Patronların ve tekellerin, bereketli topraklar üstündeki termik ve nükleer santral oyunları...

Çukurova... Ülkenin en bereketli toprakları üzerinde tekellerin ve patronların termik ve nükleer santral "oyunları" sürüyor... Tahrip olan ekosistem, artan kanser vakaları, satın alınan ÇED raporları, talan edilen flora ve fauna... Yıkıma karşı mücadele veren hukukçu İsmail Hakkı Atal, yörede yaşanan yıkımı soL'a anlattı...

soL-Adana

Türkiye’nin en verimli tarım alanlarından olan Çukurova’nın çevresi termik santrallerle çevrilmeye çalışılıyor.

Hatta yapılması planlanan iki nükleer santraldan birisi de ovaya çok yakın bir yere, Mersin-Akkuyu’ya yapılmak isteniliyor.

Bu çevre felaketine karşı özellikle Adana’da önemli bir hukuki mücadele yürüyor.

Bu mücadelenin yürütücülerinden Adana Barosu Çevre Komisyonu üyesi Avukat İsmail Hakkı Atal ile görüştük.

Merhaba İsmail Bey, öncelikle bize mevcut durumu ve süreci anlatır mısınız? Çukurova’da neler oluyor?

Çukurova ve çevresine yapılması planlanan ve de mevcut iklime ve doğaya zarar vereceğini düşündüğümüz kimi yapılara karşı mücadelemiz 2000’li yıllarda başladı. Bu mücadele ilk olarak Sugözü Termik Santraliyle başladı diyebilirim. Doğu Akdeniz Çevre Dernekleri Platformunun (DAÇE) mücadele süreci 2000’lerin başında başlamıştı. Ben bu sürece 2005 sonunda dahil oldum. O dönem Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporuna iptal davası açtık, davayı kaybettik ve sonucunda Sugözü Termik Santrali kuruldu. Sugözü Termik Santrali kurulduktan sonra birkaç yıl içinde termik santralin deniz, hava, toprak ekosistemine olumsuz etkileri görülmeye başladı. Birkaç yıl içinde ilk etki deniz ekosisteminde oldu. Balıkçıların ağları boş dönmeye başladı. Ama esasen Yumurtalık-İskenderun Körfezi derinliği çok olan bir deniz değil, içeriğinde oksijen bol olan deniz tabanı bitkileri de barındırdığından balıkların yumurtlamasına uygun bir ortam. Yumurtalık adını da buradan alıyor zaten ama buna rağmen balıkçılar ağları boş dönmeye başladı.

Çünkü Sugözü Termik Santrali deniz ekosistemine zarar vermeye başladı. Bu durum Yumurtalık Asliye Hukuk Mahkemesi 2003/89 nolu tespit dosyasındaki bilirkişi raporuyla tespit edilmiştir. Bu rapora göre Sugözü Termik Santrali günde 5 milyon 300 bin ton soğutma suyu çeker, balık engelleme sistemi olmadan balıkları, balıkların yemi olan planktonları, onların da yemi olan fitaplanktonları da çeker ve geri denize deşarj eder. Saniyede 24 ton suyu santrali soğutmak için kullanıp sonra kaynama noktasında geri denize deşarj edince deniz suyunun ısınmasına neden olursunuz.

"BÖLGEDE DENİZ EKOSİSTEMİ TAHRİP OLDU"

Çukurova Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesinde o zaman yardımcı doçent olan Cem Çevik, bilimsel bir makale yayımladı. Bu makaleye göre bölgede sıcak deniz ekosistemlerinden gelen bir ‘caulerpataxıfolia’ diye bir sıcak deniz canlısının deniz tabanına yerleştiği ve diğer canlıların yaşam alanını da işgal ettiğinden söz ediyor. Termik santrallerin deniz ekosistemindeki ısınma etkisinin, ekosisteme yabancı türlerin bölgeyi işgaline sebep olduğunu ve ekonomik değeri olan balıkların yaşama alanını ortadan kaldırdığını gösteren bu bilimsel çalışmayı dava dilekçelerimizde kullandık. Yani aslında bölgede deniz ekosistemi tahrip oluyor. Tabii yabancı ekosistemlerden gelen bu işgalci türler, Yumurtalık-İskenderun Körfezinde termik santraller başta olmak üzere kirletici teknolojinin deniz suyunu daha fazla ısıtmasından dolayı yerleşiyorlar. 

