Sosyalizmin çözülüşünden 25 yıl sonra...

25 yıl önce bugün Kremlin'deki orak çekiçli kızıl bayrak indirildi. Dünya daha barışçıl, daha eşitlikçi, daha demokratik ve özgür olacak vaatleriyle… Peki sosyalizmin çözülüşünden 25 yıl sonra gerçekten neredeyiz?

Aytek Soner Alpan

Dün, yani 25 Aralık'ta, popüler adıyla "Kızıl Ordu Korosu" Suriye'ye giden bir uçağın içinde Karadeniz'in sularına gömüldü. Kızıl Ordu'nun son parçasına, piyasaya teslim olduğunu her seyrettiğimizde içimizi acıtan bu tarihi koroya mensup sanatçıların hayatlarını kaybetmesi yeterince trajik değilmiş gibi bir de tarihin bir ironisi ile durum daha da dramatik hale geldi.

Şöyle ki, 1991 yılının 25 Aralık gecesi Garbaçov'un uydu yayını ile tüm dünyaya ilan ettiği istifasının ardından Kremlin'deki kızıl bayrak son kez indirilmişti. Orak-çekiçli bayrağın gönderden indirilişi, 74 yıllık Sovyet deneyiminin sonunu simgeliyordu. Sovyetler Birliği 25 Aralık'ı 26 Aralık'a bağlayan gece resmi olarak tarihe karıştı.

25 yıl sonra aynı gün Sovyetlere dönük nostaljinin canlı bir öğesi olarak varlığını sürdüren "Kızıl Ordu Korosu" karanlık sulara gömüldü...

"Akıl baliğ" olduktan sonra o dönem yazılıp çizilenlere dair özel bir ilgim gelişti ki bu Sovyetler Birliği'ndeki karşı devrimin nihai zaferinden yaklaşık on yıl sonraya denk geliyor. O dönem sol, sosyalizm adına yazılanları ne vakit yeniden gözden geçirmeye kalksam beni yeniden ve yeniden şaşırtmayan metin yok denecek kadar azdır.

İster bizim ülkemizden ister dünyanın başka bir coğrafyasından olsun her okuduğumda "bu kadar da olmaz" dedirtmeyi başaran satırlar yazılmıştı 1990'lar dönemecinde...

Hayatımda sinirlenerek çöpe attığım tek kitap, 1980'lerin ikinci yarısında Sovyetler Birliği Komünist Partisinin hemen her kritik pozisyonunda en üst düzeyde görev almış Aleksandr Yakovlev'in 1990 yılında vermiş olduğu röportajın çevirisi olan Sovyetler Birliği'nde Ne Yapmak İstiyoruz? başlıklı kitaptır. Bir kaç yıl sonra aynı kitabın bir ibret vesikası olarak elimin altında bulunmasının faydalı olacağına karar verip sahaf sahaf arayıp bulmuş olsam da…

Kimin, hangi "fraksiyonun" söylediğinin önemi yok; 1990 yılında basılmış bir kitaptan aktarıyorum:

Revizyonist kamptaki son gelişmeler gösteriyor ki, dünya komünizmi bu kamburun yarattığı haksız ama çok ağır yüklerden çok geçmeden kurtulacaktır. [...] Dolayısıyla, son gelişmeler temelinde dünya burjuvazisinin güç kazanması, sevinci ve iyimserliği kısa dönemli bir sonuçtur. Revizyonist kamptaki çözülme ve dağılmanın asıl tarihsel etkisi, dünya komünist ve işçi hareketlerinin büyük bir engelden kurtulması olacaktır.

Dediğim gibi her okuduğumda şaşırtmayı başarıyor bu ve benzeri satırlar. Yazıyı Solidarność'tan (Dayanışma) yoldaş, Yeltsin'den sol muhalif türetenlerle şişirmenin bir anlamı yok. Zaten liste çok uzun...

Buradaki önemli nokta şudur: Yakovlev gibi kapitalist yolcu olmayan, kendisini sosyalist, devrimci, komünist olarak gören pek çok insanın sevinç çığlıkları ve tezahüratları arasında gerçekleşti çözülüş. Sosyalizm işte böylesine silahsızlandığı için tek kurşun atılmadan karşı-devrimin zaferine şahit oldu insanlık.

