ANALİZ | Kendi hakkında iddianame yazan kurul: YSK

YSK İstanbul kararı, gecikmesiyle ve 250 sayfa sayısıyla öne çıktı. Gecikmenin nedeni çok sayfaymış gibi gözüktü. Çok sayfanın bir özelliği, yargı kararlarına dili ve içeriğiyle çok yakın olmayan halkın gözünü korkutmak; bir başka özelliği de kararın sonucu olarak BŞBB seçiminin iptali ve seçim yenilenmesini haklı gösterecek algılama yaratmak.

Ali Rıza Aydın

YSK İstanbul kararı, gecikmesiyle ve 250 sayfa sayısıyla öne çıktı. Gecikmenin nedeni çok sayfaymış gibi gözüktü. Çok sayfanın bir özelliği, yargı kararlarına dili ve içeriğiyle çok yakın olmayan halkın gözünü korkutmak; bir başka özelliği de kararın sonucu olarak BŞBB seçiminin iptali ve seçim yenilenmesini haklı gösterecek algılama yaratmak.  

Oysa kararın ilk 200 sayfası, AKP’nin itirazlarını, AKP’nin ispat edemediği itirazlar için YSK tarafından ilgili kurul ve kurumlara yazılan ara kararları, bu kararlara verilen yanıtları, seçim neticesine müessir görülmeyen kimi AKP iddialarının incelenmesini, seçim sonucuna müessir görülen ileri sürülen olay ve hallere ilişkin inceleme ve tespitleri kapsıyor.

İlk 200 sayfada dağ fare bile doğurmuyor, kafa karıştırıcı kuru kalabalık. 

Okunması gerekli yer 200-211. sayfadaki VI-DEĞERLENDİRME başlıklı bölüm. Ve de tabii ki devamındaki dört üyeye ait karşıoy gerekçeleri. Karşı oy gerekçeleri hem hukuk dersi veriyor, hem YSK’nin önceki kararlarıyla destek yapıyor, hem de 7 üyenin değerlendirmesini çürütüyor. YSK’nin önceki kararlarının 7 üye tarafından nasıl çarpıtıldığı da gösteriliyor.

Gerekçeli kararda ne seçim sonucuna etki edecek ne seçimi yenileyecek ne de seçmen iradesini yok sayacak delil ve bağlantı var.

Bilindiği gibi kısa kararda, sandık kurulu başkan ve üyelerinin kamu görevlisi olması gerektiği halde kimi sandıklarda bu gereğin yerine getirilmediği üzerine hüküm kurulmuştu. Gerekçeli kararda ise yaygın medyada da gerekçe olarak sıralanan (KHK ile çıkarılanlar, boş ya da imzasız sayım döküm cetvelleri, kısıtlı seçmenler) konuları da kullanılmış. Bu durum, “gerekçeli kararın hükümle uyumlu olması” genel ilkesine uymuyor. Ki zaten toplantı sırasında bu konuların karar konusu edilmemesi görüşülmüş ve mutabakata bağlanmış. 7 üyenin sandık kurulu gerekçelerinin hukuksuzluğunu ve yetersizliğini örtmek için bu mutabakata uymadıkları anlaşılıyor.

7 üyenin dayandığı konuların hiçbiri, sandık başına giderek seçme hakkını kullanan seçmenin öngörmesi ve itiraz etmesi gereken konular değil. Hangi seçmen sandık başkanı ve üyesine kimliğini sorar? Kaldı ki kimlik sormak da sorunu çözmeye yetmez. Sandık kurulu üyeleri görevlendirilen kişiler. Sokaktan geçerken oraya oturmamışlar, ilçe/il seçim kurullarınca görevlendirilmişler. Yani devlet, devlet içinde de yargı oturtmuş onları sandık başına.

Diyelim ki, kamu görevlisi olmayan sandık kurulu başkan ya da üyesi iddiası doğru -ki bu konuda tespitler tamam- hangi seçmen oy kullanırken bunu sorgulayacak. Daha da önemlisi, bu iddia devletine, yargısına ve hukukuna güvenerek, anayasal hakkı olan genel oy hakkını kullanan seçmenin değil, önce o sandıkta görevli olan siyasi parti temsilcisi üyelerin, sonra da YSK’nin konusu. AKP tüm sandıklarda var nerdeyse ama susmuş. Bu tür esnek konular, AKP’nin kazanınca sustuğu, kaybedince itiraz ettiği konular olarak ayrıca kayda değer.

Sandık kurullarının listesinin partilere verilmemesi ise yine bir karar konusu. Güvenlik nedeniyle vermem demiş yargı, verilmemezlik yapılmamış.  