"TERMİK SANTRALDE YAKILAN KÖMÜR KANSER ORANINI ARTIRDI"

Sugözü Termik Santrali 1.200 megavat gücünde, günde 10 bin ton, yılda 3,5 milyon ton kömür yakıyor. Bacasında partikül maddeleri tutan bir elektrostatik filtre var ama bu filtre ancak büyük partikül maddelerini engelleyebiliyor. Pm 10 ve pm 2,5 Mikro ölçektekileri engelleyemiyor ve bunlar gözle görülür maddeler de değil zaten. Bu maddeler havaya karışıyor soluduğunuzda fark etmiyorsunuz. Seçim zamanı dağıtılan ucuz kömürler gibi ciğerinizi yakmıyor. Nefes alırken fark etmeden ciğerlerinize çekiyorsunuz bu maddeleri. Akciğere gidiyor ve doğrudan kana karışıyor. 2013 yılında dünya sağlık örgütü partikül madde kirliliğinin doğrudan akciğer kanserine yol açtığını ve mesane kanseri ile de pozitif yönlü ilişkisi olduğunu açıkladı. Şu anda Ceyhan Yumurtalık ve Osmaniye bölgesinde kanser oranları oldukça artmış durumda.

"BİR YETİŞTİRİCİNİN 200 ÖLÜ YA DA SAKAT HAYVANI DOĞDU"

Sugözü köyünde 2009 yılında Mehmet Kınık adında bir hayvan yetiştiricisinin 200 civarında ölü ya da sakat kuzusu, 30 civarında sakat ya da ölü buzağısı doğdu. O dönemde Sugözü Çevre Koruma Derneği Başkanı olan Kemal Özbenli hayvanlardan örnekler alıp Ankara"da Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının laboratuvarına yolladı. Ve hayvanlarda Brusella ya da başka bir hastalık olmadığı gözlendi. Bu ölü ya da sakat doğumların sebebi bu hayvanların genetiklerinin etkilenmesiydi. Asit yağmurları toprağa dolayısıyla tarım arazilerine geçiyor buradan hayvanların beslenmesiyle besin zincirine dâhil oluyor. Bu ağır metaller ve radyoaktif maddelerin besin zincirine karışmasıyla insanların da genetik yapıları etkileniyor. Bu konuda Ege Üniversitesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ali Osman Karababa’nın da bu konuda araştırmaları ve yayınları var. Bu araştırmaları ve başka pek çok bilimsel rapor ve yayını da açtığımız davalarda mahkemelere sunduk.

"ÇED RAPORLARI ADETA 'SATIN' ALINIYOR"

Sugözü Termik Santrali ile birlikte süreç başladı... Peki ya diğer santraller?

Sugözü Termik Santrali ile mücadele sürecinde asit yağmurlarıyla yanmış çoraklaşmış narenciye bahçeleri, meyve veremeyen ağaçları gördük. Sakatlanan, genetiği etkilenmiş olarak doğan ya da ölen hayvanları gördük, kanser vakalarında artışlar meydana geldiğini gördük. Sonra 2010 yılında 14’ü kömürlü, 3'ü doğal gazlı olmak üzere 17 tane termik santral başvurusu yapıldı ve 8 tanesi de lisans aldı. Bunlardan biri de Mayıs 2015’te çalışmaya başlayan İskenderun Sarıseki’deki, Atlas Enerji Diler Termik Santrali. Tüm mevzuata ve Toprak Koruma Kanununa aykırı bir şekilde deniz ve karasal alanda mevzuata göre bırakması gereken emniyet bandını da bırakmayan, hatta otoyola sıfır kurulmuş belki de dünyadaki ilk termik santral olarak kuruldu. Bu santral kurulmadan önce 2008 yılında bu santralin ÇED raporuna iptali için Hatay İdare Mahkemesine dava açtık ve Hatay İdare Mahkemesi çok önemli bir karar verdi. 5 kilometre ötedeki İskenderun Demirçelik Fabrikasının havaya olan etkisiyle ilgili kümülatif bir değerlendirme yapılmadığı için ÇED raporunu iptal etti. Ama kararın mürekkebi kurumadan santral yeni bir ÇED raporu satın aldı. Ben buna "satın alma" diyorum çünkü Meclis'te verilen bir soru önergesine Çevre Bakanı'nın verdiği cevaba göre, 2006 yılından bu yana yapılan 38 bin ÇED raporu başvurusundan sadece 7 tanesinin sonucu olumsuz çıkmış. Çünkü ilgili firma ücretini ödeyerek gidiyor, ÇED firmasına yaptırıyor. Firma objektif bir değerlendirme yapamıyor çünkü ticari kaygıyla kurulan firmalar bunlar. Santral kendine ÇED raporu vermeyecek firmaya gitmiyor. Önceden anlaşılıyor parası neyse veriyor alıyor raporunu.