Tezahüratlar özellikle üç temel vaat etrafında yapılıyordu: Barış, eşitlik, demokrasi-özgürlük. Bakalım sosyalizmin çözülüşünün üzerinden çeyrek asır geçmişken bu vaatler ne alemde…

DÜNYAYA BARIŞ GELDİ Mİ?

Tek kutuplu dünyayı alkışlayanların en önemli argümanlarından biri dünyanın bir nükleer savaş felaketinin eşiğinden döndüğüydü. Yalnız nükleer de değil artık rekabet olmayacağı için savaşlar olmayacak, tek kutuplu dünyada ABD'nin küresel polisliği sayesinde dünya daha stabil hale gelecek ve mutlu mesut yaşanacaktı.

Bunun ne büyük bir yalan olduğunu anlamak için çok beklemek gerekmedi. Emperyalizm ipten kazıktan kurtulmuş, sosyalizmin olmadığı dünyada devlet egemenliği gibi kavramları "demokrasi" gibi ulvi gerekçelerle hiçe sayabilir olmuştu.  Sosyalizmin terk ettiği coğrafyalarda, on yıllarca barış içinde yaşayan halklar birbirinin boğazına çökmeye başladı. Silah tekellerinin iştahı kabardıkça silahlanma Soğuk Savaş düzeyinin çok ötesine geçti.

Dünyadaki toplam askeri harcamanın yıllara göre değişimini gösteren aşağıdaki grafik mevcut durum hakkında bir fikir veriyor:

Kaynak: SIPRI, Nisan 2016

Grafikten de görüleceği üzere Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsünün verilerine göre dünyadaki askeri harcamalar çoktan 1990'lar düzeyini geçmiş durumda.

Ama olumlu gelişmeler de yok değil. Gelişen teknolojiye paralel olarak bu silahların yetenekleri de gelişti elbette. Örneğin, ailenizle masmavi gökyüzünün tadını çıkardığınız esnada üstünüzde bir şey görünmezken büyükannenizin tepesine bomba atabiliyor emperyalizm. 13 yaşında büyükannesini ABD'nin "insansız hava aracı" saldırısında kaybeden Pakistanlı Zübeyir Rehman bu nedenle "mavi gökyüzünü artık sevmiyorum, gri kapalı havaları tercih ediyorum" diyor. Zira hava kapalı olunca İHA'lar uçamıyormuş.

Nükleer silahlanma da beklendiği gibi tarihe karışmadı. Geçtiğimiz günlerde ise Putin ve Trump arka arkaya Rusya ve ABD'nin nükleer silah kapasitelerini geliştirmesi gerektiğinin altını çizdi. Yine bir iki gün önce, bir yalan haber İsrail ve Pakistan arasında nükleer gerilime neden oldu.

DÜNYA DAHA MI EŞİT HALE GELDİ?

İnanması güç ve şaşırmamak elde değil, dediğim gibi, ama Sovyetler Birliği'nin yıkılması ile birlikte dünyanın daha eşit bir yer olacağı ciddi ciddi yazılıp çiziliyordu. Kapitalizm, neoliberalizm denen yeni saldırı programı ile zincirlerinden boşanırken, böyle beklentiler vardı. Küreselleşme serveti yaygınlaştıracak, eşitlik sağlayacaktı...

Elbette tam tersi oldu. Kapitalizm, 1917'de Ekim Devrimi ile açılmış olan parantezi kapatmaya girişti. Olanca gücüyle.

Aşağıdaki grafik, ABD'de en zengin %0,1'in (tam anlamıyla "crème de la crème") toplam gelirden aldıkları payı gösteriyor. Görüldüğü üzere 1920'lerden sonra istikrarlı bir şekilde düşen bu oran 1970'lerin ortasından itibaren ivmelenerek artıyor. Yine görüldüğü üzere 1990 sonrasında hızla artan bu oran neredeyse 1920'lerdeki seviyeye ulaşılmış durumda. Yani kapitalizm, Ekim Devrimi ile açılan parantezi kapatıyor…

Dünyanın geri kalanındaki eğilimlerin çok da farklı olmadığını belirterek ABD'den bir örnek daha verelim.

