Ramazan'ın Gladyatör sofraları

AKP iktidarının yarattığı atmosferin de bir sonucu olarak başta malum cemaat olmak üzere birçok cemaatin her ramazanda adeta gözümüze soktuğu o meşhur iftar davetleri bakalım bu ramazanda nasıl olacak? 7 Haziran’dan sonraki yeni durumun sonucu olarak katılım sayısında bir düşüş olacak mı, göreceğiz.

Mustafa Kemal Erdemol

Özellikle cemaate bağlı çeşitli kurumlarca düzenlenen iftarların bir “görmemişlik panayırı”na dönüştüğünü söylemeye gerek yok. Her kesimden geniş katılımlı bu davetler, söz konusu cemaat için hem bir sosyalleşme çabası hem de bir tebliğ faaliyeti doğal olarak.

Kimilerine göre dindarlarla, modernler arasındaki “barışa” katkısı da var. Oysa kent sermayesi ile onun medya başta olmak üzere her kesimdeki en etkili figürlerinin  cemaatle aynı masada oturarak oluşturacakları “barış”, bu gerici yapının kabulüne yönelik bir çabadan başka bir şey değil. Emek sömürüsünün hep var olan ama yetersiz kalan imani tarafını cemaatin doldurmaya hazır olduğunu bu davetler kanıtlamıştır elbette. 

TOPLUMSAL GÜÇ MİDEDEN GEÇER
Ama ipin ucunu kaçırdılar tabii. İmanlı yoksulun yaşamı boyunca adım atamayacağı lüks otellerde verilen bu davetler, orucunu suyla bozup, karnını hurmayla doyuran İslam peygamberinin yetinmeciliğinden bir hayli uzaktı. Ama değil mi ki işin içinde tebliğ gibi, hele de Dar'ül Harb Türkiye'de, son derece önemli bir görev vardı, artık bu “yetinmeci” tavırdan uzaklaşıp şatafata dönülmesinde bir sakınca olmayacaktı.

Ben, cemaatin kimi Hıristiyan adetlerini hem de çok başarılı biçimde İslamileştirerek uyguladığı kanısında oldum hep. Hıristiyan sofra kültüründe ağır bir dini yan vardır. Öyle ki Hıristiyan azizi Pavlos’un, konukları ortak bir masa etrafında toplamayı İsa’nın Son Akşam Yemeği'nin yankısı olarak değerlendirdiği bilinir. Hıristiyanlığın çok önem verdiği kilisede ya da evde toplu yemek yemek “başkalarıyla kurulan toplumsal ilişkilerin bir işareti” olarak yorumlanır. Cemaatin iftarlarının Hıristiyan tarzına uygun olduğunu düşünüşüm bu yüzden. “Toplumsal ilişkilerin” güçlenmesinin mideden geçtiğini gayet iyi biliyor. 

CEMAAT'İN SOFRASI
Gerçekten de büyük mekanlarda, “toplumun her kesiminden” davetlilerin katılımıyla gerçekleştirilen bu iftarlar cemaatin, kendisini tanımayanlara yönelik ciddi bir tanıtım seferberliğiydi.

Cemaatin, o iftarlardaki “görüntü”den ibaret sanılmasının nedenleri arasında bu “barış, kardeşlik sofraları” da vardır. Hem bu hem benzeri başka geniş katılımlı sofralardan istenen sonuç alınır.

Romalılar, Aziz Pavlos’un kendilerine yazdığı, kilisenin yapısını belirleyecek ilkeleri açıkladığı ünlü mektubunu, büyükçe bir yemek masasının başında okumuşlardı. Sofrada avlamak da avlanmak da kolaydır.

KERİM DEVLET'İN SOFRASI
Cemaatin iftar davetlerinin seçkinlere yönelik olduğunu söylemeye gerek yok. Bunun özellikle yapıldığını elbette biliyoruz. Oysa ait oldukları İslam ile hayranı oldukları Osmanlı geleneğinde toplu iftar yemekleri çoğunlukla yoksullar için düzenlenirdi.

