Neval Oğan Balkız soL için yazdı: Referandumda neden 'hayır' diyoruz?

Hukukçu/Akademisyen Yrd. Doç. Dr. Neval Oğan Balkız, "Referandumda neden 'hayır' diyoruz?" sorusunun yanıtını yazdı...

Neval Oğan Balkız

AKP, iktidarın kendilerine ‘doğuştan bahşedildiğine ya da yetenekleri nedeniyle sınırsız ve sonsuz şekilde kendine verildiğine” ilişkin bir anlayışla hareket ediyor. Referanduma sunacağı anayasa değişikliği ile; yasama organı ( TBMM ) ile yürütme organlarını tek bir kişinin şahsında bütünleştirmeyi, tüm bu yetkileri sınırsız ve kontrolsüz şekilde bu “tek adam’a” devretmeyi; yargı yetkisini de bütünüyle bu tek adama bağlamayı; Cumhurbaşkanı sıfatı ile bu yetkileri kullanacak kişi ile Türkiye Büyük Millet Meclisinin çoğunluğunun aynı siyasi partide olmasını sağlamayı ve böylece; “tek adamlı kuvvetler birliği” rejimi kurmayı amaçlıyor.

Muhafazakâr, milliyetçi İslamcı, otoriter yönetim anlayışını, çok daha katı bir tek adam/totaliter rejimine dönüştürmeyi istiyor.

M.Steven Fisch‘in tanımıyla “süper başkanlık” getiren bu değişiklik “torba yasa” teklifini, toplumda bir tartışma ortamı yaratmaksızın, farklı kesimlerin bilgi ve görüşüne sunmaksızın, blok halinde ‘evet” ya da ‘hayır” ile sonuçlanabilecek bir halkoylamasına, bir “plebisite” sunuyor!

Bu teklife göre adı “Cumhurbaşkanı” olan seçilmiş süper yetkili başkan:

–Gerekçe sunmaksızın- Meclisi feshedebilme, Meclis seçimlerini yenileyebilme yetkisine sahip oluyor. Meclisi fiilen baskı altına alıyor. Kendi partisinin Meclis çoğunluğunu oluşturmadığı her seçimde, TBMM feshedeceği yönündeki baskıyı topluma ve Meclise dayatıyor.

TBMM yasama ve yasama denetimi yapma yetkileri fiilen kaldırılıyor. TBMM’nin bilgi edinme ve idareyi denetleme yollarından en önemlisi olan gensoru, yani güvensizlik oyu ile hükümeti düşürme yetkisi (teklif ile başbakanlık ve bakanlar kurulu kurumu da kaldırılmış olduğundan ve Cumhurbaşkanının tek başına istediği sayıda atayabileceği yardımcılarına ve bakanlarına karşı bu yöntem işletilemeyeceğinden) kaldırılıyor. Milletvekillerinin herhangi bir konuda bakanlara “sözlü soru” sorması da kaldırılıyor. Bakanların TBMM karşı sorumlulukları kalkıyor, Cumhurbaşkanına karşı sorumlu olacakları belirtiliyor. Bunlara karşı Meclisin soruşturma açması da zorlaştırılıyor, imkansız hale getiriliyor.

Cumhurbaşkanı, aynı zamanda partisinin de genel başkanı oluyor. Parti örgütüyle ilişkisi devam ediyor ve milletvekili listelerini kendisi hazırlıyor.

Cumhurbaşkanı tek başına yürütme yetkisine sahip oluyor. Tek başına geniş kapsamlı ( her ne kadar temel haklar, siyasal hak ve ödevler dışındaki konular denilmekte ve açıkça kanunla düzenlenmesi gerekli konular hariç tutulmuş olmakla birlikte fiili durumun gösterdiği üzere) ve ekonomik ve sosyal hakların istisna tutulmamış olması nedeniyle, kanunla düzenlenmesi gerekli her türlü konuda, kararnameler çıkarabiliyor. Kanunları veto edebiliyor. Böylece TBMM’in yasa yapma yetkisini de elinden alıyor. Devletin Bütçe ve kesin hesap kanun tekliflerini de kendisi hazırlıyor. Devletin tüm gelirlerinin nasıl harcanacağına, hangi projelerin kime ihale edileceğine, hazineden kime teşvikler sağlanacağına, asgari ücretin, kıdem tazminatının, işsizlik fonun ne olacağına, hangi kıyı, orman ve akarsunun, taşocağının nasıl kullanılacağına, işletme ruhsatlarının kime verileceğine, ekmeğin şekerin bedeline, çayın, fındığın vb.taban fiyatına, zeytinliklerin, tarım arazilerinin nasıl kullanılacağına, iş ve istihdam olanaklarına kendisi karar veriyor.

