Kemal Okuyan'la 'Adalet Yürüyüşü' üzerine: Zor oyunu bozar

TKP Merkez Komite Sekreteri Kemal Okuyan, CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun "Adalet Yürüyüşü" etrafında dönen tartışmaları ve TKP'nin bu konudaki tutumunu değerlendirdi.

Haber Merkezi

Türkiye Komünist Partisi Merkez Komite Sekreteri Kemal Okuyan’a Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşü’nü, yürüyüşe ilişkin Boyun Eğme dergisinde yayınlanan yazısını, TKP’nin tavrını sorduk. Okuyan yürüyüşle ilgili TKP’nin değerlendirmelerini paylaşırken, siyasi iktidarın zora, şiddete başvurmasına kayıtsız kalmayacaklarını da söyledi. 

Boyun Eğme Dergisi’nin Cuma günkü sayısında, 9 Madde’de Kılıçdaroğlu Yürüyüşü başlıklı bir yazınız yayınlandı. Bu yazıda özetle “Kılıçdaroğlu ya da bir başkasının adalet için yürümesi sonuna kadar meşrudur ama bu yürüyüşü desteklemek için yeterli neden değildir” deniyordu. Ayrıca yazıda ciddi eleştiriler var.
Olmasa bir tuhaf olurdu. Bakın Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye’de mevcut düzenin en köklü partisi. Şu anda da ana muhalefet partisi. Bu partinin destekçileri arasında gerçekten eşitlikçi bir toplum özlemi duyanlar var, bu partinin kadroları arasında çok samimi, dürüst dostlarımız da var. Ancak Cumhuriyet Halk Partisi’nin burjuva karakterini değiştirmiyor bu. CHP solun bütün renklerini temsil eden bir çatı partisi değil, kendi içinde sayısız eğilim ya da hizip olsa da. Türkiye Komünist Partisi’nin bu partinin inisiyatifinde başlayan bir eyleme daha ilk günden katılması, destek vermesi eşyanın tabiatına aykırı. Orada boy göstereceğiz, CHP’liler de “a, ne kadar güzel, ne şirinlik” diyecekler. Siyaset bu mudur?

Ama bu eylem CHP eylemi değil, Kılıçdaroğlu “ben yürüyorum” dedi, herkes bireysel olarak katılıyor.
Kılıçdaroğlu “ben yürüyorum” diyerek CHP’deki liderlik tartışmasını bir süreliğine bitirdi. Bu eylemi beğenmeyen, başka bir şey yapalım diyenlerin önünü kesti parti içinde. “Gelen gelir" tavrı bir güç gösterisidir, CHP’de hoşnutsuzların farklı ne dediği belli değil zaten. Kılıçdaroğlu bunun yanı sıra hukuken de elini güçlendirdi. Ayrıca unutmayalım, düzen siyaseti kişiler üzerinden yürüyor. Kılıçdaroğlu neyse CHP’ye damga vuran odur. CHP içinde başka eğilimler olsa da. Bu nedenle eylem Kılıçdaroğlu’nun mu CHP’nin mi tartışması bir yerden sonra anlamsız. CHP bu eylemin bütün organizasyonunu üstlenmiş durumda, örgütüyle, yerel yönetimleriyle.

Kılıçdaroğlu’na en büyük eleştiri hareket etmemesi, eylemsizliğiydi. Bu yürüyüş eleştirilere çok kapsamlı bir yanıt olmadı mı?
Kılıçdaroğlu’na en büyük eleştiri hareket etmemesi ya da eylemsizliği değildi. Bu dediğiniz en yaygın eleştiri olabilir, CHP içi bir tartışma olabilir. Bizim açımızdan Kılıçdaroğlu’nun eleştirilecek tarafı siyasi çizgisidir, ideolojisidir. Büyük eleştiri budur. Bu açıdan CHP’nin geleneksel çizgisinin de gerisindedir Kılıçdaroğlu. Yürüyüşe geçince bu çizgi ortadan mı kalkıyor! Böyle saçmalık olur mu.

