Sol, isyan ve uyuşturucu madde kullanımı

Türkiye Komünist Gençliği, özellikle gençler arasında giderek yaygınlaşan uyuşturucu kullanımına karşı “Yaşamın dozunu yükselt, örgütlen!” çağrısıyla bir çalışma başlattı. Bu çağrıyı PsikesoL Kolektifi ile konuştuk.

Haber Merkezi

Türkiye Komünist Gençliği geçtiğimiz hafta uyuşturucuyla mücadele çağrısı yaptı ve gençler arasında giderek yaygınlaşan uyuşturucu kullanımına karşı “Yaşamın dozunu yükselt, örgütlen!” başlıklı bir açıklama yayınladı. Uyuşturucunun “Egemen sınıfların gençleri esir almak için kullandığı bir araç” olduğunu belirten bu iddialı çağrıyı bir de PsikesoL Kolektifi ile konuştuk.

Madde kullanımı ve bağımlılığı Türkiye için bir sorun mu?

Evet, hem de ciddi bir sorun. Ama durumu hepimiz hafife alıyoruz. Uyuşturucu ile mücadele devletli bir iş olarak görüldüğü için Türkiye solu daha da hafife alıyor. Geçen yıl darbeden önce cezaevlerindeki hükümlülerin üçte biri uyuşturucu madde ile ilgili suçlardan yatıyordu örneğin. Madde kullanım yaşı ise sürekli düşüyor. Arkadaşlarımızın İzmir’de yakın zamanda yaptığı bir araştırma son altı yıl içinde esrar kullanımının dört kat arttığını gösterdi. Devletin rakamları da benzer bir eğilimi gösteriyor: Madde kullanımı özellikle genç nüfus içinde son on yılda azalmadı, arttı.

Bunlar elbette ki buzdağının görünen yüzü. Bu iş sadece bir grup gencin içine düştüğü bir tuzak falan değil. Ciddi bir sektör, kolay yoldan para kazandıran bir iş. Ama toplumsal boyutta çürüten, asalaklaştıran, insanı kendine yabancılaştıran bir süreç. Sağlığa zararlı ama diğer yandan kapitalizm için de kârlı bir düzenek.

Peki, madde kullanımı neden bir sorun? Mesela beyni nasıl etkiliyor uyuşturucu maddeler?

Uyuşturucu maddeler beynin ödül yollarını uyaran maddeler. Ödül yolağı yiyecek, içecek, seks gibi doğal yollarla aktive olduğunda biz haz deneyimliyoruz. İnsanlık yüzyıllar içinde bu yolağı değişik maddelerle uyarmanın yollarını buldu. Yaşamın ızdırabını geçici olarak rahatlatmaya çalıştılar ama kapitalizmle birlikte bir sanayi haline geldi bu. Aslında madde kullanımı meselesinin şeker ile ilişkimizin tarihinden pek bir farkı yok. 1800’lü yılların başında kişi başı yıllık tüketim bir çay kaşığı kadar iken şimdilerde bu rakam neredeyse bir çuval kadar. Uyuşturucu maddeler de böyle. Kaygıyı azaltmak, günlük hayatın içinde ulaşılmayan haz ve doyuma kısa yoldan ulaşmak için kullanılıyor bu maddeler. Ama tek bir kullanımları bile beyindeki ödül yolağını başka hiçbir doğal yöntemle uyarılamayacak kadar etkiliyor.

Ve sonra beyin değişiyor. Hücre düzeyinde dahi değişiyor. Hatta molekül düzeyinde değişiyor. Hızlı, anlık ve güçlü doyumların yanında uzun vadeli her şey gözden düşüyor; sorumluluklar, emek verme ve insani hedefler gibi! Üretime değil tüketime yöneltiyor. Kullanan kişi aynı hazzı, aynı rahatlamayı özlemeye, istemeye başlıyor. Ve kişi günlük hayatını sürdürmekte zorlandığı bir yoksunluk durumuna doğru yuvarlanıp gidiyor. Keyif ya da haz için başlanan madde, bir süre sonra kendi yarattığı krizin giderilmesi için aranan bir maddeye dönüşüyor.

Her madde bağımlılık yapıyor mu? Keyif amaçlı kullanım mümkün değil mi?

