Kemal Okuyan’la AKP Kongresi üzerine: Erdoğan’ı tanrılaştıran onun karşıtlarıdır

Komünist Parti MK üyesi ve soL Portal yazarı Kemal Okuyan'la Türkiye siyasetindeki son gelişmeleri konuştuk. Okuyan, "güçlü Erdoğan ile çaresiz Erdoğan"ın artık iç içe geçtiğini vurgularken, muhalif kesimlerin ona sınırsız hareket serbestisi yakıştıran yaklaşımlarının asıl Erdoğan'ı tanrılaştırdığını söylüyor.

Volkan Algan

Davutoğlu'nun istifası, AKP kongresi, yeni Başbakan'ın belli olması ve kabineyi açıklaması derken, şimdi de MİT Başkanı'nın değişeceği ve buraya "Ergenekoncu" olmaktan yargılanan bir ismin atanacağı söylentisi...

Türkiye'de siyasetin nabzı yine yükselmişken, kaçınılmaz şekilde gözler egemen blok içindeki tartışmalara odaklanıyor: Kim kimin kuyusunu kazıyor, ittifaklar nasıl değişiyor, şimdi ne olacak... Bu tartışmaların tamamen faydasız olmadığını söyleyen Kemal Okuyan, diğer taraftan düzenin asıl mağduru, emekçileri edilgenleştiren tuzağa da düşmemek gerektiğine dikkat çekiyor.

Bu tartışmaların şiddeti, düzen aktörlerinin eninde sonunda sermaye sınıfına bağlılığını, burada ortaklaştıklarını görmeyi engellememeli ve aradaki farkları fazla abartmamalı. Herkesin herkesle saf tuttuğu veya safların çok sık değiştiği ülke siyaseti, bazen bu birlikteleri takip etmeyi bile imkansız hale getirebiliyor. Kemal Okuyan Sovyetler Birliği'nin çözülüşünün ardından aslında düzen öznelerinin birbirine çok daha fazla benzemeye başladığını, ittifakların kolaylaştığını belirterek şöyle diyor: Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra kapitalist dünyada yoğunlaşan “piyasa saldırısı”, siyasal alandaki farklılıkları iyice azaltmıştır. Asgari müşterekler daha da sağa çekilmiştir. Burada sermaye politikacılarını temkinli hale getirecek güçlü bir sınıf hareketinin olmamasını da önemseyelim. Güçlü sol olmayınca herkesin aynı şeyleri söylemesi kolaylaşıyor. Dolayısıyla Erdoğan’ın herkesle ittifak yapabilmesi, aradaki farklılıkların sanıldığından az olduğunu göstermektedir. Ya da piyasa tutkalının her şeyden üstün olduğunu!

Kemal Okuyan'ın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:

AKP Kongre’yi sorunsuz atlattı, yeni kabine belli oldu, bu aşamada neler söylenebilir? Erdoğan’ın kendini kurtarmak için bazı isimlerin üzerini çizdiği iddia ediliyor.

Demek ki sorunsuz atlatılmamış. Ancak sorun ısrarla başka bir yerde aranıyor. Saray entrikaları filan… Sorun, Erdoğan Türkiyesi’nin temel özelliklerinde, isimlerin bir önemi yok. Çok büyük bölümü vasat altı bir kadronun birbiriyle didişmesine takılıp kalmak, şundan kahraman, bundan umut çıkarmaya kalkmak yakışıksız bir durum. Jöleli gitmiş, bıyıklılar şöyle olmuş, gına geldi!

ERDOĞANSIZ AKP, AKP’SİZ ERDOĞAN!

Ancak AKP ile özdeş birçok isim kenara kondu. Cemaatle ilişkiler de malum. Bunlar önemsiz mi?

