Komünist Parti'den Temmuz değerlendirmesi

Komünist Parti Merkez Komitesi 17 Temmuz günü bir toplantı yaparak ülkedeki son gelişmelere ilişkin çok boyutlu değerlendirmelerde bulunmuş, partinin durumu ve görevlerini ele almıştır.

Komünist Parti Merkez Komitesi 17 Temmuz günü bir toplantı yaparak 15 Temmuz'da gerçekleşen darbe girişimi ve sonrasında yaşanan olağanüstü gelişmelerle ilgili çok boyutlu değerlendirmelerde bulundu, partinin durumu ve görevlerini ele aldı. 

Komünist Parti Merkez Komitesi tarafından yayınlanan 19 maddelik bildiride şöyle denildi:

1. 15 Temmuz darbe girişimi, birbirinden farklı dünya görüşüne sahip odakları değil, aynı sınıfsal temel ve ideolojik yapıya sahip iki, hatta daha fazla devlet hizbini karşı karşıya getirmiştir. Yıllarca birlikte hareket eden bu hiziplerin birbirinden bütünüyle ayrıştırılması nasıl mümkün değilse, iki tarafın birbirinin hamle ve planlarından bütünüyle habersiz olması da mümkün değildir. Bununla birlikte, 15 Temmuz’daki girişim kimilerinin iddia ettiği gibi baştan sona Erdoğan tarafından planlanmış kanlı bir senaryo değil, gerçek bir darbe denemesidir.

2. Darbeye giden sürecin iki boyutu vardır. Birisi genel olarak Erdoğan yanlıları ve cemaat olarak kodlayabileceğimiz taraflar arasında son dönemde cemaatçilerin yaygın tasfiyesiyle yeni bir boyut kazanan “iktidar” kavgasıdır. Ekonomik ve siyasi içeriği giderek derinleşen bu kavga aynı zamanda uluslararası bir boyuta da sahiptir ve emperyalist merkezlerdeki farklı eğilimler bu hizipleri desteklemektedir.

3. Darbe girişiminde bulunan subayların ağırlıklı olarak cemaat mensubu olduğu da, cemaatin ABD’deki bağlantılarının derinliği de bir gerçektir. ABD ile yakın askeri işbirliğine sahip bir NATO üyesi ülke olarak Türkiye’de darbelerin ABD onayı olmaksızın yapılamayacağına ilişkin kanaat büyük ölçüde doğrudur ve geride bıraktığımız yıllarda AKP’den hoşnut olmayan üst düzey TSK mensuplarının darbe girişimlerinde bulunmamalarının temel nedeni de ABD yönetiminin AKP’ye verdiği destektir.

4. Bu destek son dönemde çeşitli nedenlerle azalmış, hatta ABD ve bazı Avrupa ülkelerinde ağırlığı olan unsurlar Erdoğan’ın tasfiyesine ilişkin hazırlık yapmaya başlamıştır. 2013 yılında milyonlarca kişinin katılımıyla gerçekleşen halk isyanı, Erdoğan’ın toplumda yarattığı gerilimin, sistemin çıkarlarına zarar vermeye başlaması ve son olarak Suriye politikasındaki fiyasko Erdoğan ile bazı emperyalist ülkeler arasındaki ilişkiyi derinden sarsmıştır. 15 Temmuz darbe girişiminin bu gerilimden bağımsız ele alınması olanaksızdır.

5. Darbecilerin yurtdışı bağlantılarının olması Erdoğan’ı yurtsever ya da anti-emperyalist yapmamaktadır. Bir siyasetçi olarak Erdoğan, uluslararası tekellere ve ABD’ye fazlasıyla hizmet etmiştir ve şu anda kendisini yıllarca destekleyen güçlerin gözünden düşen bir siyasetçi olarak kendisini kurtarmak için çeşitli manevralar yapmakta, ittifaklara girmektedir. Erdoğan’ın şu ya da bu uluslararası eksene yakınlaşması onun sınıfsal karakterini ve ideolojik tercihlerini değiştirmez. Recep Tayyip Erdoğan bir burjuva siyasetçisidir, emekçi halka düşmandır, bir karşı devrimcidir ve bu özellikleriyle kendisini devirmek isteyen darbecilerden farksızdır.

6. Darbe girişimi, arkasındaki güçler, kullandığı yöntemler, ideolojik temelleri itibariyle hiçbir biçimde halk yararına bir özellik taşımamaktadır. Darbenin başarılı olması durumunda ülkenin esenliğe çıkacağına ilişkin geniş bir kesime egemen olan ama dillendirilmeyen görüş temelsizdir. Halk düşmanı, Amerikancı bir darbenin ne anlama geleceği açıktır.

