Otobüsle karakola giderken bir mini etek gördüm?

Otobüs, mini etek, karakol… Sahi bu üç sözcüğü aynı cümle içinde kullanın deseler aklınıza hangi kombinasyonlar gelir?

Deniz Arık Binbay

Geçen günlerde Kocaeli’nde bir otobüs, içinde bir kadının mini etek giydiği ve bu nedenle şoförün dikkatini dağıtacağı gerekçesiyle karakola çekilmiş. Otobüs, mini etek ve karakol… Cümle içinde bu üç kelimeyi kullan deseler zorlanırdık.

Çağdaş Bulgar Tiyatrosu’nun önde gelen isimlerinden Stanislav Stratiev’in 1979 yılında yazdığı "Otobüs" oyununu Ankara Sanat Tiyatrosu’ nda izlemiştim. 1996’ydı…Otobüsün bende çağrıştırdıkları pek güzel şeyler değildi, kadınlar otobüslerde ellenir, sıkıştırılırdı, fordculuk diye bir deyim vardı. Ankara kadınlar için yaşaması gitgide daha zor bir kent olmaya başlamıştı. Ama tiyatro bambaşkaydı…Bilenler bilir tiyatrocularda Ankara seyircisinin yeri ayrıdır. AST’ın dopdolu olduğu yıllar… 

Yıllar sonra 2012 yılında İstanbul Büyükşehir Tiyatroları tarafından da oynandı Stratiev’in oyunu. 

1996’da “Otobüs” ü izlerken çok etkilenmiştim. Henüz ülkenin freni patlamamıştı, olsa olsa yalpalıyordu…  

Toplumun değişik kesimlerinden insanların, sakince başlayan sıradan bir otobüs yolculuğunun bir anda sonunu bilmedikleri, son durağı belli olmayan bir yolculuğa dönüşmesiyle birlikte çığırından çıkmasını anlatıyordu oyun. Bu otobüsün içinde yer alan, her biri farklı kültürel yapıya sahip insanların, mevcut durumu çözümlemek adına, başlarda son derece makul başlayan ama gitgide delilik sınırlarına dayanan ilişkileri, hayata bakış pencerelerinden duygusal çıkışları ve çatışmaları irdelenmişti. 

Otobüs belirsizliğe doğru yol alırken karakterler de kendi hayat görüşleri ve ilkel hayatta kalma güdüsüyle bencilce yabanileşiyorlar, içgüdüsel olarak kendilerini kurtarma çabaları yardımlaşmak adı altında gizleniyordu. Oyunda görünen “beraber hareket edip, bu durumdan kurtulma” çabasının aslında bireysel olarak bu durumdan "sıyrılmak" adına yapılan bir eylem olduğu da gözlerden kaçmıyordu. 

Nedense 24 Haziran’ı hatırlatıyor bana. Zihnimde Barış Manço’dan “Lambaya püf de!” şarkısı…Püfff…

Ve nedense bu ara sık sık aklıma geliyor bu oyun… 

Oyunu keşke yeniden izlesem demiyorum, sanki oyunun içinde yaşamaya başladık çünkü. Zaten Devlet Tiyatroları da Cumhurbaşkanlığına bağlandığından, bir süre daha bu oyunun sahnelenme şansı ortadan kalkmış oldu. Özetler ve konsantre simülasyonlar neyimize yetmiyor.

Kocaeli’ndeki otobüsün içinde yaşananlar örneğin… Otobüste mini etek giyen bir kadının olması yaşlı bir erkek yolcuyu rahatsız etmiş. Kimsenin dürtülerini yargılamak değil derdimiz ama eylem olarak ne yaptığı herkesi ilgilendirir. Bu kişi kafasını çevirmek yerine bağırıp çağırarak şoförden otobüsü karakola çekmesini istemiş.

Şoför gerici yolcuya karşı yine de kadının özgürlüğünü savunmuş ama nedense sonunda karakola çekmiş otobüsü. Yine günümüzün sürreel atmosferinde ilginç gelecek şekilde polisler de “Biz buna karışamayız” demişler. Ama o otobüs o karakolun önüne çekilmiş mi? Çekilmiş. Ne için? Otobüsteki kadın mini etek giyiyor diye. Şoförün arkasında oturan kadının, arkasında gözleri olmayan şoförün dikkatini dağıtacağı gerekçesiyle… Benim gördüğüm manzarayı sen görsen kaza yaparsın diyerek… 

ÇIKARILDIĞIMIZ YOLCULUK...

Geçen hafta da Çorlu’da tren raydan çıktı, 24 kişi öldü, 200’den fazla yaralı vardı. 

Psikoterapideki bir kişide rüyada tren, otobüs vs görmek psikoterapiyi, beraber çıkılmış bir yolu simgeler. Bu otobüs ve bu tren de sanki toplumsal olarak çıktığımız daha doğrusu çıkarıldığımız yolu simgeliyor.  

Gericilik, cinsiyetçilik, cüretkarlık, sözde güç algısı, ötekileştirme, nefret, aşağılama, psikolojik şiddet, tahakküm hepsi var bu çorbada… 

Kadının bedenini, giyimini kuşamını, kararlarını, düşüncelerini hatta duygularını kontrol etmeye çalışan bir gerici zihniyetin hayatın en alelade anlarında vücut bulmuş hali… 

Karşısında da sözde birlikte hareket etme niyetini öne sürerek, durumdan zararsız kolayca yırtma isteğini gizlemeye çalışan bir kalabalık… 

Fren patladı. Şoförün ne yaptığını bildiğinden emin değiliz. Bu bir otobüs, içindeyiz. 

Hadi oyunun sonunu beraber yazalım. Yaratıcı yazarlık kursuna gitmiş olmanız gerekmez, Dostoyevski de, Nazım Hikmet de gitmemişti. 

En az 20 kez gördüğümüz filme bilet alıp, lanet okuyarak gözlerimiz şiş çıktık. Bir biletle tereyağından kıl çeker gibi yırtmak mümkün değil bu senaryodan kardeşim, ablam, abim, canım… 

Direksiyonu ele geçireceğiz, maviliklere doğru sürüp, bu düzeni değiştireceğiz…