Zuhal Okuyan: Tohum sadece çiftçilerin değil hepimizin sorunu

Halk sağlığı uzmanı Prof. Dr. Zuhal Okuyan ile, ana akım medyada kendisine yer bulamasa da son aylarda çiftçilerin neredeyse tek gündemi haline gelmiş olan sertifikalı tohum dayatmasını ve bunun barındırdığı riskleri konuştuk.

Nevzat Evrim Önal

Halk sağlığı uzmanı Prof. Dr. Zuhal Okuyan, çiftçilerin en önemli gündemlerinden biri olan sertifikalı tohum tartışmalarına ilişkin sorularımızı yanıtladı.

Zuhal Hocam merhaba. Öncelikle hoş geldiniz. Bugün sizinle AKP iktidarı tarafından Türkiye tarımında sertifikalı tohum kullanımının yaygınlaştırılması için yapılan çalışmaları – ya da bunlara "dayatma" mı demeliyiz? – tartışmak istiyoruz. Öncelikle, bize kısaca sertifikalı ve sertifikasız tohum arasındaki farkı anlatabilir misiniz?

Sertifikalı tohum, resmi olarak inceleme ve denemeleri yapılarak satışına izin verilen tohum demek. Sertifikalı tohumlar, iddia edilene göre çeşit saflığı tam ve verimli olup ayrı bazı hastalıklara karşı koruyucu olarak ilaçlanmıştır. Tarım Bakanlığı tarafından sertifikalı tohum kullanan üreticilere destekleme ödemesi yapılmaktadır. Kulağa hoş geliyor. Ancak kapitalist üretim ilişkilerinde bu konudaki resmi merkezi aygıt tamamen özel sektörün çıkarlarını öne çıkarmakta ve tarımda tekelleşmeye çanak tutmaktadır. Yeri gelmişken çok karıştırılan hibrid tohum ve genetiği değiştirilmiş tohum arasındaki farkı da söylemek gerek. Hibrid tohumlar melez tohumlar, çaprazlama ile elde ediliyorlar bir gen değişikliği yok. Olumsuz yanı bir kez kullanılır olmaları ve üreticinin her yıl yeniden tohum satın almasını zorunlu hale getirmeleri. Hâlbuki atadan kalma tohumlar hasattan sonra doğal olarak saklanan tohumlardır ve her sene yeni tohum almaya gerek duyulmaz.

Bu işaret ettiğiniz noktanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Mesela biz de Çukurova yöresindeki mısır üretimine dair yaptığımız bir araştırmada, piyasada kullanılan tohumun tamamının ticari olduğunu, piyasanın yüzde 90'dan fazlasının üç şirketin kontrolünde olduğunu gözlemlemiştik. Dolayısıyla sertifikalandırılmış tohum kullanımı dayatıldıkça, büyük sermayenin tarımdaki hâkimiyetinin artacağını söyleyebilir miyiz?

Evet, büyük sermayenin devlet desteği ile hâkimiyeti artarken küçük üreticinin yok olmasını görüyoruz. Sadece küçük üretici değil orta ölçekli işletmeler de yok oluyor. Çünkü şirketlerin egemenliğindeki bir tarım pahalı bir tarımdır. Her yıl alınacak tohumun maliyeti değil söz konusu olan sadece. Bu işin ilacı, gübresi, ürüne göre sulaması var. Mazotu var, yedek parçası var. Küçük üretici dayanabilmek için borçlanıyor ve borçlarını ödeyemediği için toprağını elden çıkarmak zorunda kalıyor. Tohumu, tarım ilacını, hatta gübreyi sağlayan bazen aynı firma. Hatta tekelleşme öyle bir boyutta ki, bir örnek vereyim. Biliyorsunuz GDO’lu tohum üretmede en önde olan ve dünyanın her yerinde çok tepki çeken Monsanto firması aynı zamanda tarım ilaçları üreticisi. Geçtiğimiz günlerde aynı zamanda insan ve hayvan ilaçları üreten Bayer firması bu dev şirketi satın aldı. Düşünebiliyor musunuz insanları hasta etmek de tedavi etmek de aynı ellerde. Çaresiz çiftçi ne yapsın?

