Zorunlu din dersine karşı davalarda neredeyiz?

Aydınlanma Hareketi Hukuk Komisyonu, AKP'nin dayattığı zorunlu din dersine karşı yürütülen hukuki mücadeleyi anlattı. Yapılan çağrıda, "Çocuklarımız özgür bir yaşamı hak etmektedir. Üşenmeyelim, sakınmayalım ve çocuklarımız için dava açalım" denildi.

Haber Merkezi

Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi, siyasi mücadele başlıklarının uzantısı olarak hukuksal mücadeleleri de sürdürüyor. Bunların arasında zorunlu din dersi de var.

Aydınlanma Hareketi, "AKP döneminde başta eğitim sistemi olmak üzere, tüm kurum ve kamusal hizmetler dinsel kural ve referanslarla dönüştürülmeye çalışılmakta, toplumsal yaşam bu kurallarla tabi kılınmaktadır. Çocuklarımız özgür bir yaşamı hak etmektedir. Üşenmeyelim, sakınmayalım ve çocuklarımız için dava açalım" çağrısı yapıyor.

NEREDEN ÇIKTI ZORUNLU DİN DERSİ?

Aydınlanma Hareketi Hukuk Komisyonu, geçtiğimiz 2 yılda, zorunlu din dersine karşı başlattıkları siyasi ve hukuki mücadelede oldukça uzun bir yol katetti. Peki, nasıl bu sürece gelindi?

Osmanlı Devleti'nin vermiş olduğu dini eğitim geleneği ilk olarak eğitimin çağdaş bilim gereklerine uygun duruma getirilmesini sağlayan 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile kırıldı. Bu kanun ile birlikte, medreseler kapatıldı, müfredat bütünüyle değişti. Ancak 1928'e kadar okullarda din dersi  verilmeye devam etti. 1928'de, Anayasa'da “devletin dini İslam” ifadesinin kaldırılması, 1937’de 'laiklik' ilkesinin Anayasa’ya girmesi ile birlikte, din bilgisi 1948 yılına kadar gelininceye kadar bütünüyle ders programından çıkartıldı.

1949 tarihinde 4 ve 5. sınıflara yeniden din dersi verilmeye başlandı. Aileler, çocukların bu dersten muaf tutulmasını okula verdikleri bir dilekçe ile sağlayabiliyorlardı. Köy enstitülerinin kapanması, tarikat ve cemaatlerin yasak olmasına rağmen yeniden palazlanması ve zorunlu din dersinin okullarda yeniden verilmeye başlanması birbirlerine yakın tarihlerde uygulamaya konuldu. Ancak dinci gericileşmenin esas kırılma noktası 1980 darbesiydi. 80 darbesiye birlikte toplumun tüm direnç odaklarına topyekun saldırıdan, zorunlu din dersi de nasibini aldı. Zorunlu din dersi ilk kez “din kültürü ve ahlak öğretimi” olarak 1982 Anayasası ile birlikte, Anayasa'nın 24. maddesinde yerini almış oldu. Aslında bu bir dinin dersi değildi. Nitekim 24. maddede “din eğitim ve öğretimi”, “kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcilerinin talebine bağlı” kılındı. Yani bir dinin anlatımı Anayasa’ya göre zorunlu değildi, hâlâ da öyle… 

2012 yılında 4+4+4 eğitim modeline geçilmesiyle birlikte,  “Kur’an-ı Kerim; Hz. Muhammed’in Hayatı; Temel Dini Bilgiler” adlı şeçmeli dersler de zorunlu din dersinin yanında verilmeye başlandı. İmam hatipli ile devlet okullarında okuyan çocuklar arasında din eğitimi farkı fiilen kaldırılmış oldu.

AÇILAN DAVALARIN HUKUKİ DAYANAĞI NEDİR?