"ÇED RAPORU PİYASANIN ELİNDE..."

Yani aslında kurulması planlanan yapıların çevreye verdikleri zararların incelendiği ÇED raporları, piyasa mekanizması nedeniyle, bilimsellikleri tartışmalı metinler, öyle mi?

Ortada bir bilim dışılık var. ÇED raporu dediğiniz şey piyasanın elinde. Oralarda başında akademik unvanı olan adamlar da var, yazıyorlar 400 sayfa şöyle zararı var böyle zararı var ama nasıl oluyorsa sonucu olumlu oluyor. Artık kaç paraya olumlu deniyor onu bilemiyorum tabii. Ama biz ÇED raporunu iptal ettiriyoruz, mürekkebi kurumadan yenisi alınıyor. Bir iptal davası açmanın bedeli 15 bin lira. Bu süreci ekonomik olarak sürdürmemizin imkânı yok.

Biz de DAÇE olarak gördük ki 17 tane termik santral lisans başvurusu olmuş 8 tanesi lisans almış. Dedik ki, ya bu santralleri iptal edeceğiz ya da zaten burada yaşamamıza imkan yok bu kadar termik santralin olduğu bir yerde canlı yaşanamaz. Başladık düşünmeye ve araştırmaya. Sonuçta ÇED raporlarında “olumlu” demelerinin sebebinin, o santralin doğanın tolere edebileceği sınırlar içerisinde değerlendiriliyor olmasının, önemli bir ayrıntıyı gözden kaçırdığını fark ettik.. Çünkü o bölgede sadece tek bir termik santral varmış gibi hesap yapılıyor. Çevredeki diğer santrallerin etkileri göz ardı ediyor. Böylece olumlu sonuç veriliyor. Biz de buradan yola çıkarak “bu yanlıştır bu bölgede stratejik planlama yapılmalıdır, kümülatif (toplu) etki değerlendirilmelidir” dedik ve sonraki süreçte verilen bu lisanslara açtığımız lisans iptal davalarında kümülatif etkiden gittik. DAÇE, Adana Tabip Odası ve Ziraat Mühendisleri Odası Adana Şubesi’nin açığı davalarda, Danıştay yürütmeyi durdurma talebimizi reddetti.  Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna itirazda bulunduk. 6 termik santral dava dosyasının her birinde itirazımız, 7’ye karşı 8 oyla kabul edildi. Davacılar olarak “yürütmenin durdurulması talebi değerlendirilmeden önce buradaki bütün termik santrallerin kümülatif etkisi incelenmelidir ve oradan çıkan sonuca göre yürütmeyi durdurma talebi değerlendirilmelidir” dedik ve bu karar sonraki bütün davalarda emsal oldu. Sonra tekrar dosya Danıştay 13. Daireye geldi. Danıştay EPDK’den bölgedeki termik santrallere dair bilgi istedi ama bir türlü bu bilgi gelmedi. Danıştay tekrar yürütmeyi durdurma kararımızı reddetti. Tekrar itiraz ettik. Bu defa Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 2016 Nisan ve 2016 Eylül aylarında verdiği kararlarla bu defa 12'ye karşı 3 oyla itirazımızı kabul etti.

Sizin açtığınız bu davalardan sonra yasal değişiklikler olmuş anladığımız kadarıyla, bunlara değinebilir miyiz?

Biz lisans iptal davalarını doğrudan Danıştay’a açıyorduk, daha sonra Danıştay’ın 7’ye karşı 8 oyla verdiği içtihat kararlarından sonra hükümet EPDK’nin kararlarında Danıştay’ın ilk derece mahkemesi olma yetkisini elinden aldı ve görevi Ankara İdare Mahkemelerine verdi.

