Türkiye Almanya'nın bölgedeki en güçlü piyonu mu?

Çalışmalarını Londra’da sürdüren Alman dış politika uzmanlarından, yazar ve gazeteci Jörg Kronauer, Ankara’nın Berlin’in ana ilgi odağı merkezlerden biri olduğuna ve bunun kalıcı olduğuna dikkat çekiyor. Bir süre önce son kitabı “Her Zaman Tetikte” başlığıyla Yazılama Yayınevi bünyesinde çıkan Kronauer, darbe girişimi sonrasında iki ülke ilişkilerinin bulunduğu yeri ve bunların geleceğe yönelik…

Osman Çutsay

Alman dış politika uzmanlarından, yazar ve gazeteci Jörg Kronauer'le Almanya-Türkiye ilişkilerini konuştuk.

Almanya’nın dünyada Türkiye’yi de içeren bölgemizle ilgili olarak kesin bir lider güç olması ve bu liderliğini sürdürmesi mümkün mü? Eğer öyleyse, AB’nin böyle bir hegemonyal lider gücünü hangi sorunlar veya engeller bekleyebilir?

JÖRG KRONAUER – Almanya, AB devletleri arasında kesinlikle Türkiye üzerinde en güçlü nüfuza sahip olanıdır. Bu da öncelikle gerçekten çok sıkı ekonomik ilişkilerle bağlantılıdır. Alman şirketleri 1980’den bu yana 12 milyar avroyu aşan tutarda bir yatırım yaptılar, böylece Türkiye’deki yabancı doğrudan yatırımlar sıralamasında en önde yer alıyorlar. Ayrıca Federal Almanya, Çin şu sıralarda yapılan teslimat itibariyle Almanya’yı geride bırakmış da olsa, Türkiye’nin genelde en önemli ticari partneridir. Buna ek olarak, ayrıca özellikle ekonomik bazı fırsatlar da var ve bu fırsatları -iş dünyasının bakışıyla- Almanya’da sayısal olarak güçlü Türkçe konuşan azınlık sunmaktadır: Çiftdillilik, iki ülkeyi iyi tanımak... Bu, yurtdışına yatırım yapmak isteyen işletmeler için devasa bir potansiyeldir. Dolayısıyla Almanya ile Türkiye arasındaki ekonomik ilişkiler çok sıkıdır ve bu da Almanya’ya, diğer AB ülkeleriyle karşılaştırıldığında onlardan çok daha önde bir ekonomik nüfuzu garanti ediyor.

Elbette buna ek olarak siyasal nüfuz da var. Birçok Avrupa başkentinde bürolara sahip bir düşünce kuruluşu olan “European Council on Foreign Relations” (Avrupa Dış İlişkiler Konseyi) kısa bir süre önce Federal Almanya’nın en güçlü AB ülkesi olduğu konusunda siyasal elitlerin AB düzeyinde bir görüş birliğine sahip olduğunu saptadı. AB dışındaki ülkelerin, eğer AB ile işbirliği isteniyorsa, Almanya ile iyi ilişkileri geliştirmesi temelde akla yakın olandır. Bu, Almanya’ya epey bir siyasal nüfuz garantisi vermektedir.

Ancak AB’nin ötesinde bazı ülkeler de var ki, bunlar Berlin’in Türkiye’deki siyasal nüfuzunu tartışmalı hale getiriyor. Aslında Federal Almanya -şimdilik?- ABD’nin siyasal nüfuzuyla baş edecek durumda değildir; bunu arzulasa bile durum böyle. Bu ilişkinin nasıl gelişeceği beklenmeli. Siyasal düzlemde, Türkiye’nin Rusya ve Çin’le ilişkilerinin nasıl biçimleneceği sorusu da önemli. Berlin’e dış politika uzmanı politikacılar birkaç yıl önce -o zamanlar Erdoğan başkandı- Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü’ne yaklaşması hakkında biraz yüksek sesle düşündüğünde hemen kulakları diktiler. Bu örgüt, Çin ve Rusya’nın bir güvenlik ittifakıdır ve birçok Orta Asya ülkesini de içermektedir, bazıları bu “Doğu’nun NATO’su” diye tanımlıyor. Eğer Ankara ileride de Moskova ve Pekin’le sürekli bir işbirliğine giderse, bu Alman hükümeti açısından elbette daha büyük bir sorun halini alırdı.

