Karşılığı ödenmeyen emek olarak ‘Anne’lik: Çalışırken annelik nasıl yapılır?

OHAL ülkesinde işçi sınıfına hayatı dar eden yönetmelikler eksik olmuyor. Geçtiğimiz günlerde yürürlüğe giren “Analık izni sonrası kısmi süreli çalışmalar yönetmeliği” işçi kadına liberallerin deyişiyle ‘hem çocuk hem kariyer’ fırsatı gösterip, emeğinin karşılığının ödenmemesini meşrulaştırıyor. Çocuk bakımına dair yükümlülükler bir kez daha işçi kadının üzerinde tanımlanırken, bunu bedelsiz…

Haber Merkezi

Ülkemizde çocuk bakımına dair maddi yükümlülükler çocuk sahibi ailenin, en çok da annenin üzerinde tanımlanıyor. Bu durum yalnızca toplumsal bir olgu olarak değil aynı zamanda çalışma hayatındaki düzenlemelerle de kendisini gösteriyor.

Çocuk sahibi olan bir işçi ailesinin çocuk bakımına dair yükümlülüklerinin yönetmeliklerle somut olarak tarif edildiğini söylemek mümkün. Buna göre, 5 gün olarak tanımlanmış ücretli izin süresi, babanın sorumluluğunu sınırlamış oluyor. Anne için ise bu süre 16 hafta olarak tanımlanmış olup, 1 yıl süre ile günde 1.5 saatlik süt izinlerinden oluşuyor. Dolayısıyla, çalışma hayatının kuralları, 5. günündeki yenidoğan bebeğin bakımını, babayı devre dışı bırakarak, yaklaşık 3 aylık olana değin, doğumdan 3 hafta önce izne ayrılan annenin görevi olarak tanımlanıyor.

3. ayını dolduran bebeğin bakımına dair bundan sonrası için bir karar verilmesi gerekiyor. Bu karar ise yine yönetmelikler gereği, yalnızca kadının işgücüne katılımı ve çocuk bakımı görevi üzerinden veriliyor. Kadının önünde çocuk bakımını karşılıksız olarak, yani ücretsiz izin sıfatı altında yapması seçeneği duruyor. Diğer seçenekler ise şunlar; annenin işe geri dönmesi ve çocuk bakımının güvencesiz ve çoğunlukla sigortasız çalışan bir başka işçi kadın tarafından yapılması. Ya da yine emeği karşılıksız kalmaya mecbur olan akraba desteği veya yüksek meblağlar karşılığında bebeğe yetkili özel bir kurum aracılığıyla bakılması... Tüm bu seçenekler çocuk bakımının tüm sorumluluğunun aileye ve özellikle kadına yüklendiğine işaret ediyor.

Tam adı "Analık izni veya ücretsiz izin sonrası yapılacak kısmi süreli çalışmalar hakkında” olan ve geçtiğimiz günlerde yürürlüğe giren yeni yönetmelik bu noktada devreye giriyor. İşçi kadının önünde bir seçenek daha beliriyor. Buna göre, işçi kadın süresi ve koşulları patron tarafından belirlenecek, ücreti ise yine patronun takdir ettiği, ‘kısmi zamanlı çalışma’ adı altında çalışabilecek. Çocuk bakımına dair gerçekleştirilmek istenen -örneğin doğum gününü kutlamak- ya da mecbur kalınan -örneğin hastalık bakımı- tüm seçenekler karşısında işçi kadın ücretindeki kesintiyi göze almak zorunda bırakılıyor.

PATRONUN GELENEKLERİ

Yönetmelik, cinsiyete dayalı iş bölümünün ürünü temel başlıklardan biri olan çocuk bakımının sorumluluğunu, kadının üzerine zimmetliyor. Kadının karşılıksız bırakılan emeği ideolojik alanda “analık görevleri” saldırısı altında eritilirken, işgücünün bir parçası olmak isteyen ya da olmak zorunda olan kadın, bulunduğundan daha adaletsiz koşullara mecbur bırakılıyor. İşçi kadın, çocuk bakımına dair sorumluluklarını karşılıksız üstlenmek kaydı ile ve ancak koşullarını patronun belirleyeceği bir iş yaşamına dahil olabiliyor.

