Şiddet sarmalında kadınlar: Peki biz şimdi, kimi alt edeceğiz?

Dünya görmüş burjuvalar ya da AKP'li patronlar... Kadına dönük şiddetten, hangisi daha az sorumlu sayılabilir ki? Bir 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü'nde daha, etrafımız yaşamımıza kastedenlerle çevrili. Kimin ayaklarının altındaki kaideyi yıkacağımız, başının üstündeki hareyi yok edeceğimiz halen açık değil mi?

Evrim Gökçe

Bugün 25 Kasım.  AKP, takvimler Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü'ne giderken, vazgeçilmez silahlarından birini cepheye sürmekte tereddüt etmedi. Geçtiğimiz Perşembe gecesi Türkiye, “istismar yasası” olarak nitelenebilecek bir yasa önergesiyle sarsıldı. AKP, yükselen şiddetli tepkiyle “şimdilik” uğraşmaya lüzum görmemiş olacak ki, önerge komisyona geri çekildi.

Yasa tanımazlık, insan haklarına dönük umursamazlık AKP’nin davranış normlarının temeli, kadın düşmanlığı ve cinsiyete dayalı şiddetin kurumsallaştırılması da bu temelin aksesuarı değil, yapı taşı olarak beliriyor.

AKP’li yılların Türkiye’de kadını sıkıştırdığı köşe, görme yetisi yitmemiş her gözün malumu. Kadınlar öldürüldü, kadınlara tecavüz edildi, kız çocukları zorla evlendirildi. Kadınların emeklerine el kondu, iş yaşamından el ve kelimenin tam anlamıyla eteklerini çeksinler istendi, bunun için yasalar çıkarıldı. Öyle ki işçi sınıfını bir bütün olarak hedef alan esnek çalışma, kadınların gereksindiği yasal hakmış gibi, açıkça kadınlar alet ve mağdur edilerek sınıfın gündemine sokuldu.

Bu arada bir yerlerde şiddete karşı kamu spotları çekildi, ‘dünya görmüş’ burjuvalar Mustafa Koç, eşi Caroline Koç’un da katıldığı bir toplantıda İş’te Eşitlik Bildirgesi’ne imza attı, dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam da aynı buluşmalarda yer aldı.

Peki beceriksiz kamu spotları ve Ayşenur İslam bir yana, çok sayıda yabancı dili aksansız konuşan, nazik ve derin halleriyle Caroline Koç öbür yana mıydı? İlk ikisi AKP popülizmi, Caroline hanım ise ciddi ve niyetinde samimi olan mıydı? Bir kadın öldürüldüğünde, işsiz bırakıldığında, çaresizleştirildiğinde ve çaresizleştikçe şiddetin türlü çeşidine mahkum edildiğinde, hangisinin içi daha çok cız ediyordu? Yoksa etmiyor muydu?

AKP POPÜLİST DE CAROLINE HANIM NAZİK Mİ? 

2005 yılında, Caroline hanıma ait İzmir Basma Sanayi Fabrikası rekabet koşulları gerekçe gösterilerek kapatılmış, 300 işçi işsiz kalmış ve kıdem alacaklarının yalnızca yüzde 60’ının ödeneceği kendilerine tebliğ edilmişti. İşçiler hukuki yollara başvurmuş ancak yerel mahkeme ve Yargıtay, Caroline hanımın fabrika için çıkarttığı “müflis” kararını tanımıştı. Ciddi, derin ve nazik Caroline hanım, aynı vakitlerde Etiler’deki Haremlique adlı mağazasında, ipek çarşaflar, nakışlı havluları akılalmaz paralara satarken, hiç de iflas etmiş gibi görünmüyordu. 

Bilmiyoruz işini kaybeden kadınlardan kaçı hemen iş bulabildi. Bilmiyoruz, belki bu kadınların bazıları, kendilerine şiddet uygulayan eşlerinden ayrılıp başka bir yaşam kurmayı belki baskı görmeye dayanamadıkları baba eviyle vedalaşmayı planlıyorlardı. Caroline hanım iflas edip kendilerine ödeyeceği kıdem tazminatı parasını denkleştiremeyinceye dek…

Bir başka hikaye de yine 2005 yılında Koç Holding bünyesine katılan Yapı Kredi Bankası’ndandı. Kredi kartı satışında çalışan bir kadın işçiye sorumlusu şöyle diyordu; “Bazı şeylerden taviz vermen gerekiyor, ne demek istediğimi anladın, sonuçta bayansın.” 

Taciz mi demiştiniz? Nazik ve dünya görmüş burjuvaların dünyasında da eksik olmuyordu. Gayrı meşru kazanç kapısı bankacılık sektöründe, kadına dönük gayrı meşru bir tutum geliştirmekten çekinmiyorlardı.

