Sermaye sınıfının, emek rezervinin esas kitlesi olarak gördüğü kadınları, üretim sürecine “kendi ikbali” için çekmeye çalıştığı biliniyor. Dünyanın önemli bir bölümünde eğilimin, kadın istihdamının tırmanışı yönünde olduğu gözlenebilir. Buna karşın oranlar erkeklere nazaran hala çok eşitsiz, çok geride.
Son birkaç on yılın ekonomik gizemi, neden daha fazla kadının çalışma yaşamına dahil edilemediği sorusu etrafında dönüyor.
Örneğin Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2016 verilerine göre, Türkiye’de 15 ve üstü yaşta istihdam edilenlerin oranı yüzde 46,3 iken, bu oran erkeklerde yüzde 65,1, kadınlarda yüzde 28’de kalıyor.
ABD’de ise, 25-54 yaş aralığındaki kadınların çalışma oranı neredeyse 1990’larla aynı. 1990’da yüzde 54,3 olan oran, 2017’de 54,6. Oysa aradan geçen on yıllarda üniversite mezunu olan kadınlar erkeklerden fazlaydı, evlilik ve çocuk doğurma yaşı ilerlemişti. Peki o halde kimi örneklerde bir “yerinde sayma” olarak da nitelenebilecek bu zayıf tırmanışın sebebi neydi?
Konuya eğilen yeni analizler, 90’lı yıllarla birlikte anneliğin daha zorlu hale gelişinin bu tabloya sebep olabileceğini öne sürüyor.
ANNELİK MALİYETİ ARTTI MI?
ABD’de kadınlar tarafından yapılan ve Haziran 2018’de yayınlanan bir alan çalışması, esnek iş rejiminin öğüttüğü ebeveynlerin, okul masrafları, aile yemekleri, hastalık günleriyle nasıl başa çıkmaya çalıştığını ele alıyor. Araştırmacılar, çoğu kadının çalışmayı planladığını ancak çocuk büyütmenin giderek daha fazla zaman ve emeğe mal olmasının buna engel olduğunu belirtiyor. Üstelik anneliğin bu maliyeti, bir kadının istihdama katılması üzerinde sanıldığı gibi dönemsel olmaktan ziyade, daha kalıcı etkiler bırakıyor.
O halde şimdiki çocuklar daha mı fazla ilgi talep ediyor?
Ebeveyn ve çocuk arasında kurulan ilişkinin çok sayıda toplumsal girdiden etkilendiği muhakkak. Çocuk gelişimi üzerine yeni modeller ve farklı öğretilerin, yer yer bilimsel bir kavrayışla ilerlemeyi temsil ettiği, çoğu kez ise hızla parlayıp sönen akımlardan ibaret olduğu söylenebilir.
Bununla birlikte emzirmenin, bebeklik döneminin ebeveynle geçirilmesinin önemi de artık daha fazla biliniyor. Ama sorun buradaki biraz bilimsel biraz safsata bilginin kadınlar üzerinde kurduğu baskı mı yoksa çözüm için gelişkin bir merkezi modelin kurulamamış olması mı?
Hem ABD hem de İngiltere’de, yüzde 90’u çocuk doğurmadan önce çalışan kadınların, ilk anneliklerinin ardından iş yaşamından keskin bir kopuş yaşadığına işaret ediliyor. Çalışmada çoğunlukla 1965 ve 1975 yılları arasında doğan, 2000’li yıllarda 30'lu yaşlarda olan kadınlara odaklanılmış.
Araştırmacılar pek çok kadın için işten kopuşun plansız olduğuna dikkat çekiyor. 1985'ten bu yana, lise mezunu kadınların çoğu anneliği planladığını söylese de, yalnızca yüzde 2’si 30 yaşında ev kadını olmayı umduğunu bildirmiş. Bebekten sonra işe dönük memnuniyetlerinde bir azalma olmasa da, kadınların yaklaşık yüzde 15 ila 18’i işlerinden ayrılmış.
KADIN İSTİHDAMININ DÜŞMANI OKSİTOSİNİN SİHİRLİ DOKUNUŞU MU?
Anneliğin taleplerine en çok şaşırmış olan kişiler, araştırmacıların en az bekledikleri kişiler olmuş; üniversite mezunu kadınlar. Hepsi, anneliğin çalışma yaşamlarını aksatmayacağını düşünüyormuş.
Yüksek eğitimli annelerin daha az eğitimli annelere göre çalışmayı bırakma olasılığı daha düşük olmasına rağmen, çalışmama eğilimlerini ve ebeveynliğin beklediklerinden zor olduğunu ifade etme olasılıkları daha fazla çıkmış.
Erkeklerse, çocuk sahibi olduktan sonra ebeveynliğin zorluğu konusunda fikirlerinin değişmediğini söylemiş. Bu bulguya eşlik eden diğer veri durumu anlaşılır kılıyor. Öyle ki kadınlar daha fazla istihdama katılıyor olsa da, erkeklerin çocuk bakımı ve ev işleri görevlerinin aynı ölçüde artmadığı görülmüş. Yani çocuk bakımının ve çoğu zaman anlamsız görünen, uzun saatlere mal olan ev işlerine kamusal kaynaklarla çözüm aranmadığı son 30 yılda da, bu işlerin adresinin kadınların omuzları olduğu yorumu zorlama değil.
Araştırmacılar, “Kadınların işgücü piyasasına her zamankinden daha hazır oldukları bir zamanda, normların onları evde daha fazla zaman geçirmeye teşvik edecek şekilde değişmesi çok şaşırtıcı” diyor.