Yönetmelik, ‘kısmi zamanlı çalışma’ sürelerini belirleyecek parametrelerden bir tanesini “o yerin gelenekleri” olarak tarif ediyor. ‘Gelenek’ maskesinin altından neler çıkabileceğini tahmin etmek mümkün. İşinden evine dönmek için otobüse binen emekçi kadına atılan tekme, patronun ‘gelenekler’ine pekala dahil olabilir. Dinselleşmenin etkisinin büyüdüğü çevrelerde ‘gelenekler’ kolaylıkla işçi kadının işe giriş saatlerini de kıyafetlerini de belirler hale gelebilir. Hatta o işin ‘geleneklerine’ göre çalışıp, çalışamayacağına da.

Patronlar, “bazı borçlar vardır, ödenmez” sloganını çok sever. Anne olan kadının eline tutuşturduğu ‘annelik vazifeleri’ ödeviyle birlikte çocuk bakımına dair emeği, ‘karşılığı ödenemeyen büyük fedakarlık’ olarak tanımlayarak, çocuğa dair kamusal sorumluluklarından kaçan devlet, patronları kolluyor. Yönetmelik, bu kollamanın vesikalarından biri olarak karşımızda duruyor.

EKSİK ÜCRETİN FATURASI GÜVENCESİZ ÇALIŞANA

Kısmi süreli yani eksik ücretle çalışan işçi kadının yerine geçici işçi istihdam ediliyor. Böylece kısmi süreli çalışan işçi kadının hakları patronuna, yerine istihdam edilen geçici işçininkiler ise “Özel İstihdam Büroları (ÖİB)” aracılığı ile taşeron patrona havale ediliyor.

8 Kasım tarihinde yürürlüğe giren yönetmelik, 11 Ekim’de yürürlüğe giren “ÖİB yönetmeliği”[1]  ile birlikte düşünülmek zorunda. Zira analık izni sonrası kısmi çalışmayı düzenleyen yönetmeliğin bir ucu kısmi zamanlı çalışacak işçi kadına değerken, diğer ucu ÖİB’ler aracılığı ile yerine geçici olarak istihdam edilecek işçiye değiyor. İlki kadının üzerinde tanımlanan karşılıksız emeklerden biri olan çocuk bakımını meşrulaştırıp daha düşük ücretle çalışmasını tanımlarken, ikincisi güvencesiz emeği özel sektörde yaygınlaştırıyor.[2]

Kısmi çalışmalara dair yönetmelik ile kadının emeğinden eksiltilen, patronun kasasında yer buluyor, diğer uçtaki işçiye ise kölelik koşullarında güvencesizlik olarak fatura ediliyor.

EVDE ÜCRETSİZ ÇALIŞAN KADIN

Yönetmelikle birlikte gündeme gelen, kadının çocuk bakımı konusunda karşılıksız kalan emeğidir. Kadının karşılıksız kalan emeği yalnızca çocuk bakımı ile sınırlı değil. Ev içi emek ve yaşlı/hasta bakımı da kadının üzerinde tarif edilen, kadını hem kayıtlı işgücünden alıkoyan hem de karşılıksız bırakılan çalışmasıdır.

Türkiye’de kadının işgücüne katılım oranı %33 ile genel ortalamanın da çok altında bulunuyor. Yani çalışabilir yaş ve durumdaki her üç kadından yalnızca birisi işgücüne katılıyor. Dışarıda bırakılan toplam “ev kadını” tarifi altında toplanıyor. Ev emekçisi kadınlar, işgücüne dahil olmayan toplamın %42’sini oluştururken, bu oran aynı zamanda genel işgücünün de üçte birine tekabül ediyor. Aktif olarak iş aramadığı gerekçesi ile resmi istatistiklerde yer etmeyen bu muazzam rakam, kadın işsizliğinin gerçek boyutlarına dair fikir veriyor.

Öte yandan istihdam edilmediği için emeği görünmeyen ev emekçisi kadınlar, kayıtlı erkek işgücünü yeniden üretecek şekilde evde çalışıyor ve çocuk/yaşlı/hasta bakımı gibi yine karşılıksız bırakılacak işleri üstleniyor. Türkiye kapitalizmi kadınlar için iş yaratamıyor, yaratmıyor.