Bir de şöyle bir şey oldu: 2011’de açtığımız davalardan biri Atlas Enerji Diler Termik Santrali davasıydı. Danıştay’ın kararına rağmen bu süreçte Santralin inşaatı başlamıştı. Ama bu karar yüzünden termik santralin durumu tehlikeye girdi. Hükümet o dönem bir kanun ve yönetmelik çıkardı. Buna göre lisansı iptal edilen Termik santrallere yeniden lisans verilebilir oldu. Bu kanun ve yönetmelik Diler Termik Santraline özel çıkmış gibiydi. Biz o dönem Adana Barosu olarak dava açtık ve süreç Anayasa mahkemesine de taşındı. Bu yasa iptal edildi. Bizim Adana Barosu ve DACE olarak yasaya bağlı olarak çıkan yönetmeliğin iptali davasını da geçtiğimiz günlerde kazandık. Yani şu anda Atlas Enerji Diler Termik Santrali’nin lisansı iptal edilebilir ve şu anda çalışan bu santral tamamen hukuksuz olabilir.

Hükümetin bu değişikliği yapma sebebi sizce nedir?

Danıştay çok daha üst düzey bir mahkeme ve orada görevli bir hâkim meslek hayatının zirvesinde beklentileri daha az olduğundan daha objektif değerlendirmeler yapılabiliyor. Danıştay daha yetkin ve daha bağımsız karar verilecek olması bizim için önemli tabii.

Bilindiği kadarıyla 2011’de siz bu 8 tane lisansı alınmış santrale dava açtınız, ikisi bu süreçte zaten yapıldı ama altısını durdurmayı başardınız. Sonra yasal değişiklikler oldu ve değişikler yeni santral başvurularını birlikte getirdi. 2011’den sonraki süreçten de bahseder misiniz biraz?

Tabi ki... Bu yasal düzenlemeler ile korunup kollandığını anlayan firmalar yeni santral başvuruları yaptılar. Bu süreçte 5 yeni santral lisansı daha aldılar. Bu defa 2011 davalarında davacı olan DAÇE -Adana Ziraat Mühendisleri Odası ve Adana Tabip Odasının yanında aramıza Adana Barosu da katıldı, bu beş yeni santralle de dava açtık. Yani 2014 yılında, artık Ankara İdare mahkemesine, lisans iptal davaları açtık... Bunlar santraller, İskenderun Demirçelik A.Ş Hatay, Soda Sanayi Akfen 265 megavat (doğalgazlı) Mersin, Akfen 1060 megavat Mersin (doğalgazlı), Enerjisa 450 megavat Tufanbeyli (kömürlü), Kayalı 80 megavat(doğalgazlı) Osmaniye santralleridir. Dikkatinizi çekmiştir, bunlar sadece Adana ve çevresindeki birkaç ilde yapılması planlanan santraller.

Bu yeni beş santrale açtığımız davalar da devam ediyor. Buradan sadece Adana Tufanbeyli’deki Enerjisa yapıldı, diğerleri henüz mesafe kat edemedi. Edebileceklerini de sanmıyorum.

Önceden Elektrik Piyasası Kanunu ve ÇED yönetmeliğine göre firmalara önce lisans veriliyordu sonra da ÇED raporu alınıyordu. Bizim açtığımız Lisans iptal davalarından sonra yönetmeliklerde değişiklikler yapıldı. Lisans alma işi en sona bırakıldı. En başa önlisans getirildi. Artık sıralama önlisans – ÇED - lisans olarak değişti. Yani önlisans diye bir şey icat edildi. Bunun sebebi muhtemelen lisans iptal davaları sonrasında şirketlerin işinin zorlaşması ve ÇED süreçlerinin aksaması olabilir.

Bu noktadan sonra 2015, 2016 yıllarında, yine bu bölgede, 7 santral başvurusu daha oldu. 4 firmanın lisans, 3 firmanın da önlisans aldığı gördük. 2016 yılında bunlara da dava açtık. Yani yeni açılan 4 lisans iptal ve 3 önlisans iptal davası ile bu bölgede toplam 20 davamız oldu. Hala devam ediyorlar.

"BİR BÖLGEDE BU KADAR ÇOK SANTRAL DÜNYANIN HİÇBİR YERİNDE YOK"

Doğu Akdeniz bölgesine yapılması planlanan bu kadar santral biraz fazla değil mi?