Aşağıdaki grafikte mor ile gösterilen eğri, en zengin %1'in gerçek gelirinin değişimini gösteriyor. 1980'lerin ortasından itibaren nasıl bir sıçrayış gerçekleştirdiğini görüyorsunuz. Yeşil eğri ise en alt %90'lık gelir grubunu gösteriyor. II. Savaş sonrasını saymazsan gelir ortalamasında neredeyse hiç değişiklik yok. Hatta yine 1970'lerin ortasından itibaren aşağı doğru hareketi görebiliyorsunuz.

Son bir grafik daha paylaşalım. Zenginler servetlerine servet katmakla kalmıyor. Aynı zamanda sermaye yoğunlaşıyor da. En zenginler daha zengin oluyor.

2010'da 388 para babası dünyanın yarısının sahip olduğuna denk servete sahipken, bu sayı 2016 itibariyle 62'ye düşmüş durumda. 2020'de sadece 10 küsur kişinin aynı zenginliğe sahip olması bekleniyor.

Başka bir şekilde söyleyecek olursak, 2010 yılında bir Boeing 747 uçağa sığabilecek kadar para babası dünyanın yarısının tüm varlıklarına denk bir servete sahipken, 2020'de aynı oranda servete sahip olan para babalarını tek bir minibüse bindirip uygun yere postalayabilmek mümkün olacak.

Kapitalizmin bir hizmeti daha!

PEKİ YA DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK?

Ne deniyordu? Sovyetler Birliği gibi "totaliter rejimlerin" yokluğunda dünya hızla demokratikleşecek, özgürlükler genişleyecekti. Duvar yıkılmış, özgürlükler kazanmıştı!

ABD'de başkanlık seçimlerini kazanan Trump'ın kampanyasını üzerine kurduğu en temel vaatlerden biri ülkenin güney sınırına dev bir duvar örmekti. Trump bu vaadinde yalnız değil elbette. Economist dergisinin 2016 yılının başında hazırladığı şu harita dünyada mevcut ya da ülkeler arasına çekilmesi planlanan duvarları gösteriyor.

Kırmızı çizgiler bitmiş ya da inşaatı sürmekte olan duvarları gösterirken yeşil çizgiler yapılması planlanan duvarlar.

Peki bu duvarların büyük çoğunluğu neden yapılıyor? Cihatçı teröristleri engellemek bahanesiyle… Bu cihatçı teröristlerin Sovyet sosyalizmini çözülüşe götüren süreçte "Hür Dünya"nın demokrasi savaşçıları olduğunu bir an bile akıldan çıkartmamak lazım. "Medeniyet"in kalbinde kendisini patlatıp duran, kör şiddet eylemleri düzenleyen cihatçılar kapitalizmin demokrasisinin yani sosyalizmi yıkmak için seferber ettiği karanlığın dünyaya bir hediyesidir. Başka bir şey değil…

Buna ek olarak, demokrasi adına pek çok ülkeye ABD'nin yahut NATO'nun doğrudan müdahalede bulunduğunu, pek çok yerde benzer sloganlarla renkli devrimlerin organize edildiğine hepimiz şahidiz. Bu müdahaleler devam ediyor…

Peki ya sandık?

Mevcut haliyle demokrasinin giderek insanları tatmin etmekten uzak bir oyuncağa dönüştüğü bugünlerde, sandığın halkın çıkarları ve iradesiyle alakası olmayan sonuçlar çıkarması neredeyse kural haline gelmiş durumda.

Örneğin, yakın zamanda demokrasinin kabesi olarak görülen Avrupa Birliği'ne bakalım.  

Pew Araştırma Merkezinin 2014 yılında yaptığı araştırmada AB vatandaşlarına şu soru soruluyor: Avrupa Birliği'nin vatandaşların ihtiyaçlarına yanıt verdiğini düşünüyor musunuz?

