Sarini elleriyle koymuş gibi buldular

Suriye'nin Han Şeyhun kasabasında 4 Nisan'da meydana gelen kimyasal sızıntıyla ilgili tartışmalar sürerken, olayda sarin gazının kullanıldığını iddia eden Türkiye'nin açıklamaları olayın üzerindeki sis perdesini aralamak yerine, daha fazla soru işareti yaratıyor.

Ali Örnek

Takvimler 4 Nisan 2017'yi gösterdiğinde, tüm dünya güne Suriyeli muhalifler aracılığıyla sosyal medyada yayılan, İdlib'e bağlı Han Şeyhun kasabasında Suriye ordusunun düzenlediği kimyasal silah saldırısın ardından çekildiği iddia edilen görüntülerle dona kaldı. Bu görüntülerin yayınlanmasından sadece 72 saat sonra, ABD Başkanı Donald Trump'ın emriyle Akdeniz'deki savaş gemilerinden kimyasal silah saldırısını düzenlediği iddia edilen Suriye ordusuna ait SU-22 tipi savaş uçağının kalktığı Şayrat Hava Üssü'ne 59 seyir füzesi ateşledi... 

Rusya, bu 72 saatlik sürede, Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü'nün (OPCW) Han Şeyhun'daki iddiaları araştırmak için, bölgeye bir heyet göndermesi için girişimlerde bulunuyordu. Rusya Savunma Bakanlığı'na göre, olay Suriye ordusunun kimyasal silah saldırısı değildi. Bilakis, Rusya Savunma Bakanlığı'nın açıklamasında Suriye ordusunun muhaliflere ait bir depoyu hedef aldığı ve burada kimyasal silahların olabileceğini ileri belirtiliyordu... Ancak keşif heyeti ne ABD saldırısı öncesinde ne de sonrasında Suriye'ye gitmedi. Üstelik 11 Nisan'da Suriye Dışişleri Bakan Yardımcısı Faysal Mikdad'ın OPCW'yi tartışmaların odağındaki Şayrat Üssü'ne davet etmesine rağmen... İran-Rusya'nın OPCW'nin acilen Han Şeyhun ve Şayrat Üssü'ne heyet göndermesi önerisi ise 24 Nisan'da ABD, İngiltere ve Fransa'nın başını çektiği 21 ülkenin oylarıyla rafa kaldırıldı. 

ABD'NİN DELİLİ SARİN

Peki ABD yönetimi, 72 saat içinde İdlib'te bir kimyasal silah saldırısı olduğunu ve bunun Suriye ordusu tarafından düzenlendiğine ikna oldu? Pulitzer ödüllü ünlü gazeteci Seymour Hersh'in Alman Die Welt gazetesinde yayınlanan haberine göre Trump'ın füzelerin ateşlenmesini emretmeden önce, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın kimyasal silah kullanmadığını biliyordu. Haberde yer alan ABD'li bir güvenlik uzmanının, bölgedeki bir askeri üste görevli askerle konuşmasında, Şayrat saldırısı Trump'ın İran'ın peşine düşmek istediği şeklinde yorumlanıyordu.

ABD'nin resmi anlatısıysa, bu 72 saatlik sürede yönetim içinde “Saldırıdan Esad'ın sorumlu olduğuna dair kanaatin giderek güçlenmesi”. Saldırıdan hemen önce 6 Nisan'da Florida'da gazetecilere açıklamalarda bulunan Trump'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Herbert Raymond McMaster'a göre yönetim içindeki bu kanaatin güçlenmesini “Ortaya çıkan ek deliller” sağlamıştı. Bunlar ise 'Tedavi edilen kurbanlardan elde edilen deliller ve daha sonra sinir gazının kullanıldığının tasdik edilmesi'ydi... Peki sarin gazı kullanımını bu süre zarfında tasdik eden kimdi?