Benim bildiğim ve araştırdığım kadarıyla, dünyanın hiç bir yerinde örneği yok. 150-200 km bir sahil şeridinde, 20 küsur termik santral olamaz. Bu santralleri kuracak olsanız bırakın burada elektrik üretmeyi, bu santrallerde çalışan işçiler bile 4-5 yılda kanserden ölür. Düşünsenize bu termik santrallerden 15’i kömürlü olsa, her biri yılda 3 milyon ton kömür yakıyor, yılda 45 milyon ton kömür eder. Her birinin günde 5 milyon ton soğutma suyu çektiğini düşürseniz ve bunları kaynama noktasında, Akdeniz’e deşarj ettiğini düşünecek olursanız, yılda 100 milyon tona yakın soğutma suyu yapar. Bunun olduğu yerde insan sağlığının ve doğadaki diğer canlıların olumsuz etkilenmesini bırakınız, yaşam tamamen sona erer.  Atom bombası atılmış gibi olur. Bunu biz davalarımızın hepsinde söylüyoruz zaten. Sonunda dediğimiz noktaya gelindi. Hükümet, Bakanlar Kurulu kararıyla 141 ovayı tarımsal sit alanı ilan etti 12 Aralık 2016 tarihli Bakanlar Kurulu kararı, 21 Ocak 2017 tarihinde Resmi Gazete'de yayınlandı. Bizim bölgemizden 6 ova bu listede yer aldı (Amik, Çukurova, Arsuz, Silifke, Erdemli). Gıda tarım ve Hayvancılık Bakanlığı da açıkladı, biz bunların etrafına hiç bir şey yaptırmayacağız dedi. Dedi ama bu kararların 1. maddesi 2. fıkrasında şöyle bir istisna var: ‘Kararın yayın tarihi itibariyle tarımdışı amaçla kullanım izni almış olanlar ve onaylanmış planlar hariç’ deniliyor. Böylece şu ana kadar kurulmuş veya inşaat aşamasında olan termik santrallerin olumsuz etkilenmesinin önüne geçilmek istenilmiş. Biz de bu Bakanlar Kurulu kararındaki istisnaya, 22 Mart 2017 tarihinde iptal davası açtık. Biz bundan sonraki süreçte bu kararı kaynak göstererek dava süreçlerini başlatacağız.

Yine kümülatif etki konusundaki Danıştay kararlarından sonra, hükümet kümülatif etkinin hesaplanması imkanı getirecek Stratejik ÇED yönetmeliği çıkardı. Ancak bunda da tıpkı 141 ovanın tarımsal SİT ilan edilmesine ilişkin Bakanlar Kurulu kararı gibi istisna hüküm var. Stratejik ÇED yönetmeliği geçici 2.md. C fıkrası enerji sektörüne 2023"e kadar muafiyet getiriyor. Eğer bu istisna fıkra iptal edilmezse, tabii Stratejik CED yönetmeliğinin çıkmasının hiçbir faydası olmayacak. 2023"e kadar atı alan enerji şirketleri Üsküdar"ı geçmiş olacak.

Aslında gerek 141 ovayı tarımsal SİT ilan eden Bakanlar Kurulu kararına ve gerekse de stratejik ÇED yönetmeliğine baktığımızda; artık "kralın çıplak olduğunu ", termik santrallerin hepimizi zehirleyerek öldürdüğünü herkesin görmeye başlaması nedeniyle mevzuatta böyle hamleler yapıldığını düşünüyorum. Ancak yine de enerji şirketlerine istisnai hükümlerle muafiyetler tanınarak, ilk bakışta olumlu bir mevzuat değişikliği izlenimi yaratan kararlar -yönetmelikler etkisizleştiriliyor.

Kısaca bir toparlayalım. Şu ana kadar 20 santral başvurusu yapıldı Doğu Akdeniz Bölgesi için. Siz hepsine dava açtınız. Çoğunluğunu durdurdunuz ancak yapılanlar da oldu. Hangileri yapıldı?