- Berlin’i Ankara’yla işbirliğine zorlayan tahakküm siyaseti açısından baktığımızda, bu temel çıkarlar 15 Temmuz darbe girişiminden sonra daha hâlâ güçlü mü? Bir başka ifadeyle: İslamcı Ankara ve “demokratik” Berlin arasındaki ilişkileri 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında siz nasıl görüyorsunuz?

JÖRG KRONAUER – Berlin’in Ankara’ya işbirliğinde emperyal siyaseti açısından çıkarı var ve bu kesintiye uğramış değil. Şu sıralarda daha daha çok mültecilere karşı korunma paktı üzerine tartışmalar sürüyor. Sözü geçen paktta Almanya ve AB, Türkiye’ye bağımlıdır. Önemli bir faktör, ama kuşkusuz yegâne faktör değil. Enerji politikaları açısından da Türkiye’yle işbirliğinde büyük bir ilgi ve çıkar bulunuyor. Nedeni şudur: Federal Almanya, -Rusya’yla bizzat kendisi doğalgaz alanında yakın bir işbirliği içinde olmasına rağmen- Moskova’ya pek öyle gereğinden fazla bir bağımlılığa maruz kalmak istiyor ve bu yüzden de durmadan alternatif sunucular ile alternatif yollar arıyor. Muhtemel doğalgaz sunucuları olarak 1990’lardan beri Hazar Denizi çevresindeki birçok devlet, bu arada İran ve Irak da, görülmektedir. Bu ülkelerin doğalgaz rezervleri ilke olarak borularla AB veya Almanya yönünde taşınabilirdi. Ancak bütün bu boru hatları -haritaya bakınca görülüyor- Türkiye’den geçmektedir. Bu konuda CDU’nun (Hıristiyan Demokrat Birlik) dış politika konusunda uzman milletvekili Jürgen Hardt ilbkbahar aylarında şunu yazmıştı: “Enerji kaynaklarımızı çeşitlendirme meselemizde Türkiye’nin anlamı ve Irak, İran veya Hazar bölgesindeki enerji teslimatı için transit ülke olarak önemi, artacaktır.” Bu konuda darbeyle bir şey değişmedi. Ancak, ekonomik ve stratejik çıkarların kuşkulu durumlarda demokrasiye göre bir öncelik sahibi olduğu da yeni bir şey değildir.

Dış politika açısından Türkiye’ye yönelik Alman işbirliği ilgisi eskisi gibidir ve bu ilgi güçlüdür. Jürgen Hardt, bu konuda “Karadeniz, İran Körfezi ve Akdeniz arasındaki olağanüstü çatışmalarla yüklü bölgede”, eğer Yakındoğu ve Ortadoğu’da bir güç siyaseti izlenmek isteniyorsa, Türkiye’nin öyle kolay kolay görmezlikten gelinemeyecek “merkezi bir dış politika aktörü” olduğunu dolaylı bir dille yazdı. Hardt, tabii daha net bir dille şunu söylemeliydi: Eğer Yakındoğu ve Ortadoğu’da bir güç siyaseti izlenmek isteniyorsa, bu aktör kesinlikle görmezlikten gelinemez. Ancak Almanya tam da bunu istemektedir: Güncel dış politika stratejilerinin içeriği şudur: Federal Almanya, AB çevresindeki devletlerde, Kuzey Afrika’dan Yakın ve Ortadoğu’ya oradan da Doğu Avrupa’ya -Ukrayna’ya bir bakın- lider bir güç olmak istiyor. Bu yüzden, darbe olsun veya olmasın, dış politikada da Ankara’yla işbirliğine yönelik bir ilgi var. En iyi örnek: Alman silahlı kuvvetleri, İncirlik’teki hava üssünü sistematik bir biçimde geliştiriyor. Bu üs Yakın ve Ortadoğu’da savaşabilmek için, Alman silahlı kuvvetlerinin askeri olarak güçlü bir varlık göstermesini sağlıyor. Elbette Berlin teorik olarak bu üsten vazgeçebilirdi, ama öyle bir durumda Alman operasyon yeteneği önemli ölçüde sınırlanmış olacaktı. Burada da, darbeden bağımsız olarak, işbirliğine yönelik ve süren bir ilgi mevcuttur.