Bazı oranlar şu şekilde:

Görüldüğü üzere Almanya dahil tek bir ülkede dahi evet oranı hayırdan yüksek değil.

Demokrasinin vatandaşların ihtiyaçlarına yanıt vermekten uzaklaşması beraberinde demokrasi mekanizmalarının manipülasyona açık hale gelmesini ve bu mekanizmalara katılımın giderek düşmesini getiriyor.

Dünya çapında seçimlere katılım oranı ortalamasının değişimini aşağıdaki grafikte görebilirsiniz. 1970-1990 arasında %75 etrafında dalgalanan seçimlere katılım oranı ortalaması, 1990 sonrasında dünyanın önemli bir kısmının "demokrasiye kavuşmasına" rağmen  hızla düşüyor.

Sosyalizmin çözülüşüne kapitalist ülkelerdeki işçi sınıfını temsil eden siyasi yapı ve partilerin tasfiyesi de eklenince mevcut düzenden tatmin olmayan, kendilerini bu düzen içinde ifade edemeyen halk yığınları çıkışı milliyetçi-popülist bir söylem tutturan NAZİ ilhamlı yahut düpedüz neonazi olan partilerde arıyor.

Avrupa çapında sık sık gündeme gelen aşırı sağ yükselişi BBC'nin hazırladığı şu harita özetliyor. Her ülkede ilgili aşırı-sağ/neonazi partinin aldığı oy gösteriliyor. Bu oyların hemen hemen tamamı yukarı yönlü bir eğilim içerisinde.  

Sovyetler Birliği'nin 20 milyondan fazla yurttaşını kurban vererek tarihe gömdüğü faşizm, kapitalizmin kâr uğruna ve can havliyle tarihin çarklarını geriye işletme uğraşı nedeniyle hortluyor. Avrupa'ya has bir durum değil. Dünyanın geri kalanında da bu sağa kayışa benzer eğilimler mevcut.

Sosyalizmden geriye kalan dünyada demokrasi ve özgürlük vaadinden geriye herhangi bir işe yaramayan sandıklar, muazzam bir tatminsizlik ve faşizmin yükselişi kalmış durumda.

SOSYALİZM ZORUNLU VE GÜNCEL  

Marx ve Engels, Komünist Parti Manifestosu'nun birinci bölümünün başında muhteşem bir gözlemde bulunur: Tarih sınıf mücadelelerinin tarihidir ve bu mücadeleler ya tüm toplumun devrimci bir dönüşüme uğramasıyla ya da mücadele eden sınıfların birlikte yok olup gitmesiyle son bulur.

Kapitalizmin tarihin tekerleklerini tersine çevirmeye çalışmasından sonra ortaya çıkan manzarayı yukarıda çok temel kimi göstergelerle gözler önüne sermeye çalıştık.

Sonuç, felaketin eşiğinde duran insanlıktır.

Gelinen bu noktada insanlık bir bütün olarak yok olmamak için her zamankinden daha fazla sosyalizme ihtiyaç duyar vaziyette. Bu ihtiyacın büyüklüğü nedeniyle sosyalizm her zamankinden daha güncel.

26 Aralık 1991'de işçi sınıfı iktidarının bayrağının gönderden inmesi, dünyaya felaket dışında bir şey getirmedi. Tamamen silahsızlanmış insanlığın karşısında tarih-öncesine sadık tüm karanlık yaratıklar serbest kaldı…

Ancak tarih 1991'de bitmedi.

Terry Eagleton, İyimserlik Olmadan Umut isimli kitabında iyimserlik ve umut arasında bir ayrıma gidiyor. Yazara göre, iyimserlik insanın kapıldığı temelsiz, irrasyonel bir moddur. Umut ise akla dayanmak, akli çıkarımlardan devşirilmek zorundadır.

Sosyalizmden geriye kalan dünyada belki iyimser olmamız, bizim dışımızda iyi bir geleceğe iman etmemiz için bir sebep yok ama umutsuz olmak için de sebep bulunmuyor.

Zira biz tarihin doğru tarafındayız.