Teknokentler: Sermayenin cenneti, işçilerin nesi?

Bugün teknokentler Türkiye işçi sınıfının azımsanmayacak bir kesiminin bulunduğu ve kendi gündelik yaşamları içinde mikro kavgaların verildiği, ideolojik olarak yoğun çatışmaların yaşandığı, bu anlamda hiç de sanıldığı gibi “dikensiz gül bahçesi” olmayan yerler. Bu açıdan bakıldığında kapitalizmin nitelikli sömürü koşullarının yürütüldüğü teknokentlerde yine aynı şekilde nitelikli bir sınıf…

Haber Merkezi

Üniversitelerin kapanmasıyla birlikte bünyesinde teknokent olan çeşitli kampüslerde hareketlilik arttı. Mezun olan veya mezun olmak üzere olan çok sayıda üniversiteli, kampüslerinde kalıcı şekilde çalışma hayatına atılabilmek için teknokentlerdeki şirketlerin kapılarını aşındırmaya başladı.

İsterseniz önce gelin bu “teknokent” neyin nesidir ona bakalım.

TEKNOKENTLERDE KİMLER VAR?

Yaygın kullanılan adı teknokent olmakla beraber bu tür yapılanmaların adı teknopark, bilim parkı, teknoloji parkı olarak değişebilmekte. Bu yapılanmada temel olarak amaçlanan şey üniversite ile sanayici işbirliğinin devlet eliyle derinleştirilmesidir. Günümüzde ortaya çıkan işbirliği alanları arasında bilgi teknolojileri, ilaç sanayisi, savunma sanayisi ve genel mühendislik alanındaki araştırma geliştirme faaliyetleri sayılabilir.

Dünyadaki ilk örneği 1950’li yıllarda ABD Kaliforniya’daki Stanford Üniversitesinde olan teknokentler daha sonra 1970’li yıllarda Fransa başta olmak üzere Avrupa’da sık görülmeye başlandı. Ülkemizde ise bugün 60’ın üzerinde teknokent/teknoloji merkezi bulunmaktadır. Bunların arasında öne çıkanlar olarak, ülkede ilk teknokentlerden birisi olma özelliğini taşıyan ve 2000 yılında kurulan ODTÜ Teknokent, yine Ankara’daki Bilkent Cyberpark, İstanbul’daki İTÜ Arı Teknokent ve İzmir Bilimpark sayılabilir.

Aslında ülkede çok sayıda bulunan teknokentlerin içeriğini ve bünyesindeki emek rejimini görmek için ODTÜ Teknokent güzel bir örnektir.

Teknokentler içinde TAI gibi kalburüstü şirketlerin kendi özel binalarıyla yeralması dikkat çekiyor

ODTÜ TEKNOKENT ÖRNEĞİ

Başlarda yazılım alanında akademisyen destekli özel şirketlerin öncülük yaptığı teknokentte günümüzde  elektronik ticaretten iletişime, güvenlik sistemlerinden oyun yazılımlarına, savunma sanayisinin çok çeşitli dallarından lazer teknolojilerine kadar faaliyet yürütülmekte.

Devlet ve üniversite yönetimleri tarafından desteklenen özel şirketlere bu “işbirliği” nedeniyle çeşitli teknik altyapı olanakları sınırsız şekilde ve cüzi bir meblağ karşılığında verilirken, kurumsal olarak sağlanan vergi muafiyeti, projelerden yararlandırma vb gibi kolaylıklar da dikkat çekiyor.

Yerleşke içinde öğrencilere yapılan “ahlâksız teklif” örneği

TEKNOKENTTE YAŞAM

Teknokentlerde dışarıdan bakıldığında kalburüstü ve ülke gerçekliğinden kopuk “elit” bir hayatın yaşandığı izlenimi sadece çok sınırlı bir katman için geçerli. Kapitalizm koşullarında diğer imalat ve hizmet sektöründe yaşanan derin sömürü burada farklı bir ambalajla sunuluyor o kadar. Otoparklarında sayısız lüks arabaların olduğu, öğle yemeklerinin fahiş fiyatlı lokantalarda yendiği, alınan ücretlerin ortalama maaşın üzerinde bulunduğu bir gerçek olsa da buzdağının görünmeyen kısmı da dikkat çekici. Toplu taşım olmadığı için servis hakkı için mücadele eden, şirketin anlaşmalı yemek kurumlarındaki fahiş fiyatların merkezi bir şekilde dikte edildiğinin farkında olan, kendi sömürülen emeğinden teknokent bünyesinde katmerli bir kâr elde edildiğini bilen bir toplam da mevcut.

