Yeni başlayanlar için 10 soruda Lozan: Lozan hakkında ne 'bilmiyoruz'?

Herkesin Lozan hakkında konuştuğu bir dönemde soL Lozan dosyasını açıyor... Bu hafta boyunca her gün iki soruya yanıt vereceğiz. Bugün, ne bilmiyoruz diye başlayacağız, zafer mi hezimet mi tartışmasının nereden kaynaklandığı sorusuyla bitireceğiz.

Aytek Soner Alpan

1. Lozan Antlaşması hakkında ne 'bilmiyoruz'?

Aslında tartışmaların içeriğine baktığımızda "hiçbir şey" diye yanıtlayabiliriz. Tartışmalar bomboş bir içerikle ve eğer tarih diye bir disiplin varsa, o disiplinden olabilecek en uzak mecrada yürüyor. İçeriği politikleşmiş tarihi meselelerde bu durum belli ölçülerde kaçınılmazken, bilimsellikten ve tarihsel gerçeklerden bu denli uzak tartışma memleketin düşünce dünyasındaki kurumayı da net bir şekilde gözler önüne seriyor.

Lozan Antlaşması üzerine yapılan spekülasyonlarda sık sık gündeme gelen başlıklar, antlaşmanın "gizli maddeleri" (Ayasofya'nın müze yapılması, hilafetin kaldırılması, laiklik, madencilik/petrol arama kısıtlamaları vs.) ya da antlaşmanın yalnızca 100 yıllığına geçerlilik taşıdığı gibi "meseleler" oluyor. Oysa Lozan'ın ne gizli maddeleri var ne de bir "son kullanma tarihi." Bunların iddia edilmesi cehaletten değilse, "büyük yalan söyleyin, tekrar edin, inanırlar" diyen Hitler'in propaganda bakanı Goebbels'in izinden yürümekle alakalı olabilir.

Sorumuza geri dönelim: Peki ne bilmiyoruz?

Lozan hakkında her şeyi biliyoruz. Yani bir tarihsel olay hakkında neyi ne kadar bilebilirsek, o kadar. Orijinal kopyası Fransız arşivlerinde bulunan Lozan'ın 143 madde ile 17 protokol ve sözleşmesinin her satırı biliniyor. Bu kadar da değil. Türk Delegasyonu tarafından Lausanne Palace’ta diğer ülkeler şerefineverilen ziyafetin mönüsüne kadar hemen her şeyi biliyoruz… Mesela, eski bir diplomasi geleneği olarak ziyafeti düzenleyenin ismi ana yemekte anıldığından bu ziyafette "İsmet Paşa Sülünü" servis edildiği bilgimiz dahilinde. Mönünün tamamı ise şöyle:

İçkiler: Sherry, Rüdesheimer (şarap), Cháteau Margaux (şarap), Piper-Heidsieck, brut extra 1911 (şampanya), likörler.

Mönü: Marenesse istiridyesi, kaplumbağa çorbası, chambord usulü deniz alacası (alabalık), fındık patates kızartması ile messena sığır filetosu, Polonya usulü kuşkonmaz, İsmet Paşa sülünü ile Ninon salatası, çilek melba ile Osmanlı pötifurları, seçme meyveler sepeti, kahve.

Lozan Konferansı'nın tüm tutanakları Türkçe dahil çeşitli dillerde yayımlanmış durumda. Peki bunlar Türkçe'de yeni mi yayımlanmıştır? Hayır… Devletler Hukuku Profesörü Seha L. Meray, 1969-73 döneminde bu belgeleri toplam 8 kitap halinde Türkçe yayımlamıştır. Meray, ayrıca, Osman Tuncay'la birlikte Osmanlı İmparatorluğu'nun Çöküş Belgeleri başlığıyla Mondros ve Sevr'in belgelerini de yayımlamıştır.