Bunu bir övgü olarak anımsatmıyorum. Sosyal adaleti devlet eliyle değil, emek sömürüsüyle zenginleşmiş olanların sözüm ona “cömertliği”yle sağlama tuhaflığının övülecek nesi var? Osmanlı’nın, yoksulu sadece ramazanda beslenecek (sevap kazanılsın diye elbette) bir kul olarak görmesini model olarak ileri sürdüğüm de yok.

Ancak o zamanın iftar yemeklerinde her sınıftan kişi yer alırdı. Vezir de dilenci de. Bu, “kerim devlet”in şefkatinin de cömertliğinin de işaretiydi. Halk üzerinde bıraktığı etki de tartışılmazdı tabii. O sofralardan “padişah-ı memaliki Osmaniye”ye çokça şükür duası gitmiştir.

CEMAAT GÖRGÜSÜZLÜĞÜ
Verdiği iftarlarda cemaat kendisini daha yakından tanıtma fırsatını bulduğu gibi kimilerine “kayıp geçmiş”lerini de anımsattı. Bu sofraların müdavimlerinden sosyolog Nur Vergin’in bir dergiye yaptığı “bugüne kadar beni kimse iftara çağırmamıştı. Çok etkilendim” açıklamasını hala anımsarım. Küskün oldukları dinle barışınca ne güzellikler keşfetmişler meğer kimileri.

Cemaatin iftar davetlerinde saklanamayacak bir görgüsüzlük, oburluk olduğu zaman geçtikçe daha iyi görüldü. İmanlı yoksulla, onun içinde bulunduğu durumla adeta alay eden yemek şölenleriydi bunlar. AKP iktidarı birkaç seçimi devlet olanaklarıyla halka dağıttığı kömürle, makarnayla da kazandı, yani rüşvetle. Roma İmparatoru Augustus da, Kleopatra ile Marcus Antonius’u yendiği deniz seferinin hemen öncesinde halkın desteğini onlara bedava zeytinyağı ile tuz dağıtarak kazanmıştı.

Yani İslamcı Recep Tayyip’le İslamcı Fethullah Gülen’in çalışma tarzlarının Hıristiyan Roma diktatörlerinin yönteminden bir farkı yok. Biri imanlı yoksulu yiyecek filesiyle, diğeri kent zenginini “iftar sofrası”yla avlamakta.

GÜLEN KÖLE SAHİPLERİ GİBİ
Şu Hıristiyanlık öncesi Roma’nın ünlü gladyatör döğüşlerini düzenleyenler sadece imparatorlar değildi. (Yanlış biliriz bunu. Zaten bu konuda doğru bildiğimiz birçok yanlış var. İmparator yenilen gladyatörün öldürülmesi için sanıldığı gibi başparmağını aşağı indirmez, tam tersine yukarı kaldırırdı, örneğin. Göklerdeki tanrılara gitsin anlamında. Yine de bunun hala tarihçilerce tartışılan bir durum olduğunu belirteyim).

İmparatorun dışında, büyük kentlerin zenginleri de gladyatör dövüşleri düzenlerlerdi. Mecburdular da biraz. Eğer kent halkına zaman zaman böyle bir gösteri düzenlemezlerse hem diğer zenginlerle rekabette geri kalırlar, hem de halkın zaman zaman kabaran isyan duygularını iyice azdırmış olurlardı. Ama sonuçta hangi nedenle olursa olsun kent zengini, ahaliye cömertliğini de sergileme fırsatı bulurdu.

Cemaatin iftar davetleri bu nedenle gladyatör dövüşlerinden/eğlencelerinden farklı değildir bana kalırsa. Hem cömertliğini, hem konukseverliğini hem de bizatihi kendisini gösterme amaçlı davetlerdir bunlar. Ramazanlarda bu davetleri vermek zorundadır bu yüzden. “Oruç tutmuyorum, dolayısıyla gelemeyeceğim” diyen bir babayiğit de olmayacağını bildiklerinden karşılıksız kalmayacak bir çağrıdır yaptıkları.

O sofralarda yemek yiyenler “gladyatör” sofrasında meze olduklarının elbette farkında değiller. Mideyi doldurayım derken aklı boş bırakmanın azizlikleri bunlar.

Normal.