Pekâlâ, Zuhal hocam. Siz aynı zamanda halk sağlığı uzmanı bir hekimsiniz. Tohumda tekelleşme ilerledikçe, tek kültürleşme de ilerleyecekse, bunun halk sağlığı açısından barındırdığı potansiyel tehditler nelerdir?

Önce bu önemli konuda bir sağlıkçının görüşüne başvurduğunuz için teşekkürler. Tarım, birçok alanla iç içe. Tarım, sağlık ve eğitim uzmanları aslında bir arada çalışmalı. Sadece bilim üreten kurumlarda değil, uygulamada da bütüncül bakış açısı şart. Zaten konu tarım olunca beslenme, tarım ilaçlarıyla olan zehirlenmeler, çiftçilerin olumsuz yaşama koşulları gibi birçok konu halk sağlığı ile ortak alanlar. Yaşadığımız günlerde bilimsel araştırmalar daha çok kapitalizmin hizmetinde ve şirketlerin daha çok kâr etmesi için yapılıyor. Bilimsel araştırmalar için yeterli desteği bulamayan araştırmacılar da bazen istemeden de olsa doğrudan ya da dolaylı olarak tekellerin hizmetinde oluyorlar. Amaç şirketlerin daha çok zenginleşmesi olunca bütüncül yaklaşım ortadan kalkıyor. Gerçekten halk sağlığı uzmanlarının ve eğitimcilerin tarım mühendisleri ile alanda birlikte çalışma yapmaları bu içinde yaşadığımız düzene göre değil.

Yani tohumun piyasalaştırılması ve tekelleşmesi sadece çiftçileri ilgilendiren bir konu değil…

Hayır, hepimizi ilgilendiriyor. Halk sağlığı açısından açlık konusu ve dengeli beslenme çok önemli ancak besin güvenliği, GDO’lar, toprağın fakirleşmesi ve biyoçeşitliliğin azalması da çok önemli. Son zamanlarda bir de çiftçilerin işlerini kaybetmesi ve fakirleşmesi, toprakların daha zenginlerin eline geçmesi gibi önemli bir toplum sağlığı sorunuyla da karşı karşıyayız. Önceki yıl Fransa'da çiftçilerle yapılan bir toplantıda bir çiftçi her yıl ülkelerinde bine yakın çiftçinin intihar ettiğini söylemişti. O zamana kadar sadece Hindistan gibi daha yoksul ülkelerde böyle bir sorunun olduğunu düşünüyordum. Ama tüm dünyada şirket tarımı yapanlar hariç geleneksel çiftçiler zor durumda. Türkiye'de böyle bir çalışma yapılmış mıdır bilmiyorum ama dünyada gelişmiş ve az gelişmiş ülkelerin çoğunda çiftçilerin intiharı giderek artan bir sorun. Bunun nedeni borçlanma.

Hindistan'dan örnek vereyim. Her gün onlarca çiftçinin intihar ettiği bu ülkede GDO’lu tohum öldürür mü? Öldürür. Örneğin pamuk tarımında Hintli çiftçi endüstriyel GDO’lu pamuk tohumu almaya mecbur ediliyor, yıllık kendi tohumunu ayıramıyor. Her sene yeni tohum almak zorunda çünkü bu yeni tohumların her yıl yeniden ekilmesi gerekiyor. Ayrıca bu tohumlar güya bazı tarım zararlılarına karşı geliştirilmiş tohumlar ancak sonuç hiç de öyle değil. Bu endüstriyel tohumların daha fazla tarım ilacı ve bazı durumlarda daha fazla sulama gerektirdiği biliniyor. Tohum satın almak için çiftçi borçlanıyor ve genellikle borcu borçla ödemek zorunda kaldığından bir süre sonra borcunu ödeyemeyince ya toprağına el konuluyor ya da toprağını satmak zorunda kalıyor. Birçok çiftçi bu kadar ağır sonuçlara dayanamadığından intiharı seçiyor. Tabii ki bu intiharlara doğrudan GDO’nun neden olduğunu söylemiyoruz ama bu bir zincir ve her olgu birbirine bağlı. Bu kadar çok borçla küçük ve orta ölçekli çiftçi rekabet edemiyor ve her zaman endüstriyel büyük şirketler daha avantajlı.