TÜRKİYE DEVREYE GİRİYOR

Han Şeyhun'da “Sarin gazı kullanıldığı” iddiasını resmi olarak ortaya atan ilk ülke Türkiye'ydi... 6 Nisan'da Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, Han Şeyhun'daki olay sonrasında Türkiye'de 34 Suriyelinin tedavi altına alındığı belirtiliyordu. Bu yarılılardan 3'ünün hayatını kaybettiğini belirten Bakanlık açıklaması şöyle devam ediyordu: “İlk tahlil sonuçlarına göre hastalarda kimyasal maddeye (Sarin) maruz kaldıklarını düşündüren bulgulara rastlanmıştır. Adana Adli Tıp Kurumunda 3 cenazeye, Uluslararası Kimyasal Silahları Önleme Örgütü ve DSÖ yetkililerinin refakatiyle otopsi işlemi yapılmıştır. Otopside ilk bulgular olarak akciğer ödemi, akciğerlerin ağırlıklarında artış ve akciğerde kanama tespit edilmiştir. Bu tespitler, yaralanmanın kimyasal silah kullanımına bağlı olduğunu düşündürmektedir. Ankara Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesine getirilen vücut dokuları ve sıvılarından alınan örneklere gerekli kimyasal ve toksikolojik inceleme yapılmaktadır.Kimyasal Silah Önleme Örgütü tarafından alınan örnekler kendilerince Lahey’de tetkik edilecektir. Tahlil ve otopsi sonuçları kamuoyu ile paylaşılacaktır.

Bu açıklama, o gün ana akım medyada geniş yer buldu, nitekim Han Şeyhun'daki olayın üzerindeki sis perdesini aralaması muhtemel bir açıklamaydı. Ancak o hengamede, açıklamadaki tuhaflıklar gözardı edildi. Neydi bu tuhaflıklar?

'SARİN AÇIKLAMASI BİLİMSELLİKTEN UZAK'
Birincisi, rapor, gerekli testler yapılmadan 'sarin kullanımı' sonucuna ulaşıyordu.. Nitekim, sarini tespit edebilecek toksikolojik testler, açıklamada belirtildiği üzere henüz yapılmamış.Sağlık Bakanlığı'nın açıklamayı yayınladığı sırada örneklerin toksikolojik testler için Ankara'ya yollandığı belirtiliyor. Diğer tahliller ve otopsi sonuçları ise sarini tespit etmek için yeterli değil. Adının açıklanmaması kaydıyla soL'a bilgi veren bir doktor, sarinin dahil olduğu ve böcek ilaçlarının da içinde yer aldığı 'organofosfatlar' adlı ailenin vücutta benzer etkilere sahip olduğunun altını çizerek şöyle devam ediyor, “Sarin partiküllerinin hücrede, elektrohistolojik inceleme ile eldesini sağlayan teknik olanaklar olmaksızın ve örnekler uygun labaratuvara henüz gönderilmeden kati sonuç sarin olarak duyrulmuş. Bu bilimsel değil.” Adana Cumhuriyet Başsavcılığı, 6 Nisan'da Sağlık Bakanlığı ile hemen hemen eş zamanlı olarak, tüm test ve otopsi işlemlerinin kendi gözetimi altında, adli tıp kurumunda yapıldığını belirten bir açıklama yayınladı. Açıklamada, dikkat çeken nokta ölümlerin nedeninin “sarin” olduğuna yer verilmemesiydi nitekim Adana Adli Tıp Kurumu, sarin gazını kesin olarak tespit edebilecek donanıma sahip değil.

Bu iddianın başka bir doğrulaması ise OPCW'nin yine Suriye'de meydana gelen bir kimyasal silah saldırısı iddiasıyla ilgili raporunda mevcut. 13 Aralık 2013'te Suriye'nin yine İdlib kentine bağlı Sarakib kasabasında kimyasal silah saldırısı düzenlendiği iddia edilmişti. Bu olayda da ölen 52 yaşındaki bir kadın ve yaralılar yine Türkiye'ye getirildi. OPCW raporunda şu ifadelere yer veriliyor “Türk yetkililer BM misyonuyla kendi soruşturmalarının sonuçlarını paylaştı. Türk Adalet Bakanlığı'na bağlı adli tıp laboratuvarında ölen hastadan alınan kanla yapılan inceleme, şüpheli seviyede farmolojik bileşik olduğunu gösterdi. Laboratuvar, önrekleri ayrıca kimyasal silah ajanları yönünden test etmeyi denedi ancak uygulanan yöntem bu amaca uygun olmadığından sonuçlar kesin değildi.” 