Dört tanesi. Atlas Enerji, Egemer, Tufanbeyli Enerjisa ve Yumurtalık Sugözü Termik Santralleri yapıldı. Bir de işin ilginç yanı, Sugözü Termik Santralinin 15 senedir lisanssız çalıştığını da tespit etmiş olduk. Ama bunun nasıl olduğu hakkında da bir fikrimiz yok! 2016 yılında Sugözü Termik Santraline yeni lisans verilmiş olduğunu tespit edince, 20 Haziran 2016'da açtığımız yedi termik santral lisans iptal davasından birisi de Sugözü Termik Santrali lisans iptal davası oldu.

AKKUYU'DA NELER OLUYOR? 

Doğu Akdeniz Bölgesine 20 tane termik santral dışında, bir de nükleer santral yapılması planlanıyor. Siz bu davanın avukatlarındansınız. Gelişmeleri bize aktarabilir misiniz? Akkuyu Nükleer Santrali davasında neler oluyor?

Tabi. Bu kapsamda bizim için en tehlikeli konu olan Akkuyu Nükleer Santralinden bahsedeyim. 7 Eylül 2016’da Mersin Akkuyu’daki nükleer santralin ön lisansına iptal davası açtık. Mevzuat değişikliğinden söz etmiştim, önce önlisans veriliyor sonra ÇED ve lisans diye. Akkuyu nükleer santrali patlamaya hazır bir nükleer bomba aslında. Uluslararası nükleer komitesinin aktif fay hatları listesine aldığı, Kuzey Anadolu Ecemiş fay hattının 30 km batısına kurulması planlanıyor. Nükleer santral ve termik santral mücadelesini bir bütün içinde değerlendirmek gerekiyor. Dünyada en fazla iklim değişikliği ve küresel ısınmaya sebep olan sera gazı emisyonununa sahip enerji üretim tesisleri, nükleer santraller ve termik santraller. Termik santrallerin yarattığı iklim değişiklikleri nükleer felaketleri tetikliyor. Bu yüzden bunları bir arada düşünmek lazım. Nükleer santrallerin nükleer atıklarının Fukuşima felaketinde olduğu gibi ekosistemlere karışma tehlikesi var.

2002 yılında Çukurova Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği bölümünden Prof. Dr. Hasan Çetin’in, Ankara’da Tübitak’ın da düzenleyicilerinden olduğu uluslararası bir toplantıda (Aktif Tektonik Araştırma Grubu 5. Toplantısı) 15-16 Kasım 2001’de sunduğu bir rapor var. Ecemiş fay hattında ilki 38 bin yıl önce ikincisi 28 bin yıl üçüncüsü 17 bin yıl önce olmak üzere 7 şiddetinde yıkıcı düzeyde 3 deprem gerçekleşmiş. Ve bu rapor diyor ki, tekrarlama periyodu 10 bin yıldır ve son 17 bin yıldır deprem olmamış. Yani her an yıkıcı bir deprem olabilir.

Akkuyu Nükleer Santralini yapacak olan Rosatom şirketinin yetkilisi, 11 Temmuz 2016’daki keşifte 15 kişilik bilirkişi ekibine ÇED raporunu anlatıyordu. Bende oradaydım. Bilirkişilerden biri raporda depremsellik çalışması olup olmadığını sordu. Şirket yetkilisi ise konuya dair bilgisi olmadığını söyledi. Yani düşünebiliyor musunuz, santrali yapacak firma, santralin yapılacağı yere dair depremsellik çalışmasının olup olmadığını bile bilmiyor. Bu kabul edilebilir bir şey değil.

Bu keşiften 4 gün sonra darbe girişimi oldu. Ve hemen sonrasında jeofizik alanındaki bilirkişilerden birinin akademik unvanı elinden alındı. Bunun üzerine keşif jeofizik yönünden 5 Aralık 2016’da tekrarlandı. Bu defa deprem konusunda bilgi sahibi olmayan Türk yetkiliyi değil, Rusya’dan proje direktörünü getirdiler. Bu arada bir Profesör’ün, Hayrettin Kılıç’ın dosyada uzman görüşü var. Diyor ki Hayrettin hoca “Akkuyu’ya yapılması planlanan VVER 1200 tipi nükleer reaktör, dünya üzerinde test edilmiş onaylanış bir reaktör değildir”.

Anlaşıldığı kadarıyla nükleer santralle açtığınız dava oldukça garip ilerliyor...