Emekçi kadına dair tek eşitsizlik verisi karşılıksız bırakılan emeğinden ibaret değil. Geçtiğimiz ay Polonya, Arjantin ve peşinden İzlanda’da cinsiyete dayalı ücret eşitsizliğine işaret eden iş bırakma eylemleri yapıldı. İşçi kadınlar, erkek işçilerden daha az kazandığı için aslında fazladan çalıştığı süreyi çalışmayarak, bu eşitsizliğe işaret ettiler.

Türkiye’deki tabloda ise elbette bir farklılık yok. İşçi kadın hiçbir eğitim grubunda erkek işçi ile eşit ücreti yakalayamıyor. 2014 yılı resmi istatistiklerine göre, bir kadın işçinin, günde 8 saat çalışan erkek işçinin kazandığı ücrete erişmek için eğitim gruplarına göre farklılaşan fazla çalışma süreleri ortaya çıkıyor. Kadın işçinin erkek işçi ile aynı ücreti alabilmesi için, ilkokul ve altı düzeyde ise 9.9 saat, ilkokul mezunu ise 9.5 saat, lise mezunu ise 8.9 saat, meslek lisesi mezunu ise 10.3 saat, yüksekokul mezunu ise 9.9 saat çalışması gerekiyor. Verilerin TÜİK istatistiklerine dayanması, gerçek verilerin daha vahim olması ihtimalini doğuruyor. Aynı zamanda bu verilerin kamu ve özel sektördeki toplamı verdiğini düşünür isek, özel sektörde durumun görünenden daha da fazla, kadın işçinin aleyhine olduğunu tahmin etmek zor değil.

KADININ VE EMEĞİNİN GÖRÜNÜR OLDUĞU BİR ÜLKE

Kapitalizm cinsiyetçi iş bölümünü dayatmak ve meşrulaştırmak için birçok adım atıyor. Yönetmeliklerle bu alanı düzenlemek ise tek başına yeterli değil. Çocuk bakımına dair kamusal sorumluluğun dışarıda bırakıldığı kurguda, kadına, anne olmanın getirdiği büyük fedakarlıklara sahip olma fikriyle yetinmesi salık veriliyor ya da bedelini ‘baba’ya ödetme motivasyonuyla donatılıyor. İşçi kadının yoksayılan emeğine konan patronlardır. Bu emeğin bedeli ise yine patronlardan tahsil edilmelidir. Emekçi kadının karşılıksız bırakılan emeği işçi sınıfının tamamının mücadele konusudur. Çalınan işçilerin hayatıdır. Kadınların aklıdır. Çocukların geleceğidir.

Sermaye düzeninin belirlediği koşullarda, tüm ekonomik ve toplumsal hayat patronların çıkarları doğrultusunda şekillenirken, kadın emeği konusunda bir eşitlik zemini oluşturabilmek imkansızdır. Reel sosyalizm en temel ve aslında ilkel sorunlara somut çözümler getirerek, kadının özgürleşmesine dair önemli adımlar atmıştır. Sovyetler Birliği iktidarında, karşılıksız bırakılan ev içi emek, toplumsal üretimdeki çalışmaya denk sayılmış, annelik emeğinin karşılıksız bırakılamayacağı ve kadınların toplumsal üretime geri dönüşünün sağlanması için, çocuk bakımının kolektifleştirilmesi gibi önlemleri öngören yasayı kabul edilmiştir.[3]

Kadının çalışma hakkı vardır. Kadının çocuğundan ayrı bir birey olma hakkı vardır. Kadının annelik yapma hakkı vardır. Kadının çocuğuyla özgür bir ilişki kurabilmesi için, çocuk bakımına dair maddi yükümlülüklerinden arındırılması gerekir. Bir bütün olarak aile kavramı bu doğrultuda yeniden tarif edilmeli, dinsel dogmalardan ve liberal safsatalardan ayıklanmalıdır. Kadın emeğinin özgürleşmesi, kadın üzerinden tarif edilen ev içi emeğin kamusallaştırılması ve kadın emeğinin toplumsal üretimle buluşmasından geçecektir.

Dipnotlar: 

[1]              http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2016/10/20161011-1.htm

[2]              http://haber.sol.org.tr/emek-sermaye/ozel-istihdam-ya-da-namidiger-kolel...

[3]              http://haber.sol.org.tr/toplum/ekim-devrimi-ve-kadinlar-yildiz-tozlari-i...