Ama eylem, hareket de içerikle ilgili değil midir? 
Eylemin, hareketin ileri çekici özellikleri vardır. Özellikle kitleler açısından. Biz insanların bu yürüyüşe katılmasına bir eleştiri yöneltmiyoruz. Bunu niye yapalım ki? Ancak solun ya da örgütlü solun bu yürüyüşe gözü kapalı destek sunmasını doğru bulmuyoruz. Ya da başkalarını bir kenara koyalım, Türkiye Komünist Partisi bu yürüyüşü desteklemiyor. Bir yürüyüşün içeriği tamamen ortadan kaldırması, önemsizleştirmesi nasıl mümkün olsun?

Peki içerikteki sorun nedir?
Kılıçdaroğlu’nun siyasetteki tek işlevi, tek yaptığı Erdoğan Türkiyesi’nin normalleşmesini sağlamak olmuştur. Şimdi deniyor ki, bu yürüyüşle birlikte Kılıçdaroğlu bu işlevini terk etti! O zaman söyleyeyim, bu işlevi Kılıçdaroğlu Erdoğan’ı çok sevdiği için üstlenmemişti. Kendisini CHP’nin başına getiren, yönlendiren kesimlerin ihtiyacı vardı. Bu ihtiyaç ortadan kalkmadı. Ancak bu rejimin Erdoğansız sürmesi ya da Erdoğan’ın kontrol altına alınması için arayışlar sürüyor.

Kimin arayışı?
Sermaye çevrelerinin. Bazı batılı ülkelerin. Olmadan olur mu? Erdoğan kendini kurtarmak için emperyalist sistem içindeki rekabetten yararlanıyor. Burada kazandığı hareket serbestliğinden rahatsızlar. Fethullah Gülen’in ABD tarafından desteklenen hamlelerini, Almanya’nın Türkiye’nin iç işlerine örtülü değil de açıktan müdahale etmek konusunda hiç çekinmemesi önemsiz şeyler mi? Biz emperyalizm dedikçe birileri hopluyor. Türkiye’de sol, emperyalizme, gericiliğe ve sömürü düzenine karşı reflekslerini yitirdiği anda madara olur, bu kanıtlanıyor. Yeri gelmişken söyleyeyim, bugün dünyada en tehlikeli emperyalist ülke hâlâ ABD ama onun alternatifi olarak gösterilen bloktan, Putin Rusyası’ndan bağımsızlık ya da halkımıza kurtuluş da gelmeyecek.

Erdoğan batıdan uzaklaşıyor mu?
Ömrümüz bu soruya yanıt aramakla mı geçecek? Tamam takip edelim ama işin özünü kaçırıyoruz. Şimdi iki eğilim var. Bağımsızlıkçı eğilim Erdoğan’ın Avrasya eksenine yanaşmasından memnun. Özgürlükçü eğilim ise batılı emperyalist ülkelerin tasarladığı, hakim olduğu bir “demokratikleşmeye” ya da Erdoğansızlaştırmaya razı. İkisi de Türkiye’de sermaye sınıfının egemenliğini sorgulamıyor. Şimdi biz buna sol diyeceğiz öyle mi! Sermayenin dünyasında bağımsızlık da olmaz, özgürlük de olmaz. Bu bir retorik değil, propaganda sözü değil. Açık bir gerçek. Adalet deniyor. Hangi adalet! Kimse emeğin hakkından söz etmiyor, sömürüden, eşitsizliklerden… Önce özgürlük gelsin, sonra bakarız mı denecek? Özgürlük nedir? Erdoğan’a dönük tepkileri batıcı, liberal, düzen içi çözümlere eklemlemeye yardımcı olacaksak TKP’yi kapatmamız gerekir. Sol parti olunur, halk partisi olunur ama komünist partisi olunmaz.

Ancak özgürlük arayışı, eşitlik arayışını tetiklemez mi?
Sayısız örnek var, tetikleyebilir. Lakin, bunun olabilmesi için bağımsız bir çizginin, bir sınıf hareketinin kendini hissettirebilmesi gerekir. 

Adalet yürüyüşünün mevcut mecrasının dışına çıkması mümkün müdür?
Bakın, bir siyasi parti bir işe girecek, buna ilişkin bir çerçeve ilan edecek, siz de gidip onu başka yerlere çekiştireceksiniz. Bu etik değil, ayrıca işe yaramaz. Ancak halk kitleleri bu yürüyüşe yeni bir içerik katabilir ve bu durumda siz ona kayıtsız kalamazsınız. Bir de zor oyunu bozar. Siyasi iktidarın bu çaptaki yürüyüşlere dönük şiddeti, sistematik provokasyonu her tür yanıtı hak eder. 