7. Darbenin bastırılmasının da halk açısından bir “zafer” ya da AKP'nin peşine takılıp “demokrasi şöleni” olarak sunulması anlamsızdır. Bu AKP rejiminin meşruiyetini sorgulamayan, ülkede olup bitenlerin sınıfsal temellerini yok sayan bir yaklaşımdır.

8. Erdoğan’ın bu darbe girişiminden güçlenerek çıktığı tezi ancak bir noktaya kadar gerçekliği yansıtmaktadır. Kuşkusuz Erdoğan cemaate büyük bir darbe vurma şansı elde etmiş, kendisini bir kez daha mağdur olarak göstermiş, tabanını konsolide etme fırsatı bulmuş, kendisine bağlı çeşitli örgütlenmelerin gücünü sınamıştır. Ancak Erdoğan’ın elinde ciddi ölçülerde dağılmış bir devlet aygıtı kalmış, ayrıca birbirine giren hiziplerin geçişkenliği nedeniyle güvenebileceği korunaklı bir bürokrasiye sahip olamayacağı gerçeği ile yüzleşmiştir.

9. Bu koşullarda Erdoğan devlet aygıtının iki kritik kurumunda, TSK ve yargıda, yalnızca cemaatçileri değil, şu anda ittifak kurduğu ya da birlikte hareket ettiği “Kemalist” unsurları da tasfiyeyi deneyip, bütünüyle kendi kaynaklarına dayanmayı tercih edebilir. Bunu bürokrasinin başka alanlarında gerçekleştirmek göreli olarak daha kolay olsa da gerek ordu gerekse yargıda öz kaynaklara dayanmanın ciddi zorlukları vardır. Erdoğan Türkiye’de hem siyasal hem de toplumsal düzeyde mutlak-nihai bir hesaplaşmaya girmeden, kaçınılmaz olarak açık bir İslam Devleti anlamına gelecek bu hamleyi gerçekleştiremez. Öte yandan sıkışan Erdoğan’ın kendi tabanını konsolide etmek için başka çıkış yolu bulunmamaktadır.

10. Erdoğan’ın kısa sürecek bir terör ve yıldırma döneminin ardından iç gerilimi hızla azaltmaya ve ABD ile ilişkileri düzeltmeye dönük bir çaba içine girmesi de mümkündür ve buna hazırlanıldığına dair bazı ipuçları da vardır. Ayrıca CHP ve HDP’nin de beklentisi bu doğrultudadır. Bu seçeneğin zorluğu, Erdoğan’ın gerilimsiz ve kendi tabanının radikal unsurlarına alan açmadan siyaset yapamayacak ve devam edemeyecek oluşudur. Yoksa Meclis muhalefetinin Erdoğan’la ve AKP’yle bir sorunu bulunmamaktadır.

11. Her durumda Türkiye’de sermaye egemenliğinde çok boyutlu ve kısa erimde aşılamayacak bir kriz, hatta dağılma hali vardır. Bu dağılma halinin kendisi değil, emekçi halkın örgütsüzlüğü ve siyasal ağırlığını koyamaması tehlikelidir.

12. Bir başka tehlike, Türkiye’de Erdoğan’ın yenilmez olduğuna ilişkin bir kanaatin darbe girişiminden sonra iyice yaygınlaşmasıdır. Bu kanaate bir virüs gibi bulaşan “korkutucu” senaryolar eşlik etmekte, önemli bölümü gerçek olmayan spekülatif haberlerle panik havası yaratılmaktadır. AKP iktidarı hep tehlikeliydi, şimdi daha fazla tehlikeli olduğu açıktır. Ancak yaratılan panik havası AKP’nin saldırganlığını meşrulaştırmaktadır. Oysa ne AKP ve Erdoğan iddia edildiği ölçüde güçlüdür ne de Türkiye bir anda “bitirilecek” ve geleceği tamamen karartılacak bir ülkedir. Örneğin darbe girişimi sırasındaki ve sonrasındaki “kutlamalarda”, bütün çağrılara rağmen sokağa inen AKP destekçileri sınırlı kalmıştır. Doğru olan; tehlikenin farkında olmak ama panik yaratmamak, tersine bu dağılmayı emekçi sınıflar açısından değerlendirmeye çalışmaktır.

13. AKP ve gerici tehdit hiçbir biçimde küçümsenmemelidir. "Laiklik tehlikede değil" cümlesiyle açılan dönemin ülkeyi kimsenin tahmin edemeyeceği bir uçurum eşiğine getirdiği ortadadır. Ancak bu küçümsenmeyecek tehdit karşısında daha etkili, daha "hazır" bir halk muhalefetinin örgütlenmesi görevi vardır. Bu görev yıllarca gaflet uykusuna yatıp, şimdi panik yayarak yerine getirilemez. Düzen muhalefetinin geçmişteki aymazlığını şimdi panik yaratarak taçlandırması kabul edilemez.