Başkanlık ve milletvekili seçimleri aynı zamanda yapılacağından; başkan ve Meclis için aynı çoğunluğun geçerli olması sağlanıyor, Cumhurbaşkanının parti başkanı olarak seçime katılması ve kendi partisi için oy istemesi amaçlanıyor. Başbakan ve Bakanlar Kurulu/hükümet kaldırılıyor. Bakanlar Kurulunun tüm yetkileri Cumhurbaşkanına devrediliyor. Cumhurbaşkanı, istediği sayıda kendi yardımcılarını ve bakanları atıyor ve görevden alıyor. Kamu tüzel kişilikleri kurabiliyor. Kurum ve kuruluşlarıyla örgütlenme şekli ve işlevi ile tüm devlet teşkilatını ve bürokrasiyi tek başına belirliyor, tüm “üst düzey kamu yöneticilerini” herhangi bir nitelik ve liyakat ölçüsü aranmaksızın ve denetim söz konusu olmadan doğrudan atıyor ya da görevden alıyor. Üstelik hukuk devletinde ancak kanunla yapılabilecek bu işlemleri, tek başına çıkaracağı kararname ile yapıyor. Tek başına altı ayı geçmemek üzere istediği sıklıkta ve şekilde olağanüstü hal ilan edebiliyor. Olağanüstü hal kararnamesi çıkarabiliyor. Yargıyı bütünüyle kendisi şekillendiriyor. Hakimler ve Savcılar Kurulunun on üç üyesinden altısını doğrudan kendisi seçiyor, diğer üyeleri de kendisinin aday belirlediği ve seçtirdiği milletvekillerinin çoğunluğunu oluşturduğu TBMM seçiyor. Anaysa Mahkemesinin on beş üyesinden on ikisini doğrudan kendisi seçiyor. Milli Güvenlik Politikalarını kendisi belirliyor ve gerekli tedbirleri alıyor.

Yasama, yürütme ve yargı erklerini bu şekilde şahsında birleştiren, tek başına kullanacak olan Cumhurbaşkanı, denetimden muaf ve sorumsuz kılınıyor. “Mutlak sınırsız yetki/ mutlak sorumsuzluk “ ilkesi yaşama geçiriliyor. Cumhurbaşkanı hakkında görevi ile işlediği suçlarda Meclis soruşturması açılması için, çoğunluğunu başkanlığını kendisinin yürüttüğü partinin milletvekillerinin oluşturduğu ve bunları kendisinin seçtirmiş olduğu TBMM’nin üye tam sayısının salt çoğunluğu ile önerge verilmesi, önergenin beşte üç çoğunluğu( 360) ile kabul edilmesi ve Yüce Divan’da yargılanması için de 400 Milletvekilinin oyu aranıyor.

Böylece AKP yasama, yürütme ve yargı yetkisini halka hesap verme sorumluluğu taşımayan, hem devleti kendi şahsında barındıran, hem de devlet üstü konumda bulunan bir şahsiyete teslim ederek, kendi ideolojisine içkin bir amacı gerçekleştirmek istiyor.

HAYIR DİYORUZ

Her birimizi de, ‘bütün koyunlarına ihtimam gösteren ve her biriyle tek tek ilgilenen ilahi çobanın’ ilgisi ve sevgisine teslim eden bu değişikliğe HAYIR DİYORUZ.

Bu değişiklik kabul edilirse:

- Herkesin, eşit iletişim hakkını kullanarak siyasal karar alma süreçlerine katılma hakları ortadan kaldırılacak. Parti kurma, üye olma , seçme ve seçilme haklarının güvencesi bütünüyle ortadan kalkacak.

-Herkese aynı özgürlükleri tanıma ilkesi temelinde oluşması amaçlanan bir temel özgürlükler sistemi ortadan kalacak. Her birimizin temel hak ve özgürlükleri ; yaşam hakkı, kişi güvenliği hakkı, örgütlenme ,düşünme ve ifade özgürlüğü , haber alma ve özel hayatın gizliliği hakkı, eğitim sağlık, çalışma, ssoyal güvenlik vb. hakları konusunda tek adam karar verecek. Bağımsız mahkemelerce sağlanan eşit hukuki koruma ve hukuki güvence ortadan kalkacak.

- Kamu yönetiminin hukuka bağlı kalmasını sağlayan ve denetleyen kuvvetler ayrılığı ilkesi ortadan kalkacak. Kuvvetler birliği yoluyla tüm yetkileri kullanan tek adam yönetimi, her birimizin özel yaşam alanının hukukun egemenliğiyle korunması güvencesinin ortadan kalkmasına yol açacak.