Keyif amaçlı kullanım! Güzel bir tanımlama. Altından kalkmak zor bu kışkırtıcı ve cazip gösterici tanımlamanın. Ve sorunu hafife almanın da bir yolu. Bakın, elbette ki mümkün ama herkes için değil. Bağımlılığa yatkınlığı olan birinin maddeyle ilişkisini keyif sınırında tutması pek mümkün olmuyor örneğin. Veyahut daha önce bir maddenin bağımlısı olan kişinin, aynı maddeyi belli bir sınırın altında tüketme ihtimali de çok zayıf. Ve madde kullanımı karmaşık süreçler sonunda ortaya çıkıyor. Bilin ki tüm o süreçlerde kişinin hayatını aksatan ve çok da bireysel görünen, ama toplumsal olan dertler var: kötü çocukluk koşulları, akran rekabeti, dışlanma, yetersizlik hissi ve kendini sevmekte zorlanma gibi.

Tüm bu keyifsiz süreçler kişinin içinde bir yerde durur ve sonra da keyif verici madde ile üstleri örtülür. Hayatı bir tek keyif almak üzerinden tanımlayamazsınız. Tanımlarsanız hayatın bizzat kendisi bağımlılık yapar. Ve her şeyden öte bazı maddelerin tek dozda bile bağımlılık yapabildiği unutulmamalı. Keyif bir anda geri kalıverir. Zaten madde dediğimiz dünyada tek bir madde ile kalmak da pek mümkün değildir. Maddeler arasında geçiş oldukça kolaydır. Mesela kullanımı son yıllarda inanılmaz artan sentetik maddelerin çoğunun neyi, ne kadar içerdiği belirsiz. Bu nedenlerle madde kullanımı ile madde bağımlılığı arasındaki çizgi çok net olmayabiliyor. Ve bir de unutmamak lazım: herkes kendini sosyal içici görmeyi tercih eder, hayatı sosyal açıdan biçilirken…

Ama alkol, esrar, ekstazi muhalif gençlik içinde yaygın. Seviliyor bunlar. Sosyal medyada madde kullanımını olumlayan paylaşımları oluyor gençlerin. Öte yandan bağımlılıkla mücadele ettiğini iddia eden bir dizi düzen kurumu var, mesela Yeşilay gibi… Sizin yaklaşımınızın farkı ne?

Öncelikle parmak farkı var: Düzen, yasalar, din, tüm bunlar önce hayatın tadını kaçırırlar sonra da bekçilik yaparlar: Ahlâk bekçiliği, süpergo bekçiliği! Devrimci siyaset, devrimci ideoloji ise egoya seslenmeli. Kişinin kendilik gücü, yani kendisi, ilişkileri, dünyası hakkındaki farkındalığı artmalı. Ahlâk, yasa, din, gelenekler, yazılı olmayan kurallar; tüm bunlar parmak sallar kişiye. Hâlbuki bizim derdimiz özgürleşmekle ilgili, korkuyla değil.

Çünkü korku insanı daha fazla insan yapmıyor, tam tersine esaretini arttırıyor. Madde kullanım sorunu olanlar ise zaten bir korku kısırdöngüsü içinde debelenip duruyorlar. Halinden memnun tek bir bağımlı insan göremezsiniz. Bizim bu kısır döngüyü kırmayı sağlayıcı bir söylem, ortam, bakış ve çağrı oluşturmamız gerekir. Sorunu küçümsemek, hazzı idealize etmek, cezalandırıcı yöntemlere başvurmak, kişileri dışlamak bu tarzı sağlamaz bize. Sorun yaşayanların ve hepimizin hayatı değişmelidir yaklaşımımızla: “Gelin aramıza katılın, hepimizin hayatını değiştirebiliriz” demeliyiz. Çünkü zihnimizi özgürleştirmenin, kaygıdan kurtulmanın ve haz almanın başka yolları da var.

Sol açısından durum bu kadar net mi acaba? Solda isyankâr ve özgürlükçü bir yanı yok mu madde meselesinin?

Güzel! Güzel de isyan ateşi karşıtlarınızın paçasını değil de sardığınız cıgarayı tutuşturuyorsa burada bir sorun yok mudur? Bağımlılıkta, kişinin içinde bulunduğu, ya da teslim olduğu kısır döngüyü meşrulaştırmaya, akla uydurmaya çalıştığını sık görürüz. Buna rasyonalizasyon denir. Sorunuzda belirttiğiniz yaklaşım ise solun rasyonalizasyonu! Kontrolünü çoktan kaybettikleri bir duruma aslında hâkimmiş gibi davranan bir siyaset, bir kimlik. Rasyonalizasyon genellikle farkında olmadan yapılır. Hatta bu yüzden madde kullanım sorunu yaşayan kişiler iyileşmeye de direnirler. Uyuşturucunun düzen karşıtlığı ile birlikte anılmasında buna benzer bir akla uydurma var işte: Düzene ve onun tüketim döngüsüne tamamen teslim olmuşken, sahte bir isyancılık ortaya koymak.