Berlin neden bir veya birkaç Kürt köprüsünü tercih etmesin? Belki de Almanya’nın bölgesel planlarında geleneksel Türk modeli ve yeri artık geçerli değildir? Bir başka ifadeyle: Almanya kendi emperyal çıkarlarını, parçalanan bir Türkiye ile daha iyi koruyamaz mı? Ortadoğu’ya yeni bir köprü mümkün olabilir mi?

JÖRG KRONAUER – Alman dış politikası, şu ya da bu nedenle yoluna engel oluşturan devletlerdeki parçalanma süreçlerini hep destekledi veya aktif bir biçimde teşvik etti. Buna en iyi örnek Yugoslavya’nın parçalanmasıdır; bu parçalanma Federal Almanya tarafından adeta zorla gerçekleştirildi. Yugoslavya muhtemelen Alman nüfuzunun Güneydoğu Avrupa’da yayılmasına karşı çıkacak kadar güçlü olurdu. Belgrad zaten Berlin’de geleneksel bir hasım olarak görülmektedir, en azından tarihte birçok kez öyle olmuştur. O yüzden, Almanya için, Yugoslavya’nın parçalanmasını hızlandırmak yararlıydı. Sovyetler Birliği’nin parçalanmasına da Federal Almanya sempati ve şu ya da bu destek peformansıyla eşlik etti.

Benzer bir siyaset Türkiye veya Yakındoğu için ortaya çıkar mı? İyi bir soru bu. İlke olarak hiçbir olasılık dışarıda bırakılamaz tabii, ama Türkiye, Berlin siyaseti için bir partner olarak ekonomik ve stratejik nedenlerle o kadar önemlidir ki, burada Türkiye’deki Kürtlere yönelik bir köprü inşasına yönelmesi bana pek olası görünmüyor. Durum elbette Irak’taki Kürtlerle, öncelikle de Barzani’yle ilgili olarak, daha farklıdır. Ancak Barzani de Ankara’yla sıkı bir işbirliği içinde bulunuyor.

Alman siyasetinin Türkiye’deki Kürtlere doğru yönelmesi şu sıralarda tek bir durumda düşünülebilir gibi görünüyor, o da, Ankara’nın Rusya ve belki Çin’le ilişkilerini (Şanghay İşbirliği Örgütü konusu) yoğun bir biçimde geliştirir ve aynı zamanda da AB ve Batı’yla ilişkilerini açıkça geriletirse, mümkündür. Şu an itibariyle bu, bana pek mümkün değil gibi görünüyor, ama Erdoğan bu, belli olmaz. ”

-------------------------------------------------------------

JÖRG KRONAUER

Üniversitede sosyoloji öğrenimi gören Kronauer, yaşamını serbest gazeteci ve yazar olarak sürdürüyor. Alman dış politikası üzerine kurgulanmış ünlü internet sitesi www.german-foreign-policy.com’un da editörlerinden olan yazarın, çeşitli kitapları bulunuyor. Son kitabı “Her Zaman Tetikte” bir süre önce Yazılama Yayınevi tarafından yayımlanan Kronauer’in ilgi ve çalışma alanını Alman dış politikası ile neofaşizm oluşturuyor. Şu sıralarda Yunan krizi ile ilgili yeni bir kitabını tamamlayan Jörg Kronauer, Londra’da yaşıyor ve çalışıyor.

-------------------------------------------------------------------------

Bu röportajın tam metni Gelenek dergisinin çıkacak Kasım sayısında yayınlanacaktır.