-Basın ve haberleşme özgürlüğü ve medyanın çeşitliliği ortadan kalakacak, kamusal iletişim alanlarının belli çevrelerin örgütlü toplumsal ve ekonomik gücü tarafından işgal edilmesi hızlanacak, sivil toplumun içinde olduğu bağımsız bir kamusal alan ortadan kalkacak.

Demokratik değişim yönünde halk hareketlenmesinin gerçekleşebileceği yasal alan, bütünüyle ortadan kalkacak.

Devletin antidemokratik olan örgütlenme biçimini ve uygulamalarını, insan hak ve özgürlükleri temelinde değiştirmeye yönelen demokratik gelişmelerin önü kapanacak.

“Kutsal ve mutlak devlet anlayışı ” tek adam şahsında birleşecek ve şahsileşecek. Devletin özgürlüğü tehdit eden güçlerinin hukuk dışına çıkarılması, hukuktan muaf alanların yaratılması artacak.

Emekçilere, öğrencilere, tüm muhaliflere karşı alışılmış baskı, şiddet ağırlaşarak devam edecek.

Her demokratik muhalefet hareketi, radikal talepleri eklemlemiş görüntüsünü yaratacak. Bu durum, belli kesimlerde toplumsal istikrarsızlığın arttığı kanısının uyanması olasılığını güçlendirecek ve toplumsal kutuplaşmalar artacak.

Toplum denetiminin azaldığı kuşkusunu hep taşıyan kesimler, toplum üzerinde denetçi olma konumlarını arttıracak.

Sol partiler dahil, tüm partilerin seçimlere eşit katılım olanağı azalacak, hukuki ve fiili engeller çoğalacak.

İş topluluğunun yakın desteğine sahip muhafazakâr politikacılar, sandıktan ibaret sınırlı biçimsel demokrasiyle yetinen orta sınıfın oyuyla öne geçmeyi sürdürecek. Ekonomik gücün küçük bir kesimin elinde yoğunlaşması artacak, demokrasi önünde yapısal bir engel olamaya devam edecek.

Böylelikle, bu yönetici koalisyonun konumunu ve ekonomik gücün bölüşümünü koruyan muhafazakâr ekonomik ve toplumsal politikalar daha güçlenecek, işçiler ve diğer halk kesimleri üzerindeki baskılar her biçim altında artarak sürecek.

Emek ve örgütlenme karşıtı yasalar, grev yasakları çoğalacak.

Ekonomik büyüme hedefli neoliberal politikalar devam edecek, geniş halk kesimlerinin ekonomik sıkıntıları, işsizlik ve yoksulluk artacak, global sermaye ve rekabetçi rüzgarları( kur, faiz vs.), kısa vadeli ekonomik krizlerin yapısal etkilerini arttıracak. Savaş politikalarıyla tahkim edilen piyasa koşullarında, çoğunluğun ekonomik sıkıntılarının demokratik bir politik kültürün yararlarıyla dengeleneceği beklentisi bütünüyle ortadan kalkacak.

Toplumsal yaşamın her alanında AKP iktidarının yaratmış olduğu biz /onlar karşıtlığı, hasımlar arasındaki bir siyasal cepheleşme olarak kalmayacak; doğru /yanlış arasındaki bir mücadeleye dönüşecek.

Nefret söylemi , ayrımcılık ve dışlama ile kutuplaşma artacak, iyi ve kötü arasındaki ahlaki bir karşıt olma durumu kazanacak.

Tüm muhalif kesimlerin düşmana dönüştürülmesi ve sistemden dışlanması süreci, giderek ağırlaşacaktır.

Bu koşullara hayır diyoruz!

Çünkü: “Kuvvetler ayrılığının olmadığı yerde özgürlük” olmaz. “ Hakların güvenceye alınmadığı, kuvvetler ayrılığı olmayan bir toplumda Anayasa yoktur”

Biliyoruz.

Evet çıkması halinde;1982 Anayasası yürürlükte kalmaya devam edecektir. Ancak bu anayasa, gerçek anlamda bir anayasa değil, iktidarı sınırlamayan, tam tersine iktidarı tek adam şahsında mutlaklaştıran, kişi haklarını korumayan “görünüşte” bir Anayasa olacaktır!

Devlet; anayasal değil, görünüşte bir anayasası olan devlet haline gelecektir.

Biz, anayasa değişikliğine, tek adam rejime hayır derken, bugüne kadar on dokuz kez değişen ancak otoriter ve anti demokratik özelliklerini koruyan 1982 Anayasasına da hayır demiş olacağız. Biliyoruz ki, referandumda hayır çıkması halinde ancak; insan merkezli, demokratik, çoğulcu ve özgürlükçü bir Anayasayı birlikte yapma olanağını yaratabiliriz.