Paleolitik çağ kadınları bedenleriyle daha mı barışıktı?

Paleolitik dönem kadın figürinlerinin, doğurganlığın kutsallığı ve erkek hazzının dışavurumunu temsil ettiği ve erkeklerce yapıldığı söylense de, aksini düşünenler de var. Bu bakışa göre belki de figürinler, kadınların kendi el işçilikleri ve hamile bedenleriyle barışık olmalarının bir ürünü.

Haber Merkezi

1908'de Avusturya'da işçiler tarafından tesadüf eseri bulunan, M.Ö 25 ila 28.000 aralığından kaldığı tahmin edilen Willendorf Venüsü heykelciğini düşünün.

Viyana Doğa Tarihi Müzesi’nde sergilenen ve kireç taşından yapılmış ama taşların fiziksel özelliklerine meydan okuyor gibi görünüyor. Yumuşak, kıvrımlı ve dokunulabilir, büyük göğüsleri ve kalçaları, belirgin diz kapakları var.

Bu özel heykelcik de, Paleolitik dönemde yaratılan benzer diğer heykelciklerdeki gibi Venüs olarak biliniyor çünkü keşfi zamanındaki ortak olan inanca göre, bu ve benzeri imgeler tanrıçaları temsil ediyor. Kadın oranlarının erotikleştirilmiş abartılarını içerdiği düşünülen bu şehvetli figürlerin, bereketin kutsallığı olarak kabul edildiği ve bir erkeğin arzulayan bakış açısının ürünü olduğu iddia ediliyor. Bu iddia, sanatın erkekler tarafından icra edildiği bakışına yaslanıyor.

FİGÜRİNLERİ KADINLAR YAPMIŞ OLAMAZ MI?

Ama bundan pek de emin olmayanlar var. 1996 yılında, ABD'de yayınlanan bir makale, bu tür figürinleri keşfedenlerin varsayımını yeniden düşünmeye cesaret etti ve heykelcikler hakkındaki geleneksel kavrayışa radikal bir alternatif önerdi.

Makalenin yazarları Catherine Hodge McCoid ve Leroy D. McDermott, "heykelciklerin yaratıcıları ya erkek değil de kadınsa" diye soruyordu. Bu devrimci bir hipotezdi çünkü bu bakış figürinlerdeki kadın bedeni temsilini erkek hazzıyla ilişkilendiren erotik bir nesne değil, kendi içsel değeri ve gücü olan bir varlık olarak ele alıyordu.

Makale, figürinlerin ortak özelliklerini şöyle sıralıyordu: yüzü olmayan genellikle öne eğik bir baş, göğüslerin altından geçen ya da üstünde çaprazlanan ince kollar, çok ince bir üst gövde, büyük ve sarkık göğüsler, iri kalçalar, büyük olasılıkla gebelikle ilişkilenen eliptik bir karın, genellikle garip bir şekilde bükülmüş, orantısız şekilde küçük ayaklar, kısa bacaklar.

McCoid ve McDermott, orantısız görünse de, bu özelliklerin aslında, kadın perspektifinden bir kadın şeklinin oldukça sadık bir yeniden üretimi olduğunu belirtiyor. Çalışmacılar, iddialarının ne denli mantıklı olduğunu göstermek için heykelciklerin resimlerini hamile bir genç kadınla karşılaştırıyor.

Örneğin aşağıda 5 aylık hamile bir kadın ve Venüs'ün karşılaştırıldığı, üst ve yan gövde ile kalça resimleri bulunuyor (sağdaki: 26 yaşında bir kadın, soldaki: Willendorf Venüsü)

 

Elbette bu önerme kanıtlanmış ya da tüm bilim insanlarınca kabul görmüş değil. Bir çok arkeolog, az sayıda figürin kullanarak bu araştırma yapıldığı için sonuçların yetersiz olduğunu öne sürüyor. Ancak akademik tartışma takvimine girdiğinden bu yana, bu önermeyi dikkate değer kılan bir şey var. Bu fikir, bedenin yorumlanmasında dışarıdan içeriye, erkekten kadına doğru dönüşen bir bakışı temsil ediyor. Buna göre bir kadın, kendi hamile bedenine bakarak onu bir heykel haline getirmeye, fiziksel şeklini bir sanat eseri olarak yeniden üretmeye ve muhafaza etmeye karar veriyor.

Hatta Quartz'da Annalisa Merelli imzasıyla yayınlanan bir makale, bu bakışa "Paleolitik çağ kadınlarının, bedenlerini sevme konusunda bizden daha çok şey bildiği" yorumunu getiriyor. 

Tarih öncesi sanat konu olduğunda, yaratıcıları, onların niyetleri ve hatta onu yaratan toplumlar hakkında bile oldukça az şey biliyoruz. Bu yüzden şimdilik, McCoid ve McDermott’un önermelerinin tarihin tahrifi olup olmadığını bilmenin bir yolu yok.

Ancak kadınların bedenlerini taşa oydukları, bedenlerini bu heyecan ve tutkuyla sevdikleri ve onları ölümsüz kıldığı zaman efsane ve gerçeklik arasında dursa da, tarih öncesi zamanlara ait görkemli bir olasılık olmayı sürdürüyor.