Ben önemsiz demedim ama bunlar bir sonuç. Şöyle söyleyeyim, uzun bir süredir düzen muhalefeti ve hatta kimi uluslararası güçler “Erdoğansız AKP” formülüne odaklandı. CHP liderinin Davutoğlu’nun arkasından söyledikleri, HDP’nin seçim yılı olan 2015’te geliştirdiği “Erdoğan olmasa çözüm mümkün” yaklaşımını hatırlayın. İşin gerçeği burada yol alındı ve Davutoğlu belki de kendi karar vermediği bir sürecin içine girdi. Fısıltı gazetesinde söylenen doğrudur, Davutoğlu özellikle ABD ve İngiltere’yle “bağımsız” ilişki kuran, Türkiye’de ise “o deli ben akıllı”ya oynayan bir figüre dönüştü. Erdoğansız AKP arayışı tiksinti vericidir, bir çözüm değildir ve üstüne beceriksiz bir muhalefet nedeniyle Erdoğan’ın ömrünü uzatmaktan başka bir şeye yaramamıştır. Şu anda gelinen noktada Erdoğansız AKP, AKP’siz Erdoğan’a dönüşmüştür! Bir muhalefet ki, AKP dışında bir beklentisi kalmamış! Genel Başkanı Davutoğlu’na sahip çıkan, ellerinde tuttukları en büyük kentin Belediye Başkanı ise Binalici bir ana muhalefet partisinden söz ediyoruz. Bütün tasarımlar AKP üzerineydi, Erdoğan böyle bir evrende yaşıyor, yaşatılıyor.

Peki bütün bunlar Erdoğan’ın tek adamlığının önünü açmıyor mu, iddia edilen Erdoğan’ın adım adım kendi diktatörlüğünü kurmakta oluşu…

Türkiye’de en başta dert edilecek bu değildir. Başka konuda sürekli atıp tutanların, güç gösterisi yapanların Türkiye’nin kişisel bir diktayı sırtına taşıyacağını söylemeleri biraz garip değil mi? Erdoğan’ın sınırsız otoriteye dönüştüğü ileri sürülüyor, güzel. Ama işin bir yanı bu. Konuşulanlara bakın, bir bölümü spekülasyon ama bir bölümü doğru, burada güçlü Erdoğan ile çaresiz Erdoğan iç içe geçiyor. 

ERDOĞAN ROTA MI DEĞİŞTİRİYOR?

Nedir konuşulanlar?

Söz gelimi MİT. MİT’in başına Hakan Fidan’ın yerine Ergenekon’dan yatmış Levent Göktaş’ın geleceği iddia ediliyor. Bu gerçekleşmese bile, bu doğrultuda inandırıcı kanıtların ileri sürülmesi, dahası bürokraside bunu destekleyen gelişmelerin yaşanması sizde “Erdoğan çok güçlü” kanaati uyandırıyor mu? Herkesi kullanıyor, kullanabiliyor tamam. Ancak burası NATO üyesi, 70-80 milyonluk bir ülke, bir adamın herkesle istediği gibi ittifaklar kurabilmesinin iki anlamı olabilir: Ya Erdoğan’ın gücü son derece yüzeyde ve derinlikten yoksun ve de kırılgan ya da memlekette siyaset katındaki yüksek gerilime konu olan öznelerin aslında birbirlerinden pek farkı yok.

Sizce hangisi?

Bence her ikisi de geçerli ve bir üçüncü olgu daha var: Türkiye’de sermaye diktatörlüğü son 50 yılın en temelsiz, en zayıf döneminden geçiyor.

Az önceki konuya dönelim, bürokraside Erdoğan-ulusalcı ittifakından artık daha çok söz ediliyor. Levent Göktaş’ın MİT Müsteşarlığı’na getirileceği iddialarını bu bağlamda değerlendirebiliriz. Ne oluyor?

Bütün dünyada mevcut ittifak sisteminde sarsıntılar yaşanıyor ve herkes yeni arayışlar içinde. Büyük aktörler, daha önce akıllarına gelmeyecek, başkalarına ait olduğu düşünülen alanlara el atıyor. İki örnek verebilirim; Rusya Federasyonu en olmayacak diye düşünülen Pakistan’a hatta  Suudi Arabistan’a uzanmaya çalışıyor, ABD Çin Halk Cumhuriyeti’yle gerilimleri bir türlü bitmeyen Vietnam’a giriyor. Bunun devamı gelecek. Ortadoğu’da ABD’nin merkezinde durduğu batı ittifakı İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bütün bölgeyi İsrail, Suudi Arabistan ve Türkiye üzerine kurmuştu. Bu sacayağı dışında kalan her şey altüst oldu. Yani bu sacayağının varlık nedeni de bir bakıma ortadan kalktı. Dünya sisteminde taşların yerine oturması zaman alacak, bana kalırsa böyle bir istikrara kapitalist dünya hiç sahip olamayacak. Emperyalizmin en büyük regülatörü Sovyetler Birliği’nin varlığıydı, sosyalizm korkusuydu. Şimdi dünya sistemini uluslararası tekeller şekillendiriyor ve bu planlanabilir, düzenlenebilir bir olgu değil.

