Küçük adamlara küçük iktidarlar!

Referandum sürecinde farklı görsel malzemelerin geçidi oldu. Önce "Hayır" videoları yayıldı. Sonrasında ise "Evet" için etrafa saldıranların videoları geldi. PsikesoL Kolektifi ile yaptığımız söyleşinin bugünkü bölümünde bu görsel malzemeleri, içeriğini ve Erdoğanlaşan bireyleri konuştuk.

Ahmet Çınar

Geçtiğimiz günlerden İstanbul’dan bir taksi şöförünün videosu yayıldı. Oldukça ilgi de çekti. Çünkü o videoda bizzat Erdoğan’ın kendisi orada gibiydi. Haliyle aklımıza da kefenle mitinge gelenler, bir beden bölgesinin kılı olanlar geldi. Nasıl bir zihin hali bu?

Hatırlıyor musunuz? Matrix filminde farklı bedenlerde ortaya çıkabilen ajanlar vardı. Bir anda farklı bir bedeni ele geçiriveriyorlardı. Bir tür yazılım bir bedeni farklı bir görünüme çeviriyordu. Hatta ele geçirdiği bedenin ele geçirilirken bir anlığına sergilediği hareketler de tuhaftı: Sanki ajan o bedende zorla ortaya çıkıyordu ve bedenin “asıl sahibi” de şaşırıyor ve karşı koyuyordu. Sanki. Sol da egemen zihinselliği taşıyan bedenlere, milyonlara hep böyle baktı: Sanki egemen düşünce dünyası ve davranış kalıpları birer virüstü, hem de bünyeye yabancı bir virüstü ve insanları, kitleleri zorla ele geçiriyordu. Ama o taksici ele geçirilmedi.

Ele geçirilmediyse o saldırgan hâl nereden geldi?

Matrix filminde o “kötü” karaktere ajan denilmesi çok da anlamlıdır. Çünkü ajan kelimesi İngilizce’de iki anlamlıdır. Ajan bir durumun, bir kişinin temsilcisi olduğu kadar bir sürecinde  de failidir. Toplumda da egemen zihinsellik tıpkı o ajan gibi farklı bedenlerde ortaya çıkar. Kitleler, bireyler egemen düşünce dünyasının temsilcileridir. Ama bir tek temsilcilik yok karşımızda. Bizzat o zihniyetin ete kemiğe bürünmüşlüğü var bir anlamda. Kendisi var. Taksici de işte ete kemiğe bürünmüş, işbaşında bir Erdoğan zihniyeti olarak çıktı karşımıza.

Erdoğan zihniyeti tarafından ele mi geçirilmiş yani?

Bu bir ele geçirilme mi, kandırılma mı, yoksa başka arzuların, hatta o kişinin bile farkında olmadığı arzuların bir dışavurumu mu? Yani bünyeye yabancı bir durum bir zihni ele mi geçiriyor? Filmde ajanın ele geçirdiği beden gibi! Açıkcası taksicide vücut bulan zihniyet bir günde ortaya çıkmadı. Bu genelikle unutuluveriyor. Yüzyıllık bir zihniyet bu. Öte yandan o zihniyet için lideri yüceltme ve liderle özdeşim hep önemliydi ama şimdilerde had safhada. Hatta o olmak; onun bir parçası olmak had safhada. Ama gözden kaçırılamması gereken bir nokta var: Özdeşim yüceltilenin bir parçası olmayı, hatta o olmayı sağlar. Yüceltme ve özdeşim mesela o taksi şöförünün O, yani tümgüçlü bir lider olmasını, o liderin iktidarı olmasını sağlıyordu. Hemen o caddede, o direksiyonu başında iktidarın ta kendisiydi o taksici. Temsil etmiyordu. İktidardı o kişi.

AKP iktidarı “küçük adamlara” bu tür küçük iktidarları sundu. Onlarla birlikte arzuladı ve öncülük etti. Ve kanmasını da sağladı. Yani kefen mesela. Çok simgesel. Bir olmak, aynı hale gelmek. Bir tür üniforma giymek gibi. Rabia işareti de keza. Dört elle sarılınmış özdeşimin göstergeleri bunlar.