Sandık kurullarıyla ilgili bu değerlendirmeler bir yana ne AKP itirazında ne de 7 YSK üyesinin gerekçesinde, kamu görevlisi olmayan sandık başkan ve üyelerinin seçmeni nasıl etkilediği, seçmenin kullandığı oya nasıl müdahale ettiği, aynı zarfın içindeki yalnızca BŞBB oyunu nasıl yönlendirdiği yazılı değil ve kanıtlanmış değil. Yani seçim neticesine müessir olaylar ve hallerin seçmenin kullandığı oyla ve seçim sonucuyla somut bağlantısı kurulmamış, somut kanıtı gösterilmemiş.

Bu iddiaların hepsi yeniden sayım ve dökümle çözümlenebilir. Nitekim itiraz üzerine yeniden sayım ve döküm yapıldı. Sonuca etkili bir durum görülmedi.

Karar ayrımcılık konusuna girmemiş bile. Aynı sandıkta, aynı zarfta yalnızca bir pusulada mı seçim güvenliği zedeleniyor?

Sandık kurullarının durumu nedeniyle seçim güvenliğinin zedelenmesi iddiası, seçmenin yerine geçmeye kalkan YSK karşısında boşa düşüyor. O andık kurulları seçmen hakkını, seçmenin oy kullanmasını engellemedi ama YSK engelledi. Yeniden seçim hiçbir zaman aynı hakkın kullanılması anlamına gelmez. Koşullar değişir. 

Seçimlerde takvim, süre ve şekil güvencedir. Şikayet ve itirazların süreye bağlanması da bu güvencenin içindedir. AKP tarafından ileri sürülen iddialar süresi içinde yapılmadığı gibi sandık kurulları, ilçe seçim ve il seçim kurulları, nihayet YSK’nin bu tür konuları yönetim ve denetim görev ve yetkileri içinde çözmeleri gerekir. Çözememişse hiyerarşik olarak hepsi görevi kötüye kullanmış, suçu birlikte yaratmıştır. Sandık kurullarındaki partili üyeler de bu duruma ortaktır. Bu gerçeği görmezden gelerek seçmenin iradesini gasp etmek de anayasal suçtur.

Bir başka anayasal suç ise şekil yönünden işlenmiştir.       

“Hukuk sistemimizde kurulların nasıl oluşturulacağı kendi özel kanunlarında düzenlenmiştir. Bu oluşuma aykırı olarak kurulda bulunmaması gereken bir kişinin kurulda yer alması halinde, itiraz veya dava üzerine kurul kararlarının şekil yönünden geçersiz olacağı, esasa girilmeden iptal edileceği tartışılmaz bir uygulamadır.” Bu ifadeler YSK kararına geçmektedir. Aynı YSK, AKP iddiası ve sandık kurulları üzerine 250 sayfa yazarken kendisinin yedek ve asıl üyelerle birlikte Anayasaya aykırı olarak karar almasını, “demokratik ve geniş katılımlı müzakereye olanak tanımak açısından” uzun süredir 11 üye ile toplantı yapmasına bağlayabilmektedir. 

İstanbul kararındaki karşı oyları ders niteliğinde olan ve 7 üyenin kararını çürüten 4 üye kendi toplantılarındaki aykırılığa da keşke göz yummasaydı.

İBŞBB seçimini iptal eden, verilen mazbatayı geri alan ve seçimin yeniden yapılamasına karar veren YSK’nin bu kararının sakatlığının gerekçeli kararla giderilmesi beklenemezdi. Ama açıkçası, AKP’nin iddialarını ispata yönelik somut, belirgin, açık, doğrudan ulaşılabilir kanıtların yer almadığı itiraz dilekçesindeki “delil, geçerlik, olayla ve sonuçla bağlantı” şartı ihlalinin  YSK tarafından da yapılması seçmen iradesinin katmerli olarak ihlalinin tuzu biberi oldu. İddiaların ve gerekçenin, sandık kurullarındaki oluşumun seçimin sonucuna ne şekilde, nasıl etki ettiğine dair somut hiçbir belge yok. Bunu karşı oylar da söylüyor: “tahmini ve farazi”… 

Ayrıntılara girdikçe çok şey yazılabilir, yazılacaktır da. 

Ama kesin olan bir şey var. Bu karar, toplantı sayısıyla, içeriğiyle ve sonucuyla birlikte, anayasallık, hak koruması ve güvencesi, hukuksal güvenlik, belirlilik ve öngörülebilirlik yönlerinden bütün olumsuzlukları bir arada taşımakla meşruiyetsizliğin belgesidir. 

Sonuç olarak seçme hakkını, genel oy hakkını gasp eden YSK, hem toplantı sayısıyla hem de verdiği kararla kendisi hakkında suç duyurusunda bulunan ve kararını kendisi için iddianameye çeviren bir kurul olarak tarihin kara sayfasındadır.