Burjuvazi her türlü cafcaflı söylemine rağmen “pazar” kelimesini bırakamamış hala!

PEKİ YA AKADEMİSYENLER?

Teknokent projesinin gözünü diktiği bir başka alan ise üniversitelerin akademik personelleri elbette. Esas ağırlık vermesi gereken alanın bilimsel üretim ve öğretim seviyesinin yükseltilmesi olması gereken “hocalar” hem maddi hem de manevi etkenlerle üniversitedeki bilimsel üretim kaygısından uzaklaştırılıp, piyasanın ihtiyaçlarına uygun alanlarda faaliyet göstermeye teşvik ediliyor. Bu alana adım atan akademisyenler ise artık öğretmen değil patron, bilimadamı değil sanayici oluyorlar. Elbette kurdukları firmalarda iş verdikleri öğrencileri artık onlar için birer işçi statüsüne geçiyor.

TEKNOKENTTE EĞİTİMLİ İŞÇİ OLMAK

Burada öne çıkan verili bir durum ise teknokent firmalarındaki “kentli” işçinin ideolojik durumu. Sürekli olarak kendi işini kurarak kendini kurtarması, yenilik yapması, rekabet içinde olması ideolojik olarak pompalanan bir ortamda yaşıyor. Öğle arasında dünya markası olan kahvecisine giderek istediği türden kahvesini üzerinde ismi yazılı şekilde alıyor. İşyerinde çalışma arkadaşlarıyla birlikte bir şeyler paylaşmasından ziyade kendi gemisini kurtarması bekleniyor ve isteniyor.

Öte yandan içinde bulunduğu teknokentin işleyiş mantığıyla kendisi için en büyük tehlike yine kendisi gibi okumuş işçi sınıfından geliyor. Üniversite-sanayi-devlet işbirliği kapsamında yeni mezun veya mezun olmak üzere olan üniversiteli gençler kampüslerindeki özel şirketlerin öncelikli hedefleri konumunda.

Düzenlemeler açıkça işçiden çok patrondan yana. Öyle ki bir şirketin çalıştırdığı işçilerin sigorta primleri teknokentte ilgili birimi olduğu için devlet tarafından yatırılıyor. Yani işçilerden alınan vergiler, patronun vermesi gereken vergileri karşılıyor.

İşçilerin maaşlarından doğrudan yapılan kesintilerle finanse edilen devlet programlarıyla maaşı devlet tarafından ödenen genç kentli işçimiz düşük maaşla işe başlatılarak halihazırda çalışmakta olan işçilere karşı da koz olarak kullanılıyor. Hem sınıfın birlik içinde hareket etmesi çıkar çatışması yaratılarak sağlanıyor ve ekonomik olarak giderler azaltılıyor, hem de daha iş tecrübesi (hak arama pratiği olarak okunabilir) olmayan bir nesile istenildiği gibi şekil verilebiliyor.

Bunun ötesinde kendi işini kurmaya teşvik edilen genç yeni mezunlar eğer kendi işlerine kurarlarsa vahşi piyasa koşullarının içinde büyük şirketlerden iş almak ve iflas etmemek sarmalına giriyorlar. Geceli gündüzlü çalışarak tamamlanan işler büyük şirketler tarafından ucuza alınırken, yeni mezunumuz ise aslında hiç ait olmadığı patron sınıfını kendisinin yeri olarak algılamaya başlıyor.

Kısa yoldan kendini gösterme ve “yırtma” projeleri kurumsal olarak desteklenmekte!

Bugün teknokentler Türkiye işçi sınıfının azımsanmayacak bir kesiminin bulunduğu ve kendi gündelik yaşamları içinde mikro kavgaların verildiği, ideolojik olarak yoğun çatışmaların yaşandığı, bu anlamda hiç de sanıldığı gibi “dikensiz gül bahçesi” olmayan yerler. Bu açıdan bakıldığında kapitalizmin nitelikli sömürü koşullarının yürütüldüğü teknokentlerde yine aynı şekilde nitelikli bir sınıf kavgası da örülmeyi bekliyor.