Ama öte yandan da başka bir görsel malzeme de vardı bu hafta: TRT arşivleri. Bir çok kişi deyim yerindeyse o arşivlerde kayboldu. Bir nostalji rüzgârı esti. Tezat değil mi?

Hoş bir karşıtlık yakaladınız. O iki görsel malzemede, yani taksicide ve TRT arşivlerine olan ilgide birisi güncele sarılıyor ötekisi ise geçmişe. Hem de geçmişin içinden, o arşivden istediğini seçerek. Evet, bir tezat ama genel olarak bireyde bir nostalji eğiliminin ortaya çıkması özellikle zorlu zamanlarda anlaşılır bir şey. Toplumda sınırlarını bilen, düzeyli görünen, gerçekte olmasa da dürüst, temiz, aklıselim siyaseçi özlemi var. TRT arşivinde bu arandı sanki. Açık oturumlar izlenip “Eskiden ne güzelmiş! Siyasetçiler birbirini dinleyip eleştiryor, hakaret etmeyip kendini anlatmaya çalışıyormuş.” deniliyor. Evet, gelen gideni aratıyor. Ama özlenen kişiler devrimcilerin idamı için uğraşan, yolsuzluklar için “verdimse verdim!” diyenler. Ya da Erdoğan iktidarı karşısında umut beslenen kişiye bir bakın: Tansu Çiller’in yardımcısı.

Sanki burada da bir kanma, hem de gönüllü kanma var.

Bir nevi. Gerek TRT arşivine dalıp gitmek gerekse Akşener’e bel bağlamak aslında birer semptom; birer belirti. Neyin belirtisi? Özne olamamanın. Geniş bir toplam halen aynı noktada: “Bir oy vereceğim ve gidecekler.” noktasında. Referandumdan hayır çıkarsa sanki kâbus sona erecek gibi. Tıpkı saklanınca yok olduğunu sanan, ortaya çıktığında ise kötülüğün de kaybolacağını yaşantılayan bir çocuk gibi. Öte tarafta ise taksici var. Hem de yüzyıllık bir mirası sırtlanmış olarak. Türkiye sağının yıllardır farklı dönemlerde kullandığı tüm gerici baskıcı otoriter söylemler tek bir sandığa toplanmış gibi görünüyor.

Tabii ki iktidar olanakları diye bir şey de var. Hiç atlamayalım, çünkü pratikte yaşananın düşünceyi etkilemek gibi bir yanı var. İktidar tam saha pres yapıyor. Kırk defa dersen olur misali her an her kanalda yer almak; büyük ve daha büyük pankartlar hazırlamak. Büyük ve daha büyük mitingler düzenlemek. Pratiğin düşünceyi, zihni şekillendiren yanına denk düşüyor bunlar.

Ve bir de yasaklamalar, tehditler, keyfiyet var. Bu referandum sürecinde neden zor daha ön planda?

Çünkü her şeye rağmen Hayır’da cisimleşen mukavemeti, o zihinsel enerjiyi kıramadılar. Ve evet’in yetmeyeceğini de anladılar. Bakın sağ siyaset doğası gereği baskı mekanizmalarını kullanmak zorunda. Bu toplumdan onay almaya ihtiyacı olmadığı, kendi kitlesini ikna etmek zorunda olmadığı anlamına gelmiyor. Ama Erdoğan iktidarı hep böyle değildi. Zor, saldırganlık ve şiddet yerine iknanın önplanda olduğu bir dönem vardı. Ve bir çok kesim çok memnundu bu durumdan. Demokrasi kahramanı ilan ettiler. Hatta devrimci diyenler oldu. Ne oldu peki? Ülkenin yönetilebilir olma hali, bunun şartları ve belki de en önemlisi sistemin ihtiyaçları değişti. Meselâ referandumdan sonra sonuç ne olursa olsun hızlıca geçirilmesi gereken iki yasa var mecliste: Devlet memuriyeti yasası ve kıdem tazminatı yasası. Her ikisi de geniş yığınların ekonomik ve sosyal haklarını tasfiye edecek. Bunu yaparken bir siyasetçinin öfke tonundan vazgeçemiyor olmasının bir nedeni de Türkiye kapitalizminin ihtiyaçları. Hatta tüm emperyalist sistem bu sıkışmışlığın içinde. Trump bir tesadüf değil! Bir kandırmaca hiç değil.