AMERİKANCI ERDOĞAN GİTTİ FANTEZİSİ

Bunun Türkiye’nin içinde olanlarla ilgisi nedir?

Bütün dünyada ittifaklar sisteminin sarsılması, kapitalizm içi rekabetin derinleşmesiyle ve de uluslararası tekellerin sınır filan tanımaksızın her yere yerleşmesiyle ilgili. Bu ikisi birbirini çelmiyor, birbirini besliyor. Bunun iç politikaya yansıması şudur: Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra kapitalist dünyada yoğunlaşan “piyasa saldırısı”, siyasal alandaki farklılıkları iyice azaltmıştır. Asgari müşterekler daha da sağa çekilmiştir. Burada sermaye politikacılarını temkinli hale getirecek güçlü bir sınıf hareketinin olmamasını da önemseyelim. Güçlü sol olmayınca herkesin aynı şeyleri söylemesi kolaylaşıyor. Dolayısıyla Erdoğan’ın herkesle ittifak yapabilmesi, aradaki farklılıkların sanıldığından az olduğunu göstermektedir. Ya da piyasa tutkalının her şeyden üstün olduğunu!

Erdoğan-ulusalcı ittifakını çok önemsememek mi gerekiyor yani?

Şöyle söyleyeyim, asker-sivil bürokraside bundan 20-30 yıl öncesinin referanslarını unutmak gerekiyor. Kemalistler, milliyetçiler, liberaller, İslamcılar… Bunlar iyice iç içe girdi, çok büyük bölümü  melez pozisyonlar alarak günü kurtarma derdinde, dengeler neye işaret ediyorsa orada konumlanacak kişiler var. İlkelerle hareket eden, bir dünya görüşüne sıkı sıkıya bağlı çok az kişi var. “Erdoğan Amerikancı bir ittifak kurmuştu, şimdi ondan kurtuluyor Avrasya eksenine yerleşiyor zaten Levent Göktaş gelecek Rusya ile ilişkiler düzelecek, NATO’cular her yerde tasfiye ediliyor”; bunu bazı cemaatçi yazarlar da söylemeye başladı, bunlar sağlam fantezi. Erdoğan’ı bu fanteziler koruyor; adam istediği gibi eksen değiştiriyor, adeta bir tanrı! Erdoğan karşıtlarının yarattığı bir tanrı.

Peki gerçeklik ne?

Gerçeklik şu: Bugün her devlet, kendi olanakları ölçüsünde, kendi sermaye sınıfına alan açmaya çalışıyor, bu bir. İki, her devlet dağılan dünya sisteminde çıkış yolları oluşturma peşinde. Bunu yalnızca Türkiye yapmıyor, herkes için geçerli. Ancak “Erdoğan bir Amerikan projesiydi, bölgede bir şeyleri denedi olmadı, şimdi başka bir şey yapıyor…” fazla basit. Ben ortada mükemmel bir tasarım filan görmüyorum şu andaki Erdoğan iktidarında. Her tarafından tutarsızlık ve zavallılık akıyor.

Üzerindeki baskıyı hafifletmek için başka çare bulamamış olabilir mi?

Erdoğan’ın daha önce elinde tuttuğu Rus kartı eksen değiştirmeye değil, hareket alanı kazanmaya dönük bir karttı. Suriye’yle birlikte bu kart yıprandı ve uçakla birlikte elden düştü. Şimdi yeniden bu karta sarılmayı denemesi mümkündür ama bunu bir eksen değişikliği ile yapamaz. Erdoğan ABD ile Rusya’nın Suriye’de yakaladığı gerilimli uyum izin verdiği kadar Rusya’yla ilişkilerini düzeltebilir. Üç gün önce “Karadeniz Rus gölü oldu” diyen birinden söz ediyoruz! Kaldı ki ben Putin’in Erdoğan’ı kurtarmaya çok hevesli olacağını düşünmüyorum. Ama bunların pek bir önemi yok.

Önemli olan ne?

Düzen cephesinde de bürokrasi de ayrımlar silikleşmiş durumda. İşin gerçeği Türkiye’de düzen siyaseti toplumdaki gerçek ayrımların üzerini örtüyor. En başta doğal olarak sınıf çelişkileri ve sonrasında gericilik konusu. Devrimci siyaset, toplumsal alandaki enerjiye yönelmek ve bir an önce tarihinin en zayıf dönemlerinden birini yaşayan sermaye diktatörlüğünün yol açtığı bu sıkışmaya müdahale etmek zorunda. Yoksa Akşener MHP’nin başına gelecek, AKP’nin içinden tavşan çıkacak, bunlar önemsizdir demiyorum ama bunlar solun çenesini yormaktan başka bir işe yaramaz.