1982 Anayasası'nın 'Din ve Vicdan Özgürlüğü' başlıklı 24. maddesi, bizi ikili bir ayrıma götürüyor. Öncelikle Anayasa maddesi, din kültürü ve ahlak öğretimi  ilk ve orta öğretim kurumlarında zorunlu olarak okutulur diyor. Bunun dışındaki din eğitimini ise, ancak kişinin kendi isteğine bırakılıyor.

Anayasa'nın 24. maddesi Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan laiklik ilkesi ile birlikte düşünüldüğünde değer kazanıyor. Ve şu sonuç çıkıyor: Her ne kadar zorunlu din dersi öğretimi anayasada verilmesi gereken bir ders olarak yer alsa da, içeriği tarafsızlık ve çoğulculuk anlayışını esas almalıdır ve tüm dinlere eşit mesafede yaklaşması gerekmektedir. Oysa din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin içeriğine bakıldığında söz konusu derste AKP'nin istediği bir dine hatta bir mezhebe, sünni-hanefi mezhebine dayanan bir eğitimi verildiği açıktır.

Örneğin 2017 yılı itibari ile 4. sınıflara verilen din kültürü ve ahlak bilgisi eğtimine bakıldığında: 1. Ünitede, 'Din ve Ahlak Hakkında Neler Biliyorum?' ana başlığı altında 1.1. Bismillahirahmanirahim , 1.2. Allah’a Şükür, 1.3. Sevap ve Günah Kavramları, 1.4. Dilek ve Dualarımızda  Dini İfadeler, 1.5. Selamlaşıyoruz, 1.6. Kelime-i Tevhid, Kelime-i Şahadet alt başlıklarında eğitim verildiğini görüyoruz. Yine aynı ünitenin sonunda çocuklara   Subaneke Duası ve Anlamı ezberletilmektedir. 2. Ünite 'Öğrenme Alanı' İbadet başlıklıdır; yine ünitenin sonunda çocuklara Fatiha Suresi ve Anlamı ezberletilmektedir.

3. Ünite, 'Hz. Muhammed’i Tanıyalım' başlıklıdır, yine ünitenin sonunda Kevser Suresi ve anlamı çocuklara ezberletilmektedir. 4. Ünite, 'Kur’an ve Yorumu', 5. Ünite ise, 'Sevgi, Dostluk, Kardeşlik' başlıklıdır. 5. ünitenin alt konu başlıklarından biri 5.5. İslam Dini Dostça ve Kardeşçe Yaşamayı Öğütler'dir, adlı adınca ümmetçilik öğretilmektedir. Son ünite ise 'Aile ve Din' başlıklıdır ki, alt başlıklardan biri Aile İçi İlişkilere Yönelik İslam’ın Öğütler'dir. Bu başlıkta, ailenin islama göre nasıl şekil alması gerektiği hakkında bilgi verilmektedir.

Bu örnekler üzerinden Anayasa 24. maddesinde yer alan din kültürü ve ahlak bilgisi dersinde günlük hayatın sünni-islami bakış açısıyla şekillendirilmesine yönelik ideolojik bir din eğitimi verildiği, bu yolla idarenin yanlış uygulama ile laiklik ilkesine aykırı eğitim verdiğini iddia etmekteyiz. Bu nedenle, çocuklarını islam dini eğitimi almasını istemeyen inançlı ancak laik aileler ile, bir dine inanmayan ailelerin çocuklarının zorunlu din dersinden muafiyet talepli dilekçelerini ilçe milli eğitim bakanlığına sunması ile birlikte, çocuğun bu dersten muaf tutulması gerekmektedir.

Bu başlığın bir diğer yansıması ise küçük yaştaki çocukların anlayamadıkları "cin, şeytan, günah, melek" gibi soyut kavramlara maruz bırakılmasıdır. Üstelik velilerin anlattıkları oldukça korkutucu boyutlarda... Örneğin bir veli, çocuğunun 'ayrıca matematik eğitimi almak istemediğini, Kur'an'ın zaten bir matematik olduğunu söylediğini, Kur'anı öğrendikçe, matematiğinin de geliştiği' söylediğini' aktardı. Bir diğer veli, çocuğunun psikolojisinin bozulduğunu, eğer birine zarar verirse sırat köprüsünden geçemeyeceğini düşündüğünü söyledi.