Kapitalizm öldürür bazen hemen, bazen yavaş yavaş.

Konuya dair çelişkili açıklamalar yapılıyor. Toptan tohum satışı yapan şirketleri temsil eder görünen Tohumcular Birliği'nin "2018'den itibaren bütün tohumlar sertifikalı olacak" şeklindeki açıklamasını Bakan Faruk Çelik geçtiğimiz günlerde "Öyle bir şey yok. Sertifikalı tohum kullanan 2018'den sonra destek alacak" şeklinde düzeltti. Peki, şu anda uygulama nasıl? Çiftçi özgürce kendi tohumunu geliştirebiliyor mu?

Milli tarım projesinin tamamen propaganda ve çiftçilerin iktidara desteğinin sürmesi için sunulduğunu, hiç de milli olmadığını düşünüyorum. O kadar dışa bağımlıyız ki. Tohum meselesi de bu “milli tarım” projesinin bir parçası. Şirketler kârlarına kâr katacaklar, köylünün lehine bir durum yok. Tohumculuk yasasının çıktığı bütün ülkelerde yerli tohumların yasaklandığı bilinen bir konu. Daha fazla dışa bağımlılık, daha fazla toprak mülkiyetinin el değiştirmesi ve daha fazla toprağın tarım ilaçları ile kirlenmesi, daha fazla suni gübre ile toprağın fakirleşmesi bizi bekliyor. Tohumda tekelleşme arttıkça biyoçeşitlilik de azalacaktır. Doğal ve kültürel mirasımız acımasızca yok ediliyor.

Sermaye hiç bir zaman kaybetmek istemeyecektir. Aynen sağlıkta aşıların merkezi devlet kontrolünde olmasını savunmamız gibi tohumculuğa da hem üretim hem dağıtım aşamasında benzer bir şekilde, kamucu gözle bakmamız gerekir. Bazı yerel yönetimlerin ve derneklerin tohum bankası kurma girişimleri ve tohum takas şenlikleri gibi etkinlikleri olumlu girişimler. Böylelikle üreticiler ve tüketiciler bilinçleniyor ve ne ürettikleri ve ne yedikleri üzerine bir fikir ediniyorlar. Ancak bugünkü tekelci sisteme bireysel olarak karşı koymak çok güç. Bazen sistem içi çözümlere çok fazla odaklanınca büyük resmi göremeyebiliyoruz. Organik ve sağlıklı besinler konusunda da aynı durum. Üretim ilişkilerindeki gerçeklikleri göz ardı etmeden bu gündelik tartışmaların önemli olduğuna inanıyorum. Ayrıca geleceğin toplumunda nasıl yaşamamız gerektiğini kurgularken bugünün sağlıklı yaşamı için de mücadele verebiliriz.

Biz genetik araştırmalara karşı değiliz. Söz konusu olan bilimin kimin tekelinde olduğu ve halk tarafından denetlenir olup olmadığıdır. Üniversitelerin şirketlerle kol kola olduğu ve kâr hırsının olduğu bir dünyada ne ürettiğimizin ve ne yediğimizin farkında olmak önemli bir konu. Bugün dünyadaki açlık sorunu, yeterince besin olmadığından değil eşitlik olmadığından ve kâr hırsından dolayı. Toprağın fakirleşmesi, doğal zenginliklerin talanı da. Sorunlara yalın bir şekilde üretim ilişkileri açısından bakmak zorundayız.

Çok aydınlatıcı bir sohbet oldu hocam, teşekkür ederiz.