Lozan'a ilişkin tüm temel belgeler açıktır:

Diğer dillerdeki kaynakları geçecek olursak, konferans sırasında Türk delegasyonu ve Ankara arasındaki telgraflar Bilal Şimşir tarafından yayımlanmış durumdadır. Bu telgraflar, enteresandır, telgraf hattını denetimlerine aldıkları için İngiliz arşivlerinde de mevcuttur.

Konferans öncesinde ve sonrasında Meclis'te açık ve gizli oturumlarda yapılan tüm tartışmalar da yine yayımlanmış durumda. Bu Lozan'a has bir durum değil zira döneme ait tüm Meclis zabıtları ulaşılabilir durumda. Yakın tarihte bu zabıtlar TBMM Kütüphanesi'nin internet sitesinden erişime de açıldı. Bu zabıtlar, aynı zamanda, Taha Akyol ve Sefa Kaplan tarafından kitaplaştırıldı. Fahiş bir fiyat etiketiyle...

Lozan'a taraf olan devletlerin de arşivleri bu konuda araştırmaya açıktır. Lozan'ın çeşitli veçheleri ya da konferansın kendisi üzerine İngiltere ve Yunanistan arşivlerinde yapılmış bilimsel araştırmalar mevcuttur. Bunlardan, örneğin, Sevtap Demirci'nin kıymetli çalışması Türkçe'de Belgelerle Lozan ismiyle yayımlanmıştır. İngiliz arşivinin konuyla ilgili tüm fonları bu dönem için araştırmaya açıktır. Yunanistan Dışişleri Arşivi, uzun bir izin sürecine tabi olmakla birlikte, açıktır. Türkiye'de ise devlet arşivlerinin "tamamen açık" olduğu zaten resmi bir iddiadır. Konferansa gözlemci olarak katılmış olan Sovyetlere ait belgeler de Rus arşivlerinde açık durumdadır. (Hemen belirtmek gerekir ki Türkiye'nin Dışişleri Bakanlığı Diplomatik Arşivi hala kapalıdır. Yeni Türkiye'nin tarihçilerinden Cemil Koçak'ın "çok yakında açılıyor" diye yazmasının üzerinden de 1,5 sene geçti.)

Velhasılıkelam, Lozan'ın tarihsel açıdan gölgede kalan bir tarafı yoktur. Kaynaklar ortadadır. Okumak isteyen herkesin ulaşabileceği bir mesafededir. Konu üzerine, pek çok magazinel ve yalan yanlış kitap yazılmış olmakla birlikte, oldukça nitelikli çalışmalar da mevcuttur.

2. "Zafer mi, hezimet mi" tartışması nereden kaynaklanıyor?

Bu soruya verilebilecek tarihsel ve siyasal yanıtlar mevcut.

Tarihsel olarak, tartışmaya ilham kaynaklığı eden tek "kaynak" Türk heyetinde bulunan Rıza Nur'un hatıratıdır. Daha sonra Rıza Nur'un iddiaları, Mevlanzade Rıfat gibi isimlerin iddialarıyla harmanlanacak ve karşımıza Murat Bardakçı'nın --Bardakçı'nın kendisine tahammül edemesem de bu tanımlamasını pek sevdiğimi itiraf etmeliyim-- "fesli Tanzimat zamparası" dediği "üstat" sıfatlı raporlu akıl hastalarımızdan olan, ancak ne hikmetse saraylarda ziyafet sofraları ile ağırlanan Kadir Mısıroğlu çıkacaktır.

Rıza Nur'a geri dönelim...

Rıza Nur, İzmir Suikastı'nı takip eden idamların ardından kendisinin de "rejim muhalifi" olarak adlandırılacağını ve ceza alacağını düşünerek Fransa'ya kaçmıştır. Daha sonra anılarını yazarak bu anıların 3 nüshasını Avrupa'da çeşitli arşivlere 1960'da incelemeye açılmak üzere bırakmıştır. En bilinen kopyası, British Museum'da bulunandır.

