ANALİZ | Emperyalizm, küresel kriz ve pasifikte terör

'Batı demokrasinin örnek bir uygulamasını gösterme iddiasında olan Yeni Zelanda’nın Christchurch saldırısının ardından medyada hızla ön plana çıkması, ülkenin siyasal sisteminin yansıttığı ılımlı imajı zedelerken, emperyalist kapitalist sistemin siyasal yapıyı şiddet ve korku üzerinden konsolide etmeye çalışması, toplumsal yapıda silahlanma, güvenlik ve göçmenler konusunda daha pek çok…

soL - Dış Haberler (B. Koçak)

Charlie Hebdo saldırısıyla dünya kamuoyunda kendini belli aralıklarla farklı coğrafyalarda gösteren şiddet, korku ve nefret pompalayıcısı “küresel terörizm”, bu kez de islamofobi kimliğiyle kendisini Batı demokrasilerinin değerlerinin titizlikle korunup uygulandığı Yeni Zelanda’da gösterdi. İlk olarak Fransa’yı da aynı sebepten seçmiş bu şiddet sarmalı, Yeni Zelanda gibi dünyanın uzak bir köşesinde kendisini başka bir giysi içinde, sistemin kendi ürettiği, Avustralya asıllı ancak Yeni Zelanda’da yaşayan bir birey üzerinde somutladı ve Pasifikteki bu “huzur” ülkesini yaptığı saldırıyla derinden sarsmayı denedi. Başarılı olup olmadığı sorusu ise bu saldırının devamında, ülkedeki ve bölgedeki siyasal ve sosyal yapının tartışacağı ve benimseyeceği tavır ile belli olacak.

Avustralya ve Yeni Zelanda Pasifik bölgesinin en güvenli ülkeleri olarak anılıp, göçmen entegrasyonu konusunda oldukça titiz ve katılımcı olsalar da, dünya konjonktüründen çok da kopuk değiller. Aksine kimi zaman dünya konjonktürünün etkisiyle sınırlar konusunda daha katı olabiliyorlar. Birçok yönetmelikte birlikte hareket eden bu iki ülke birbirlerinin vatandaşlarını ve oturum izni sahiplerini tanıyor ve kabul ediyor. Dolayısıyla kendi içlerindeki geçişkenlik, kimi zaman sınır güvenliği konusunda veya vatandaşlık verme konusunda birbirlerini suçlamalarına zemin hazırlıyor. Ancak Christchurch saldırısı bu geçişkenliği avantaj olarak kullanmış bir göçmenden değil, bu ülkelerde doğup yetişmiş bir bireyden geldi ve hedefini bu ülkelerin “başarı hikayesini” yok etmek olarak belirledi. 

28 yaşındaki terörist saldırgan yazdığı 70 sayfalık manifestoyla Avrupa’daki göçmen karşıtı ve islamofobik akımları benimseyen diğer örneklerde olduğu gibi, küresel sisteme, batı demokrasilerine olan inançsızlığına ve onları edilgen gördüğüne, dünya liderlerine olan nefretine, Müslüman ülkelere ve insanlara yapmayı planladıklarına değiniyor. Nitekim, 49 kişiyi katlettiği Christchurch saldırısını videoya da çeken bu saldırganın son derece eğitimli ve profesyonel olduğu hem sahip olduğu ekipmandan, hem güvenlik zaaflarını bilmesinden, hem de saldırının karşılık bulacağını düşündüğü yollarla radikalize olmasından ötürü üzerinde tekrar ve detaylı düşünülmesi gereken bir konu.

Christchurch saldırısı saldırganının profiliyle örtüşen bir başka şey ise Avustralya’daki milliyetçilik. Yeni Zelanda’dan farklı olarak özellikle küresel kapitalizmin 2008’deki krizinin ardından ulusal konularda benimsediği korumacılık, toplum içinde yaratmaya çalıştığı milliyetçi ve yerli “aussie” kimliği ve Avustralyalı olanlar arasında yayılan işsizlik, ülkedeki muhafazakâr kesimi, göçmen karşıtlığı ve silahlanma konusunda bir aşırılığa sürüklüyor. Ülkedeki göçmen olmayan işçi sınıfı bu aşırılığı ülke kimliği olarak sunulan kalıplar üzerinden benimsiyor. Bunun Yeni Zelanda’da yaygın olduğunu şimdilik söylemek zor olsa da benzer bir korumacılığın Yeni Zelanda’da benimsenmesi gerektiğini savunan kesimler mevcut.

Küresel sistemin krizinin Avustralya ve Yeni Zelanda üzerindeki etkisi özellikle son yıllarda giderek görünür hale gelmekte ve kanalları oldukça açık olmasıyla övünülen siyasal sistemlerinin özellikle yürütme ve yasama faaliyetlerindeki istikrarsızlıklarıyla öne çıkmakta. Avustralya’da ardı arkası kesilmeyen siyasal istikrarsızlık, Yeni Zelanda’da ise daha sakin ancak tutuk yürüyen siyasal sistem bunun bir örneği. Saldırı ise bu siyasal krizde bu iki ülkenin siyasal sisteminde temsil edilen korumacı ve milliyetçi gruplar için, korumacı politikaları gerekçelendirmek ve silahlanma konusunda adım atmak için manipülasyona açık durumda. Bunun ilk örnekleri Avustralya’daki siyasetçilerin saldırı sonrası göçmen karşıtı tepkileri ile belli olurken, Yeni Zelanda’da ise tersine saldırı Ardern hükümetinin “Yeni Zelanda değerleri” üzerinden Yeni Zelandalıları konsolide etmeye çalışmasıyla ortaya çıktı.

Jacinda Ardern hükümeti tıpkı Charlie Hebdo saldırılarından sonra Fransa merkez siyasetinin benimsediği saldırı karşıtı “kapsayıcı” tutuma benzer bir şekilde, Yeni Zelanda’daki olası bir siyasal kutuplaşmanın önüne geçerek saldırının travmatik etkisini ve bunun ülkenin imajına verdiği zararı telafi etmek istiyor. Zira Yeni Zelanda’nın dünya finansal sistemi için bir yatırım merkezi olmasının sebebi, ülkedeki siyasal durgunluk ve istikrar. Hükümet saldırı sonrası ağır bir şoka giren kitlelere dönük vereceği kapsayıcı mesajlar ile kitleleri merkez siyasete geri döndürmek amacında. Ardern hükümetinin benimsediği tavrı somutlaştırmak için atacağı ilk adım ise silahlanma yasasının gözden geçirilip sıkılaştırılması.

Olayın bölgede ilk kez yaşanıyor olmasının yarattığı bir diğer sonuç ise etkisinin hızlı bir şekilde yayılması ve dünya medyasında hızla en tartışılan konu olması. Batı demokrasinin örnek bir uygulamasını gösterme iddiasında olan Yeni Zelanda’nın Christchurch saldırısının ardından medyada hızla ön plana çıkması, ülkenin siyasal sisteminin yansıttığı ılımlı imajı zedelerken, emperyalist kapitalist sistemin siyasal yapıyı şiddet ve korku üzerinden konsolide etmeye çalışması, toplumsal yapıda silahlanma, güvenlik ve göçmenler konusunda daha pek çok tartışmayı beraberinde getirecek gibi görünüyor.