için yürütülen mücadelelerde yer almış, emekçilerin hak taleplerinin “daha makul bir kapitalizm” yanılsamasına sürüklenmemesi için çaba göstermiştir. Türbanla örtülmüş gerici örgütlenmelerin üniversitelere sokulmasına karşı çalışmış, 2013 yılı başında Türkiye tarihindeki en önemli akademisyen eylemlerinden birine öncülük etmiş, bilim insanlarının işçi sınıfının bir parçası olduğu gerçeğinin anlaşılması ve benimsenmesi için çeşitli üretimlerde bulunmuş ve etkinlikler düzenlemiştir. Kazanımları ve kayıplarıyla tüm geçmiş tecrübelerimiz, bugün üzerinde durduğumuz zeminin temel taşlarıdır. 

Bugün, yeniden bilim emekçilerinin mücadelesine baktığımızda, aldığımız mesafe kadar bıraktığımız eksikleri de görüyoruz. Tarihin akışı kimsenin yetişmesini beklemeyeceği için, öncelikler belirleyerek hareket etmek bir zorunluluktur. Bu önceliklerin bazen geride eksikler bırakmayı kaçınılmaz kılması ise, mücadele azmimizden eksiltmemektedir. ÜKD, kurulduğu gündeki coşkusu ile, bilim emekçilerine yeniden çağrıda bulunmaktadır: Kapitalizmin bize dayattığı bir akademik sisteme muhtaç olmadığımızı görmeli, başka bir dünyanın başka bir akademiyi yaratabileceği fikriyle örgütlenmeliyiz. Bunca yetişmiş insana, bunca gelişmiş teknolojilere rağmen insanlık geçmiş çağlardan kalma sorunları halen yaşayabiliyorsa, bunun sorumlusu kapitalizmin kendisidir. Emeğin niteliğinin mümkün olan en üst düzeye ulaştığı yerde, bilim kurumlarında bu bilincin yerleşmesi, ülkemizi ve dünyayı aydınlık bir geleceğe taşımanın çok önemli bir adımıdır. ÜKD, Türkiye’nin bilim emekçilerini hep birlikte bu adımı atmaya davet etmektedir. Sorumluluk alalım, ÜKD’de örgütlenelim, mücadele edelim… Ve hep birlikte kazanalım! 

ÜKD Yönetim Kurulu