Lozan'a dönük türlü rivayetin kaynağını işte Rıza Nur'un 5 ciltlik bu hatıratının 3. cildidir. Oysa bu hatırat, her ciddi tarihçi tarafından ancak ve ancak dedikodu ve aklen çok hasta bir insanın hezeyanları şeklinde tanımlanabilir. Siyasi kısım ve iddiaları bilerek geçiyorum. Bu hatırat şunun gibi anekdotların bir toplamıdır:

(Lozan Konferansı'nda gergin dakikalardan sonra Türk heyeti salona dönüyor) Yüzümüzden bir şey anlamak istiyorlar. Dikkatle bakıyorlar. Bunların arasında Madam Bompard da var. Madam bana yanaştı:

- Rıza Nur! Apposez Votre signature! S’ilavous plait apposez!.. (orijinalinde bu şekilde yazılmış) diyor. Yalvarıyor. Elimin tersiyle suratına bir aşk edeceğim geldi.  

Madam Bompard, Fransız delagasyonundan Maurice Bompard'ın eşidir. Madam Bompard hakkında daha önce yer alan bölümde de şöyle denmektedir:

Şimdiye kadar Fransız kadınının da bu kadar terbiyesizini görmemiştim... Ka­dın... Hem resmi delege değil, nesine lâzım... Öyle kızdım ki kendi kendime: "Kadın dövülmez derler. Gel de dövme... Böylesi dövülmez mi?.. Bu nasıl saçından tutup ayağının altı­na alıp da çiğnenmez... Yer ve vaziyet müsait değil ki, hadi yap!.. Bir kıyamettir kopar. Türk vahşileri kadın dövüyor di­ye avazları çıktığı kadar bağırırlar. Sanki bu Avrupa denen toprakta yaratıldığından beri kadın dövülmemiştir. Halbuki her gün kocaları, başkaları kadınları döverler. Bunlar vahşi olmaz. Bize gelince vahşi oluruz." dedim. Bu kadın son zamanlarda bir sinir nöbeti geçiriyordu ga­liba. Menopozda mı idi ne idi bilmem!..  

Düzey budur. Ciddiye alınabilirliği bu kadardır. Önemli devlet makamlarında bulunmuş, iddialı bir kişinin geleceğe -hem de yayımlanmak üzere- böyle notlar bırakması ve bunları bir takım çok ciddi kurumlara teslim etmesi o şahsın akli melekelerini sorguya açmaktadır. İsmet İnönü, Mustafa Kemal hakkında söylenenler bundan daha ciddiye alınır değildir. Dolayısıyla bu hatıratın Rıza Nur'un psikopatolojik portresi dışında herhangi bir konuya kaynaklık edebilmesi mümkün değildir. Dileyen Lozan'ın resmi zabıtlarındaki Rıza Nur ile kendi anlattığı Rıza Nur'un konferanstaki konuşmalarını karşılaştırmalı şekilde okuyabilir. Aradaki açı, kaynağın güvenilirliği açısından fikir verecektir.

Meselenin siyasal boyutuna ilişkin daha önce soL'da yazılar yayımlanmıştı. Detaylara o nedenle girmiyorum. Kısaca söyleyecek olursak, Türkiye'de siyasal İslamcılığın tarih okuması, Necip Fazıl'ın "Muhasebe" şiirinde "inanmıyorum bana öğretilen tarihe!" çırpınışından ibarettir. Bu nedenle uydururlar. Bunun resmi tarihin "yapıntı" karakteri ile bağı çok azdır. Bu inançsızlık, o yapıntı tarihin belki de en gerçek unsurunun kendi mağlubiyetleri olmasından ileri gelir. Bu, henüz bitmemiş, bir hesaplaşmadır. Bu hesaplaşmada bir sıçramaya, zafere ihtiyaçları vardır.


Meselenin güncel boyutunu merak edenler Özgür Şen'in geçtiğimiz günlerde yazmış olduğu yazıyı okuyabilirler.

Ve tabii Mehmet Bozkurt'un yazılarını…