ERDOĞAN’LA, KOÇ’LA ORTAKLIĞIMIZ YOK

Ancak şu anda şöyle bir model kuruluyor: Erdoğan’ı batı çizdi, o da daha ulusalcı bir çizgiye yerleşmek zorunda kalıyor. Burada hiç mi gerçeklik yok?

Ulusalcılık nedir? Sözcük oyunlarını bırakalım, “Türkiye’nin ulusal çıkarları”nı her şeyin üstünde tutmak… Türkiye’de yaşayan herkesi içine alan bir ulusal çıkar olabilir mi? Bu büyük bir palavra. Erdoğan’la beni birleştiren, Koç’la bir işçiyi aynı çıkarlarda ortaklaştıran tek bir şey yok; bunlar efsane. Yurtseverliğin başka bir şey olduğunu ısrarla söyledik. Şunu söyleyeyim, kendisine başkalarından üstün olma imtiyazını vermeye kalkan, başkalarının kendisini ezmesini kabullenir. Sermaye her yerde egemen ama iç eşitsizlikleri var ve herkes gücü oranında pay alıyor. “Türkiye’de sermaye sınıfı güçlü olursa halkımız da mutlu olur” türünden bir ulus sevgisi, paraya tapınmak, paraya köleliktir. Sermaye sınıfımızın zaten maşallahı var! Bunun ötesinde Türkiye kapitalizminin Erdoğan paçayı kurtarsın diye rota değiştirmesi gerçekten sağlam fantezi. Davutoğlu’nu Suriye’ye ver Esad’ı tavla; Fidan’ı Moskova’ya yem et Putin’i tavla… Bunların sonucu olur da, sanıldığı gibi olmaz. Erdoğan’ın bütün pislikleri başkalarının üzerine yıkarak kendisini yeniden kurmasının sınırı olduğu gibi, Türkiye’nin ittifaklar sistemindeki hareket özgürlüğünün de sınırı var. Bu sınırı yakında görürüz. Kaldı ki, bugün bürokraside “uluslacı” diye tanımlananların çok büyük bölümü ABD’ye bakıyor; Türkiye’de milliyetçiliğin tarihini ne çabuk unuttuk!

O halde içerideki ittifak sadece ve sadece PKK ile mücadelede mi anlamlı?

Bu yeni bir şey mi! On yıldır Erdoğan’ın Kürt siyaseti ile “ulusalcı” denen çevreleri sürekli birbirine karşı kullandığını yazıyoruz. “Dün Erdoğan iyiydi, şimdi kötü”cülerden de “dün Erdoğan kötüydü, şimdi iyi”cilerden de bıktık. Yarın yine değişecek, askeri yöntemler bir yere kadar. İşte ABD tam kabinenin açıklandığı gün Rakka için YPG’nin önünü açtı. Ne sanılıyor, bölgesel, uluslararası boyutu olan bir sorunu bugünkü sistem içinde bu kafayla çözecekleri mi? Bu mümkün değil. Kimse de buna izin vermez. Tekrar ediyorum, bizim kimin kimi kulandığıyla, devlet içinde kimin kiminle iş çevirdiğiyle değil, konunun özüyle ilgilenmemiz gerekiyor.

Bu nasıl olacak?

Önceklikle psikolojik üstünlüğü halkın ele geçirmesi gerek. Oysa şimdi 10 günde bir psikolojik üstünlük bir Erdoğan’a bir Erdoğan karşıtlarına geçiyor. Biz de zorunlu olarak Erdoğan karşıtları içinde sayılıyoruz. Öyleyiz de… Lakin bu bir kısır döngü ve yararı yok. Erdoğan karşıtlığına renk ve kişilik vermek gerekiyor, burada da karşı tarafın tehlikesine değil, zayıflığına, çaresizliğine odaklanmalı. Ve Erdoğan karşıtlığında başkaları ile aynı gemide olmadığımız iyi anlatılmalı. Türkiye solunun psikolojik üstünlük için yapabileceği şeyler var. İkincisi, daha önce de söylediğimiz gibi, Türkiye’de sınıf gerçeğinin siyasal alana giriş yapması gerek. Bunu ezberle yapamıyoruz, yaratıcı ve sert bir müdahale zorunlu. Tamam bunun için hazırlık, zaman gerekiyor ama çok da zamanımız yok. Derhal!