TKP böylesi gelişmelere duyarsız kalmaz mı diyorsunuz? 
Niye kalalım? Yürüyüşten sürekli haber alıyoruz, arkadaşlarımız var. Konu “CHP’nin yürüyüşü bize ne” basitliğinde değil. Ancak şunu söylemek durumundayım. Türkiye solu 1970’lerdeki Ecevit dalgası sırasında dahi bu kadar “hevesli” değildi. 

Her tür eylem olanağını değerlendirme isteği olarak görülemez mi bu?
Bireysel aktivistseniz, hayata böyle bakabilirsiniz elbette. Ancak her hareketin peşine takılmak siyasi bir davranış değil. Bakın, 20. yüzyılın son çeyreğindeki en çaplı işçi hareketlerinden birisi Polonya’da ortaya çıktı. Adalet arayışı filan değil, düpedüz işçi hareketiydi, o görünümdeydi. Dayanışma hareketi ya da sendikası CIA himayesinde, Katolik Kilisesi bağlantılarıyla son demlerini yaşayan sorunlu Polonya sosyalizmine öldürücü darbeler vuruyordu. Orada yaşasaydık “dışında kalmayalım” mı diyecektik?

Ama bu çok ağır bir örnek oldu. Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşünü böyle mi değerlendiriyorsunuz?
Karşılaştırmıyorum. Sadece “hareket-bereket” yaklaşımına bir örnek gösterdim. Ayrıca unutmayın karşı devrimci Dayanışma Hareketi’ne o sıralar “sol”da büyük sempati vardı. Sonra o “devrimci işçi hareketi”nden epey bir burjuva siyasetçisi, bakan, bürokrat çıktı, ortada ne sınıf çıkarları ne bir şey kaldı! 

Tekrar soralım, Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşünün bir planın parçası olduğunu düşünüyor musunuz?
Bunu söylemiyorum. Bunun önemi yok ki. Bir dizi arayış var. Erdoğan’sız AKP, CHP ve HDP’yi liberal bir çizgide yaklaştırmak, Akşener MHP’sini kentli nüfusa sunmak, laikliği özü tamamen ortadan kalkmış bir biçimde “batıcı” bir eksende kullanmak, piyasa ile özgürlük arasındaki ilişkiyi yeniden kurmak… Kılıçdaroğlu bunların hepsi! Bunları sorgulamayacağız ve “ne güzel yürüyor” diyeceğiz! Güzel yürüyor evet!

Fethullah bağlantısı?
TKP, FETÖ tabirini kullanmıyor, cemaatin devleti ele geçirdiği tezine de itiraz ediyor. Çünkü Gülen cemaati, sistemin bizzat kendisiydi, bir tür resmi hareketti. O yüzden temizlenemiyor. Cemaatin sivil-asker bürokrasideki gücü, siyasi partilerdeki (AKP, MHP ve CHP) ağırlığı gizli bir örgütün faaliyetlerinin ürünü değil. Sistem 12 Eylül sonrasında adım adım bu felsefe ile kendini yeniden yapılandırdı. Kimse kendini aldatmasın. Üstelik bunu herkes biliyor. Bu anlamda yürüyüşün FETÖ bağlantılı olduğunu söylemek absürd, saçma. Lakin Kılıçdaroğlu cemaat bağlarından kopamaz. Tıpkı AKP gibi, tıpkı MHP gibi!

Yürüyüşün hükümetle anlaşmalı yapıldığını ileri sürenler var…
Yürüyüşün kendisinin böyle bir anlaşmanın ürünü olduğunu iddia etmek saçma olur. Yürüyüşün sınırlarına ilişkinse kuşkusuz görüşmeler oluyordur, pazarlıklar sürüyordur. Bu son derece anlaşılır. Erdoğan atıp tutabilir ama sonuçta yürüyen CHP’nin lideri, onun korunması bile başlı başına bir mesele. Kılıçdaroğlu’nun da hep kendi önüne konan sınırlara saygılı olduğunu biliyoruz.

Öngörülemeyecek gelişmeler yaşanmaz mı diyorsunuz?
Bugünkü dünyada ve üstelik bugünkü Türkiye’de bunu demek mümkün olabilir mi? “Sömürü düzeni” dediğimiz şeyde bir düzen yok! Düzenli işleyen tek şey sömürü çarkı!