Yine başka bir veli, çocuğunun yalnız kalamadığını, cinlerin, meleklerin sürekli onu izlediğini düşündüğünü ve çok korktuğunu aktardı. Bu ve benzeri bir çok örnek, çocuğun küçük yaşta, anlayamayacağı soyut kavramları korku yoluyla öğrenmesine sebep olmaktadır. Açmış olduğumuz davaların bir diğer dayanağını çocukların çocuklar psikolojik travmalar oluşturmaktadır. Bu uygulamanın protokollerle öğretmenlik formasyonu olmayan din görevlilerine verilmesi, okul dışında kimi dernek ve vakıflara devredilmesi ve de 4-6 yaş grubuna kadar indirilmesi ise daha büyük felaketlerin, çocuk bilimini reddin işaretleridir.

BAKANLIK VE OKULLAR NE DİYOR?

İdare, açılan tüm davalarda hep aynı iki temel konuya işaret ediyor:

1- 'Eğitim ve Öğretim Yüksek Kurulu Başkanlığı’nın bu doğrultuda aldığı 09.07.1990 gün ve 1 sayılı kararı uyarınca, T.C uyruklu Hıristiyan ve Musevi dinlerine mensup öğrencilerin zorunlu olan Din Kültürü ve Ahlak Öğretimi dersinden muaf tutulacakları belirtildiğini; eğer aile Musevi veya Hıristiyan olduğuna dair bir belge sunmazsa, söz konusu dersten çocuğu muaf tutulamayacaklarını' söylüyor. Yani devlet, anayasaya ve Uluslararası sözleşmelere aykırı olarak, velileri dinini açıklamak zorunda bırakıyor. Diğer yandan, 90 tarihli ve bugün olmayan Eğitim ve Öğretim Yüksek Kurulu Başkanlığı'nın kararı Anayasa'dan ve Uluslararası sözleşmeden üstün tutuluyor adeta. Kaldı ki, Devlet artık başka dinleri de kabul etmeye ve nüfus kütüklerine işlemeye başladı. Burada atlanan iki konu var: Birincisi İslam dinine mensup olsa bile zorunluluk yok. İkincisi herhangi bir dine inanmayanlar da var. Bunlar kimliklerde din hanelerini boş bırakabiliyorlar.

2- 'Din dersleri, tüm inanç türlerine saygı temelinde Mezhepler Üstü Din Eğitimi Modeline uygun öğretim programları hazırlanarak yürütülmektedir.' deniyor. Gerçekten de, Hristiyanlık, Musevilik, Budizmin ve Alevilik gibi yaygın inançların öğretiliyor ve mezhepler üstü bir model benimseniyorsa, neden başka dinlere sahip çocuklar bu dersten muaf tutuluyor. Diğer yandan 137 sayfalık 4 sınıf din kültürü ve ahlak bilgisi kitabına bakıldığında, bahsi geçen dinlerin ve inançların sadece birer sayfa ile geçiştirildiği görülüyor açıkça...

KAZANILAN DAVALARDA 'LAİKLİK' Mİ ESAS ALINIYOR?

AİHM'in 2007 yılında vermiş olduğu Eylem Zengin kararı, 2014 yılında vermiş olduğu Mansur Yalçın kararı, Danıştay tarafından onanan birçok kararda ve Konya Bölge İdare Mahkemesinin idarenin başvurusunu reddettiği 2 adet karardaaşağıdaki konular önemle vurgulandı:

1- Anayasa'nın öngördüğü amaca uygun bir müfredatla verilmesi, içeriğinin nesnel ve çoğulcu olması, kişinin dininin bir ayrım ve eşitsizlik unsuru olarak kullanılmaması ve devletin dinler karşısında tarafsız kalarak, bütün dinsel inançları eşdeğer görmesi gerekmektedir. Öğretimde uygulanan müfredatın belirli bir din anlayışını esas alması durumunda, bunun din kültürü ve ahlak bilgisi dersi olarak kabul edilemeyeceği ve din eğitimi halini alacağı, bu eğitimin de zorunlu olmayıp isteğe bağlı olacağı açıktır.