Gelelim DİSK/Gıda-İş’e üye oldukları için işten atılan 52 işçiye. Gezi eylemleri sırasında Divan Otel’i eylemcilere açtığı için göklere çıkarılan Koç Grubu, otelin önünde eylem yapan Divan işçilerinin yüzüne bakmamıştı. İşçilerden biri, “çocuğunu emzirmek zorunda olan bir kadın işçimiz bile işten çıkarılma tehdidi ile fazla mesaiye bırakılıyor” demişti. Belli ki Koç Grubu da, AKP gibi düşünüyordu; kadın emzirecekse, emzirirken patronun kârından kâr gidecekse, çalışmayacaktı. AKP’li 2003-2013 yıllarında yüzde 683 büyüyen, 10 yıllık karı 13,4 milyar olan şirket, hükümetle hemfikir olmanın hakkını elbette verecekti. 

Tesadüf değildir, aynı tarih aralığında ülkede, kontrolden çıkmaya yeltenen ve denetim altına alınmaya çalışılan 4 bin 819 kadın, ayrımı silikleşen devlet ve patronların huzurlu gölgesinde, erkekler tarafından öldürülmüştü. Silahı ateşleyen kocalar, sevgililer, eski partnerlerdi belki ama öncesinde tüm bu kadınlar; işyerinde tacizle, annelik ve iş yaşamı arasında tercihe zorlanmakla, istismarı gizleme yükümlülüğüyle örselenmiş, güçsüz bırakılmıştı. Binlerce kadının faili, kırık kalpli yahut öfkesini kontrol edemeyen erkekler olamazdı. 

Şimdi biz, tetikçileri yetiştiren, pışpışlayan, hatta onlara özgü yasalar çıkaran, kadınları güçsüz, örgütsüz, zayıf bırakanları görmüyorsak, yarım gören duyarlı tedirginlerden ne kadar ötedeyiz?

Yine biz, pantolon giydiği için kırbaç cezası alan Sudanlı kadınlara desteğe giden Vuslat Doğan Sabancı’ya baktığımızda, aşılarını yaptırıp Afrika’ya uçan bir kadın dostu mu göreceğiz; yüzlerce basın emekçisi kadını bir çırpıda kapı önüne koyan acımasız bir patron mu? Kadınlara kefilsiz kredi vermekle övünen “Biz kadınlara kefiliz” diyen TEB’in, 4 yıllık kadın çalışanını kıdem tazminatını vermemek için istifaya zorlamasını bilmezden gelecek, TEB’in renkli reklamının fonunda tatlı tatlı çalan müziği youtube’da aramaya mı yelteneceğiz?

Kadınları çaresizleştiren, yalnızlaştıran, nesneleştiren, yaşama yabancılaştıran esası püskürtmek zorundayız. Bunu beceremezsek, zorbalık karşısında yakaranlardan öte olmayacak, zaman zaman yükselen sesimizin, yatıştırıcı etkisiyle sakinleşeceğiz. Oysa Koç’un, Doğan’ın, Çalık’ın, Erdoğan’ın gölgesinde çekilen tetiğe karşı, yatışmamız değil kalkışmamız gerekmiyor mu?

ABD VE RUSYA'DA KADINLAR YAŞAYABİLİYOR MU? 

Kadınların yaşam hakkı, dünyada da pek umut vaat etmiyor. Eşitlik ve özgürlük mücadelesi çelimsizleştiğinden bu yana, tüm dünyada kadınlar daha çok ölüyor, daha fazla istismar ediliyor, çalışma yaşamından daha fazla dışlanıyor, ekonomik şiddetin ezici kuvvetini daha çok hissediyor.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in at üstündeki fotoğraflarını anımsarsınız. Sosyalizmin Rusyası gözünüzün önünden kozmonot giysileri içinde bir Tereşkova, bale dersindeki kız çocuklarının fotoğrafları ile geçiyorsa, acımasız tekellerin Rusyası at üstünde, şiddetli ve yarı çıplak erkekliğiyle Putin, alçak bir pazarın nesnesi yapılan kadınların fotoğraflarıyla geçmiyor mu?