14. Bu koşullarda AKP ve Erdoğan’ın en büyük gücü düzen siyasetindeki karşıtları olmaya devam etmektedir. Düzen siyaseti bütün planını AKP’yi normalleştirmek, dönüştürmek, ikna etmek, hizaya getirmek üzerine kurmuş durumdadır. Parlamentoda "sol" adına durduğunu öne süren kimi siyasetçilerin tavırları bu açıdan gerçekten ibret ve endişe vericidir.

15. 15 Temmuz’da ve sonrasında yaşananlar devlet içindeki hiziplerin ne kadar acımasız olabildiğini göstermiştir. Darbecilerin yöntemlerini, ne kadar zalimleşebileceklerini hep beraber izledik. Ardından iktidarın sahnelediği barbarlığa tanık olduk. Bütün bunlar “birbirlerini kırsınlar” yaklaşımıyla ele alınamaz. Sayısı tam olarak bilinmeyen sayıda sivil öldürülmüş, ne olduğunu bilmeyen erler vahşice linç edilmiştir. Teslim olan erlere, yargı önüne çıkarılması gereken sanıklara dönük linç, işkence ve hukuksuz uygulamaların hesabını bu halk er geç soracaktır ve yıllarca beraber hareket eden ama şimdi birbirini boğazlamaya çalışan bu iki hizbin yöneticileri birlikte hesap verecektir.

16. Bütün bu zalimlikleri “güç”le açıklamak yanlıştır. Tam tersine, ortada iktidar açısından bir dağılma, korku ve pusulasızlık vardır. Yayılmakta olan korku, aptalca ve hesapsız çıkışlarla değil ancak sağlam, tutarlı adımlarla aşılır ve bu dağılma halk için bir fırsata çevrilebilir.

17. Her zaman söylediğimiz gibi, Türkiye karanlık güçlerin tepişmesiyle değil, karanlık güçlerin temsil ettiği sınıf egemenliğine karşı emekçi halkın mücadelesiyle düzlüğe çıkabilir. Bu gerçeği ihmal eden her tür analiz ve konumlanışı reddediyoruz. Komünistlerin darbeye karşı demokrasi güçlerinin zaferi şarlatanlığına da, herkes Erdoğan’a karşı birleşsin “uyanıklığı”na da prim vermeyeceği açıktır. Demokrasi güçlerinin zaferi diyenlerin arasında “şeriatçılar herkesi kesecek” diye panik yaratanların olması, yaratılan kafa karışıklığının boyutlarını göstermektedir. Tekrar ediyoruz; biz kapitalist sınıfın temsilcileriyle, ABD ve NATO destekli darbe ya da renkli devrimlerin ajanlarıyla asla yan yana gelmeyiz. Bu bizi zayıflatmaz, bizi zayıflatan işçi sınıfının örgütsüzlüğü ve sahte çözümlerin peşinden gitmesidir.

18. Cemaatin, devlete çöreklenmiş çetelerin, çıkar gruplarının, tetikçilerin ve hatta mafyanın "örgütlü" davranma becerisine sahip olduğu bir ülkede örgüt düşmanlığının halk saflarında nasıl bir boşluk yarattığı bir kez daha anlaşılmış olmalıdır. Ötesine giderek diyebiliriz ki, insanlık ideallerinden, sınıfsız, sömürüsüz bir toplumdan yana olan herkes, kalıcılığı, sürekliliği ve ortak aklı olan bir örgütlülük için çalışmak zorundadır. Bunu yapmamak, bu konudaki tembelliği ya da vurdumduymazlığı meşrulaştırmak, halk düşmanlığıdır. Cemaatten, gericilikten, sermayeden ve emperyalist merkezlerden bağımsız bir sınıf örgütlenmesinin güçlendirilmesi ve yetkinleştirilmesi bir zorunluluktur. Siyasallaştırılmayan halk tepkilerini, örgütlenmeyen kitle çıkışlarını kutsayanlar, "gezi çoğulculuğu" edebiyatı ile hedefsizliği ve şekilsizliği bir hedef haline getirenler, artık derslerini almış olmalıdırlar.

19. Somut olarak ülkedeki dengeleri değiştirebilecek, darbe gecelerinde de, gerici linç kampanyalarında da harekete geçip oyunu bozabilecek bir bağımsız devrimci örgütlenme haline gelmek Komünist Parti'nin biricik hedefidir. Emekçi halkımıza da yegâne çağrımız bu hedefe hep birlikte ulaşmamız için kendi gücüne güvenerek hareket etmesi, bu karabasanı izlemekten vazgeçip inisiyatif almasıdır.

Komünist Parti
Merkez Komite