Kandırmaca demişken Sırbistan seçimlerinde bir parti yolsuzluk vaadiyle üçüncü oldu bu hafta...

Komik değil mi! Tüm dünya Sırbıstan genel seçimlerini konuştu. Çünkü iktidara geldiğinde yolsuzluk yapacağını vaat eden bir parti lideri seçimlerde yüzde on civarı bir oy alarak üçüncü oldu. Tabii sadece bunu söylemedi, yaptığı yolsuzlukları halka dağıtacağı yönünde bir söylemi de vardı. Cem Uzan’ı hatırlatıyor değil mi? Cem Uzan bir kandırmaca mıydı? Yoksa küçük adamlara –evet, özellikle toplumdaki o erkeklik hallerine- küçük iktidarlar vaat eden ve ne dağıttığını bilen bir özne miydi? Herkes de gönüllü bir şekilde ona oy verdi.

Gerçeklerden her an uzaklaşabilme fantezi dünyasına gerileyebilme hem tüm toplumların hem de toplumun tüm kesimlerinin her an yaşayabileceği bir şey. 2008 krizini atlatamayan bir dünyada ise fantezi gırla.

Tüm iktidar küçük adamlara mı yani?

Sistemin hangi küçük adamlarda hangi zihniyeti ortaya çıkardığı dönemine göre değişiyor. Başka ideolojilerle, güçlü seçeneklerle, örneğin sosyal devletçi, sosyalist uygulamalarla rekabet ettiği dönemlerde ayartıcı bir histerik gibi yüzeysel, verir gibi yapan, kısmen de veren bir sistem vardı. Türkiye’de bile. TRT arşivlerinde aranan o Türkiye mesela. Ama karşısında rakip olmadığında sevdiğine her türlü muameleyi olağan gören, şiddet uygulayan anti-sosyal bir sevgili çıkıyor karşımıza. Ve hatta bu anti-sosyal sevgili her an mahallenin diğer delikanlılarıyla kavgaya tutuşabilir! Şu anda da kitleleri kendisine mahkum ettiğine ikna olmuş, en iyi alternatifin kendisinin farklı bir yönetimi, dizginlenmiş öfkesinin olduğuna ikna eden bir sistem var karşımızda. Böyle bir durumda bu sistemi yönetenlerden izan, insaf beklemek, işte fantezi olan bu.

Son olarak algı operasyonuna dönecek olursak çok mu gelişkin bu algı operasyonu? Yani hakikaten kitleler algı operasyonlarıyla mı yönetiliyor?

Algı dış dünyaya dair bir çerçeve oluşturabilmek için gerekli hammade olsa da algıyı işleyen ve fikre dönüştüren mekanizma mühim. Örneğin Suriye'den atılacak üç beş füze ile savaşa girme hayalleri kuran iktidar aygıtı bunu bir algı operasyonu olarak kurguluyor olabilir ama insanların bu meseleye dair alacakları tavır daha çok iktidarın dış politikasına karşı yaklaşımları ile belirlenecektir. Bakın IŞID Türk askerlerinin yakılarak öldürdüğü videoyu yayınlandığında yandaşlar montaj deyip işin içinden çıkıverdiler. Ve iktidar yanlısı kitleler "kandılar". Aslında onlar da bu durumun gerçek olabileceğini düşünmüştür. Ama başka bir ihtimale kolayca sarıldılar. Sorgulamadan, meselenin takipçisi olmadan geçip gittiler. Aklandılar, özne olma zorluğundan kurtuldular ve nesneleştiler. Kandırılmaktan gidersek bir algı operasyonundan ziyade kanı operasyonu olduğunu söyleyebiliriz.

Haftaya: Yetmez ama bırakın, Hayır sizi büyütsün!