2- İlk ve ortaöğretim kurumlarında verilen öğretimin adının 'Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi' olmasına rağmen, bu dersin içerik olarak  'Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi' öğretimi  olarak kabul edilemeyeceği açık olduğundan ve din eğitiminin de ancak kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcilerinin bağlı olması karşısında ailesinin dini inanç (ya da inançsızlıklarına) ve felsefi düşüncelerine uygun olmadığını iddia eden davacının çocuğunun din eğitiminden muaf tutulması yolunda yaptığı başvurunun reddi yönünde tesis edilen işlemde hukuka uygunluk bulunmamaktadır. Ailenin dini inancına uygun olmayan bir eğitimi çocuğun almasına mecbur bırakmak, AİHS'nin "Eğitim Hakkı" başlıklı maddesi ihlal etmektedir.

3- Türkiye'de ilk ve orta öğretim kurumlarında din derslerinde tarafsızlık ve çoğulculuk koşullarının yerine getirilmemesi ve ebeveynlerin inançlarına saygı gösterilmesini sağlayacak uygun bir yöntem sunulmaması nedenleriyle, sistemin yetersiz olmasından ötürü AİHS'nin ihlal edildiği belirtilmiştir.

Zorunlu din dersine karşı mücadele uzun yıllardan beri devam ediyor. Bu mücadele içtihatlarda yerleşik hale getirmeye başladı bile. Aslında bu konuda tek tek dava açılmasına bile gerek kalmadı. AKP iktidarının mahkeme kararlarını gözeterek bu dayatmadan vazgeçmesi gerekiyor. 

Bu açıdan kazanılan davalar dinci gerici yeni müfredata; öğrencilerin haremlik-selamlık okumasına, öğrencilere namaz dayatmasına, öğrencilerin cihata davetine, Osmanlı sevdalısı olmasına, kadını aşağılayan birisi olmasına karşı mücadelede en güçlü silahlardan biri haline geldi.

AYDINLANMA HAREKETİ'NDEN ÇAĞRI

Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi, "Yürürlükteki Anayasa’yı ihlal eden hatta askıya alan bu antilaik dayatmaya karşı mücadeleden, dava açmaktan korkmayalım, çocuklarımızı zorunlu din dersinden, gericilikten ve karanlık gelecekten koruyalım" çağrısı yapıyor.

Çağrı şu şekilde:

"12 Eylül askeri darbesinden bu yana süregelen din dersinin zorunlu kılınması uygulaması, bugün AKP tarafından 4+4+4 eğitim sistemi ile gelen yeni düzenlemelerle ilköğretim çağına kadar indirilmiştir. Çocuklarımız, gençlerimiz düşüncelerini özgürce ve bilimsel yöntemlerle belirleme haklarına sahiptir. Bu nedenle, zorunlu din eğitimi ile İslamın bir mezhebinin çocuklarımıza dayatılması bu haklarının gaspı anlamına gelmektedir. 

Tarikatların, cemaatlerin, her türden gerici vakıf ve teşkilatların asli unsur haline getirildiği eğitim sistemi, bir yandan çocuklarımızın akıllarını esir almakta, onları bilimsel ve özgür düşünce yönteminden uzaklaştırmakta, bir yandan da ülkemizin geleceğini karartmaktadır. AKP döneminde başta eğitim sistemi olmak üzere, tüm kurum ve kamusal hizmetler dinsel kural ve referanslarla dönüştürülmeye çalışılmakta, toplumsal yaşam bu kurallarla tabi kılınmaktadır. Çocuklarımız özgür bir yaşamı hak etmektedir. Üşenmeyelim, sakınmayalım ve çocuklarımız için dava açalım.”