Toksikolojik test yapılmadan sarin kanısına varılan Sağlık Bakanlığı açıklamasında diğer bir gariplik ise örneklerin yollandığı Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nin toksikoloji bölümünün laboratuvarının da bu karmaşık testi yapabilecek donanıma sahip olmaması. SoL'un ulaştığı Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nden bir kaynak hastanenin laboratuvarında sarini teşhis edebilecek testlerin yapılamadığını belirtiyor. Nitekim bakanlık açıklamasından üç ay sonra hala ortada Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne yollandığı belitilen örneklerden elde edilen sonuçların yok.

Bu tuhaflıklar silsilesi, Sağlık Bakanı Recep Akdağ, 9 Nisan'da “İdlib'deki kimyasal harp maddesi kullanımı sonucunda maruziyete uğrayan kurbanlardan alınan kan ve idrar numuneleri sonucunda, sarin gazının metoboliti olan izopropil metil fosforik asit tespit edilmiştir” açıklamasıyla daha da arttı. Nitekim Akdağ, kendi bakanlığının açıklamasının aksine bu testlerin “Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Kimyasal Savaş Ajanları Tanı ve Doğrulama Laboratuvarı'nda yapıldığını” söyledi. Gülhane Hastanesi'ndeki kaynak Halk Sağlığı kurumunun laboratuvarlarının da sarin tespiti için yeterli olmadığını belirtse de, zaten Akdağ'ın sözleri, “Toksikolojik testler yapılmadan 6 Nisan'daki 'sarin tespiti' yapıldı” sorusuna açıklamaktan olmaktan uzak. 

İLK 24 SAAT KLOR

Üstelik Türkiye'nin bu “tahmini” olayın ardından geçen ilk 24 saatteki anlatısıyla taban tabana zıt. Hürriyet'ten Uğur Ergan'ın haberine göre, Türkiye Han Şeyhun saldırısıyla ilgili 5 Nisan'da yapılacak olan BMGK toplantısı öncesinde BM'yi 'İdlib saldırısında klor gazı kullanıldığı ile ilgili bilgilendirdi'. Bilgilendirme, Türkiye Kimyasal, Biyolojik, Radyolojik ve Nükleer ekiplerinin 4 Nisan günü sınır bölgesinde, saldırıda yaralananların üzerinde yaptığı araştırmalara dayanıyordu. Ekiplerin gördüğü semptomlar, yapılan testler ve görgü tanıkları saldırının klor gazı ile düzenlendiğini gösteriyordu. Görgü tanıklarının saldırı esnasında şiddetli bir koku duymaları, sarin gazının genellikle kokukusuz, klorun ise keskin kokulu olması nedeniyle tartışma yaratıyor.

Eş zamanlı olarak Anadolu Ajansı, İdlib'teki 'Sağlık Direktörü' Firas Cundi'inn basın toplantısında “Saldırıda klor gazı kullanıldı” iddialarını haberleştirdi. Cundi, bu açıklamayı tedavi edilen hastalarda görülen semptomlara dayandırıyordu.

Ancak aynı semptomlardan farklı sonuca ulaşan başka birisi daha vardı. O da IŞİD'in iki batılı gazeteciyi kaçırmasına yardım ettiği suçlamalarının ardından, İngiltere'nin hekimlik lisansını iptal ettiği ortaya çıkan ve Han Şeyhun'u kontrol eden El Kaide'nin Suriye kolu Heyet Tahrir'uş Şam'a yakınlığı ile bilinen Pakistan kökenli İngiliz vatandaşı Şajul İslam'dı. O gün batı basının ilgi odağına dönüşen İslam, katıldığı canlı yayınlarda hastalarda sarin gazı kullanıldığını gösteren semptomların olduğunu belirtti. 
İdlib bölgesindeki hastaneleri ziyaret eden Sınır Tanımayan Doktorlar ise saldırıda “biri sinir gazı, diğeri klor olmak üzere” iki farklı kimyasalın kullanılmış olabileceğine dair bir açıklama yayınladı. Bu da Rusya'nın depo teorisini güçlendiriyor.