Bakın, madde kullanımı bir semptomdur. Aksayan bir hayatın semptomu; çare bulamamanın, havlu atmanın semptomu; ve sorumluluk almaktan, hem de kendi hayatınızın sorumluluğunu almaktan kaçmanın semptomu. Bakmayın siz muhalif kültür içindeki güzellemelere. Herkes madde deneyimleriyle edebi yaratıcılığını birleştiremez, müthiş besteler yapamaz, şahane sanat eserleri yaratamaz. Bunlar idealize edilmiş, şu rasyonalizasyona yarayan kaçışlardır.

Muhalif, solcu, kuralları takmayan, isyan bayrağı açan gençlerin keyfi başka şeylerden üretememesi yasaklı maddelerin kullanımını bir tür özgürlük koşusu haline getirmiyor maalesef. Madde kullanmak yani zararlı olabileceğini bilerek vereceği anlık hazzı tercih etmek elbette ölüme karşı bir meydan okuma, doğamızın sınırlılığına bir başkaldırı, toplumsal kurallara, kalıplara, ezilmeye öfke anlamlarına gelebilir. Ama bu enerjinin üretici ve dönüştürücü bir güce değil de kişiyi çürütücü bir kısır döngüye sokuyor olması çelişkili bir durum. Sonuçta karşı olduğunuz durumu zayıflattığınız değil de, pasif kaldığınız bir muhalif tutum almak isyana değil nisyana işaret ediyor. Televizyona kitlenmiş milyonlara burun kıvıracaksınız sonra da gidip ot çekeceksiniz! İnsanları yaratıcı ve üretici süreçlerin dışına iten başka bir çok şey gibi (TV, sanal ortamlar) uyuşturucu madde kullanımının da karşısında olmalısınız.

Peki, nasıl kalkılacak bu sorunun altından?

Maradona’yı hatırlayın. Maradona’yı ve Küba’yı… Madde sorunu için bir çok kez tedavi olmaya çalıştı Maradona. Arjantin’de, Avrupa’da. Defalarca denedi, defalarca olmadı. Sonra Küba’da bir rehabilitasyon programına katıldı ve bitirdi madde ile ilişkisini. Tesadüf değil bu! Maradona Küba’da iyileşmesini öncelikle maddeye ulaşamamasına bağlamıştı. Demek ki madde ile araya bir duvar gerekiyor. Sistemsel bir duvar. Kapitalist toplumdan ötesini tasavvur etmek, kurucu bir irade oluşturmak gerekiyor. Sonra farklı düzeylerde önlemler, müdahaleler, girişimler ve tedaviler gerekiyor. Bunların bir kısmı tüm topluma yönelik, bir kısmı ise bireyin kendisine yönelik. Türkiye’nin halinden de anlaşılabileceği üzere toplum sağlığı bağlamında yasakçı yaklaşım pek işe yaramıyor. Bu nedenle insanın güçlü yanlarını öne çıkarmasını sağlayan bir yaklaşım geliştirmemiz gerekir. Ve bir yanıyla da unutmayalım ki uyuşturucu madde sorunu tedavi edilebilir bir tıbbi durum.

Sol ise madde kullanımı meselesini bireysel özgürlük alanından çıkarıp toplumsal sorumluluk alanına sokmak zorunda. Çevrenize bir bakın! Sigara, alkol ya da madde ile sorun, hem de ufak sorun yaşayanların hayatının birçok farklı alanında da aksama olduğunu görürsünüz. Aynı biçimde isyanları, kafa tutmaları, muhaliflikleri de aksar. Birinde bohem görünümlü bir esaret varken diğerinde özgürleştirici bir üreticilik var. Evet, ikicisi çok da kolay değil ama imkânsız hiç değil. Çok isteyen varsa öyle bir isyanı denesin, ama biz isyan için yaşamanın dozunu yükseltelim. Altından her halükarda kalkarız.