Neler neler var. Mesela keşiften kısa bir süre önce Bellona.org isimli sitede, bu firmanın Rusya’nın Novorinsk kentindeki aynı tipte VVER 1200 tipi nükleer santralinde bir arıza çıktığı haberi yer aldı. Hatta Rosatom şirketinin bu arıza haberini altı gün Rus kamuoyundan sakladığı da haberde yer aldı. Biz de keşif sırasında Rus yetkiliye bu olayı sorduk. Dedik ki, “Aynı şey Türkiye’de olabilir mi, olursa kamuoyundan yine saklar mısınız?” dedik. Daha Rus yetkili cevap vermeden bizim Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yetkilileri atıldı ve bunun konuya ile bir ilgisi olmadığını iddia ettiler. Ancak Rus yetkili sorumuza cevap verirken “Her nükleer santralde kaza riski vardır, siz burada ticari risk satın alıyorsunuz” dedi. Yani Rus yetkili açıkça risk vardır diyor, bizim Bakanlık bunun konuyla alakası yok diyor.

"1978'DEKİ ŞAİBELİ ZEMİN ETÜDÜNE DAYANDIRILAN BİR SANTRALDEN SÖZ EDİYORUZ"

Daha da ilginci, yöre halkının tanıklıkları. Bunlar hem dava dosyasında yazılı hem de keşiflerde dile getirdik. Bu bölge aktif fay hattına çok yakın ama Akkuyu Nükleer Santraline ilk defa lisans 1976 yılında verilmiş. Ancak o yıllarda jeoloji bilimi o bölgedeki aktif fay hattını bilmiyor. Bölge halkının görgü tanıklıklarına göre, 1978 yılında bir taşeron firma zemin etüt çalışmasında, bölgeden çıkarılan örnekleri Sinop’tan gelen sağlam topraklarla değiştirmişler. Biz de buradan yola çıkarak buradaki karstik yapının ve görgü tanıklarının ifadelerinin dikkate alınmasını talep ettik. Dolaysıyla yeniden örnekler alınsın ve bilirkişi heyeti bunu incelesin dedik ama bu kabul edilmedi ve zeminden tekrar örnek aldıramadık. Yani 1978’de bir sahtecilikle alındığı söylenen zemin etüdü geçerliliğini koruyor ve şu an yapılacak santral bu çalışmaya dayandırılıyor. Yani şu anki davada kullanılan zemin etüdü, 1978’deki şaibeli zemin etüdü.

"DENİZ SEVİYESİNE NÜKLLER SANTRAL RESMEN İNTİHAR"

Ayrıca meselenin birde küresel ısınma, küresel iklim değişikliği boyutu var. Dünyamızın ısındığı, deniz seviyesinin her geçen gün artığına dair pek çok bilimsel yayın mevcut. Bütün bu veriler ortada iken neredeyse deniz seviyesine nükleer santral yapmak resmen intihardır. Biz dava sürecinde bunu da ekledik. Bu arada 15 akademisyenden oluşan bir ekibe 80 küsur sayfalık rapor yazdırılmış, bizim aleyhimize. 5 Aralık’ta yenilenen keşifte, yarım saat boyunca iklim değişikliği-deniz seviyesi yükselmesi riskinin doğuracağı tehlikelerden bahsettik. Fukushima faciası örneğinden yola çıkarak, tüm Pasifik okyanusunun nasıl zehirlendiğini anlattık. Bunun üzerine raporun sonuna, 15 kişilik bilirkişi heyeti, iklim değişikliği nedeniyle deniz seviyesi yükselse bile bunun hiçbir zaman Tsunami yaratmayacağını yazmışlar. Bu akıllara zarar, trajikomik ifade bilirkişilerin raporu okumadan imzaladıklarını gösteriyor. İklim değişikliği nedeniyle deniz seviyesinin kalıcı olarak yükselmesi ayrı bir şey, denizde meydana gelen bir deprem nedeniyle Tsunami’nin nükleer santrali vurup deniz sularının çekilmesi ayrı bir şey.  Benim bir sosyal bilimci olarak bildiğim bu olayı, fen bilimleriyle 15 profesörün bilmiyor olması imkânsız olduğuna göre; bu durumun tek bir izahatı var. Bilirkişiler raporu okumadan imzalamış. Biz keşifte Tsunami’den bahsetmedik ki. Yani bütün bu süreç neresinden tutarsan tut bir garabet şeklinde ilerliyor.