90’ların başından bu yana Rusya’daki işsizlerin üçte ikisi kadınlardan oluşuyor. Kadınlar erkeklerden yüzde 33 ila 50 arası daha az ücretlendiriliyor. Sosyalizmin henüz ilk kararnameleri ile çözdüğü eşit işe eşit ücret kazanımı geride kalalı, uzun yıllar oldu. Her gün 36 bin kadın partnerleri tarafından şiddet görüyor. Evli kadınların yüzde 50’si eşleri tarafından fiziksel şiddet gördüğünü, yüzde 23’ü eşlerinin tecavüzüne maruz kaldığını belirtiyor. Yapılan bir ankete göre, katılımcıların yüzde 70’i ‘evlilikte tecavüz olmaz’ diye düşünüyor. Sığınma evlerine başvuran kadınların burada kalma süreleri 2 ayla sınırlı. Sığınma evi müdürü Natalia Pazdnikova*; “Onlara yasalar çevresinde yardım eder psikolojik destek sağlarız, sonrasında ne yapacağını belirlemek kadının sorumluluğunda” diyor. Görüldüğü üzere, kapitalist Rusya’da şiddet mağduru bir kadın, 2 ay içinde kendini toparlasa ve başının çaresine baksa iyi oluyor. 

Bir Rus milletvekili; “Hormonlarıyla yönetilen bir erkek, gerçek bir lider ve savaşçıyken, kadın liderler istisnadır. Erkekler iyi yöneticilerdir, bu onların doğasıdır. Kadınlar ise yardımcıdır”** diyor. Kapitalist Rusya’nın politik figürleri, Tereşkova’nın, faşizme karşı savaşan kadınların anısının üzerine basmaktan çekinmiyor. Aynı Rusya’da her yıl 14 bin kadın öldürülüyor. 

ABD’de kadınların durumunun farklı olmadığı da bir giz değil. Göstermelik başkanlık seçimlerinde, piyesin kaybeden oyuncusu Hillary Clinton oldu. Bilindiği üzere Clinton, kadın düşmanı Donald Trump’a karşı, kadın hakları savunucusu ilan edilmiş, eşit ücret politikasının Hollywood’daki pek çok temsilcisi tarafından desteklenmişti. Tuhaf olan, ABD’li kadın hakları savunucularının aynı anda IŞİD’in hedefi Ezidi kadınlara gösterdiği büyük alakanın, Clinton alkışçılığıyla yan yana durmasıydı. Kadına dönük şiddetten rahatsız lakin ayakları yerden kesik dünyadaysa, Clinton ne Ortadoğu’da dökülen kanın sorumlusu ne Ezidi kadınları köleleştiren İslamcıların müsebbibiydi. Sanki işçi kadınların doğum, evlat edinme ya da ciddi hastalığı olan yakınlarına bakma izninin ücretlendirilmediği ABD, Clinton’ın değil, kimliği belirsiz kötülerin ABD’siydi.

Clinton’ın kazandığı eyaletlerden biri olan Kaliforniya’da, her 56 dakikada bir, bir kadına tecavüz ediliyor; her gün en az 3 kadının öldürüldüğü ülkede, cinayetlerin yüzde 10’undan fazlası ise, Trump’ın kazandığı eyalet Teksas’ta işleniyor. Açıkça görülüyor olmalı, dünya halklarına yoksulluk ve savaş taşıyan ABD, kendi kadınlarına da ne Trump ne de mazide kalan figür Clinton’ın varlığında yaşam sunabiliyor.

Türkiye’de tekmeler bir toplu taşıma aracında işinden dönen kadına atılıyorsa, ABD’de siyahi bir emekçi kadın polis kurşununa hedef oluyor, sosyalizm mirasıyla büyüyen bir Rus emekçi kadın, ahlâkı batması gerekenlerin diline pelesenk ediliyor.

Kapitalizmin bunalımı, karmaşası, günden güne biçimsizleştirdiği, çürüttüğü dünya, kadınları yaşatmıyor.

Peki biz şimdi kimi suçlayacak, kimin ayaklarının altındaki kaideyi yıkacak, başının üstündeki hareyi yok edeceğiz?

Küçük bir hatırlatma…

25 Kasım 1960 tarihinde Dominik Cumhuriyeti'nde 3 kız kardeş, Patria, Minerva ve Maria Terasa Mirabal, Trujillo diktatörlüğü askerlerince tecavüz edilerek katledildi. 

Trujillo, diktatörlüğe karşı Clandestine hareketinin kurucuları ve kadroları olan kardeşlerden korkusunu; ”Ülkedeki en büyük iki tehlike; Kilise ve Mirabal kardeşlerdir" sözleriyle ifade etmiştir. Miraballerin öldürülmeleri, Dominik'te büyük bir tepki uyandırmış, güçlenen direnişin ardından 1 yıl içinde diktatörlük devrilmiştir.

Mirabal kardeşlerin ölüm yıldönümü, 1981’de Bogota’da buluşan Latin Amerikalı ve Karayipli Kadınlar Kongresi'nde "Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” olarak ilan edilmiştir. Karar, 1999 yılında Birleşmiş Milletler tarafından da kabul görmüştür.

*http://www.bbc.com/news/world-europe-21474931

** http://www.omct.org/files/2004/07/2409/eng_2003_08_russia.pdf