Peki hangi kimyasalın olduğu neden önemli? Esasında sarin gazı kullanımı doğrudan Suriye ordusuna işaret etmiyor. Nitekim Suriye'deki el Kaide militanları, bu gazın kullanıldığı başka bir vakayla doğrudan bağlatılı. 2004 yılında Irak'taki militanlar ABD askerlerine sarin gazıyla saldırı düzenlemişti. Iraklı militanların bir kısmı, 2011'de Suriye'deki savaşın patlak vermesiyle Heyet Tahrir'uş Şam'In selefi Nusra Cephesi'ne katılmıştı. Ancak sarinin 'profesyonel bir kimyasal silah olması' nedeniyle daha önceki vakalarda da ABD sarin kullanımını Suriye ordusunun kullandığına ispat saydı. Bir diğer bağlantı ise Adana'da El Kaide bağlantılı Ahrar'uş Şam örgütüne mensup Heysem Kassab'ın başında yer aldığı hücrenin, sarin gazı bileşenleriyle yakalanması. Kassab, dava sırasında tahliye edilince Suriye'ye kaçmıştı. 

Klor gazının kimyasal silah olarak kullanımı ise Suriye'de sıklıkla gündeme geliyor. Klorun 'Saldırıyı Suriye ordusu düzenledi' diyenler için dezavantajı ise sarinin aksine su arıtımı gibi kullanım alanları da olması nedeniyle sarin sınıfında değerlendirilmemesi. Ayrıca, 2013'te Nusra Cephesi, Halep'te bulunan Suriye'nin tek klor tesisini ele geçirmişti. Bu nedenler alt alta dizildiğinde klor gazının kullanımını, sarin kullanımına göre Suriye ordusuyla ilişkilendirmek daha zor.

OPCW SUSKUNLUĞU

6 Nisan'da Sağlık Bakanlığı'nın yaptığı açıklamaya dönüldüğünde ise ortada bir başka tuhaflık da var. O da otopsilere OPCW'nin ve Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) katıldığı ifadesi.  Bunun Türkiye'nin açıklamasının daha fazla ciddiye alınmasını sağladığı muhakkak. Ancak WHO Sağlık Bakanlığı'nın açıklamasının hemen ardından, kurumun otopsi işlemlerine katılmadığını AFP'ye açıklamıştı. OPCW ise henüz kendi araştırmasını yapmadan, Türkiye'nin sarin gazı iddiasına şahit sayılmaya sessiz kalmayı tercih etti. 

2002-2004 yılları arasında Türkiye'yi NATO'da temsil eden OPCW Genel Direktörü Ahmet Üzümcü'nün, 19 Nisan'da “Sarin veya sarin benzeri kimyasal kullandı” açıklaması ise bir süredir Rusya'nın hedefinde... Rusya, Üzümcü'nün açıklamasında OPCW'nin örnekleri nasıl ve nerede temin ettiği gibi noktalara değinilmediğini kaydediyor. OPCW'nin daha önceki raporlarında kurbanlar kadar çevreden edilinen örneklerin de incelendiği görülüyor. Ancak 4 Nisan saldırısıyla ilgili bu çevreden toplanan örnekler, El Kaide'nin kontrol ettiği bölgeden, muhalifler tarafından toplandı. Örneklerin, OPCW ekipleri yerine tartışmalara taraf olan bir ekipçe toplanması, OPCW'nin daha önceki vakalarda hassasiyetle üzerinde durduğu "delil zinciri"ni zedeliyor. 

OPCW daha önceki vakalarda, “kanıt zinciri” konusunda azami hassasiyet göstererek, kendi ekiplerinin saldırı iddialarının ortaya atıldığı bölgelerden doğrudan edinmediği örneklere dayanmamıştı. Bu tutum, ilk olarak Sarakib'teki kimyasal silah saldırısı iddiasının incelenmesinde değişti. Sarakib iddialarını araştırmak üzere Hama'daki Suriye ordusu bölgesinden hareket eden OPCW ekibi, Sarakib'e ulaşamdan “silahlı bir muhalif grup” tarafından kaçırıldı. Suriye içindeki OPCW kanıt toplama görevi iptal edilirken, OPCW yetkilileri rapor için muhaliflerin edindiği ve Türkiye'de kendilerine iletilen örnekler ve 'görgü tanıkları' ile yetindi. Tanıklıklar arasında, saldırıyı Suriye ordusuyla ilişkilendirebilecek en önemlisi ise 'muhalif bir savaşçıya' ait.