Kadınların planlarını ya da hayallerini neden terk ettiği sorusuna iktisatçıların bir bölümü, “cinsiyet rolleri” yanıtını veriyor. Kadının “iyi bir anne olma becerisi”ni çalışmanın engelleyip engellemediği ve her iki ebeveynin de aileye maddi olarak katkıda bulunup bulunmayacağı gibi sorulara, kadınların doğumdan sonra daha geleneksel cevaplar vermeye eğilimli olduğu gözlenmiş.
Peki buradaki geleneksel kumaş kendiliğinden mi dokunuyor? Uzun yıllar eğitim alan, üstelik eğitimleri için de büyük bütçeler ayırmak zorunda bırakılan kadınlar, oksitosinin (Arka hipofiz bezinden salgılanan, doğum ve emzirme döneminde önemli rolü olan bir hormon) sihirli dokunuşuyla mı üretim sürecinin parçası olma heveslerinden vazgeçiyorlar?
Emekçilere nefes aldırmayan iş rejimlerinin bu süreçteki rolü önemsiz görülebilir mi?
Uzun saatler çalışmak ya da daha kısa süreler ancak güvencesiz, çok düşük ücretlerle çalışmak, kadınların karşısında beliren seçenekler oluyor. Yüksek öğrenim mezunu kadınlar genellikle kendileriyle benzer işleri yapan kişilerle evli oluyorlar. Sonuç olarak çiftler, genellikle bir anne için istihdamdan geri çekilmek ve diğer ebeveynin ailenin kazancını maksimize edebilmesi için ağır şekillerde çalışmasının olabilecek en uygun seçenek olduğunu düşünüyor.
ABD’deki 2017 verileri, istihdamdaki kadın nüfusunun yüzde 40’ının anne olduğunu, çocuk bakımının karşılanamadığı durumlarda ise bu oranın 10 puanlık bir düşüş yaşadığını gösteriyor. Üstelik işverenlerin yüzde 54’ü kamusal çocuk bakım hizmetlerinin çalışanların devamlılığı üzerinde pozitif bir etkiye sahip olduğunu ve işe devamsızlığı 30 oranında azalttığını bildirmiş. Yine bu hizmetler, üretim kaybını da yüzde 60 oranında azaltmış. Ancak veriler tabloyu iyileştirmeye yetmiyor. Ülkede asgari ücret alan bir ebeveyn, yıllık gelirinin yüzde 37,4’ünü çocuk bakım hizmetlerine ayırmak zorunda.
ANNELİK DOĞAL, KAPİTALİZM DEĞİL
Çalışmacılar 20. yüzyıl boyunca anneliğin maliyetinin doğum kontrol hapı, bulaşık makinesi ve mamaların icadı ile azaldığını düşünüyor. Oysa bahsi geçen yüzyıl, emekçilerin insanca koşullarda yaşamasına dönük gelişkin çözümler sunan sosyalizmin ve etrafına yaydığı basıncın çağıydı. Doğum ve süt izinleri, işyerindeki ücretsiz kreş hakkı hem çocuk anne ilişkisinin sağlıklı kurulmasının hem de kadının evin dışındaki hayatını sürdürmesinin, istihdamda kalmasının önünü açıyordu. Üstelik kamusal eğitim ve sağlık hizmetleri çocuğun hangi okula gideceği, ateşi yükseldiğinde hangi acil serviste nasıl bir faturaya mal olacağı soruları etrafında büyüyen bir kaygı yaratmıyordu.
Bugünse çocuk bakım maliyeti 1980'lerin başından bu yana yüzde 65 oranında artmış durumda. Kadınların yüzde sekseni, en az 6 ay emziriyor, çocuk bakımı için harcanan saat sayısının, özellikle üniversite mezunu ebeveynler için iki katına çıktığı belirtiliyor.
Düşük ücretlerle çalışılan, hayatın pahalı olduğu, insanca barınma hakkının sağlanmadığı, ücretli ebeveyn izinlerinin olmadığı, çocuk bakımının kamusallaştırılmadığı kapitalizm koşullarında annelik maliyeti, kadının tek başına ödemesi gereken bir fatura olarak görülüyor.
Oysa sorun ne kadınların anneliğin talepleri konusunda doğru tahminlerde bulunamıyor oluşu, ne de yeni moda çocuklar.
Bir üretim sürecine bakarken, maddi olan ile toplumsal olanı ayırmak gerekiyor. Bu kavrayışa göre bir insanın çalışması doğal olanken, bugünkü emek rejimi, doğal olanın mevcut toplumsal koşullardaki, doğal olmayan biçimi.
Annelik de böyle. Annelik, bunu seçen kadınlar açısından doğal olan şey. Ama kadının dahil olduğu toplumsal ilişkiler ağı, anneliği bugünün dünyasında “maliyetli” hale getiriyor. Oysa maliyetli olan şey anneliğin kendisi değil, mevcut üretim ilişkileri içinde kadının durduğu pozisyon. Üstelik kadınların da tıpkı tüm emekçiler gibi üretime katılması doğal olanken, mevcut çalışma koşulları doğal yasalar değil.
Neyse ki tarihsel olarak varılmış olan bu pozisyon değişebilir. Neyse ki kapitalizm ezeli olmadığı gibi nihayeti de olan bir sistem. Kadınlar üretim araçları ile bambaşka koşullar içinde bir araya gelebilir ve o eşikte annelik kadınların eve kapanması anlamına gelmez.
Bu ihtimal hiç de uzak değil ve biraz çabalamayı, emekçilerin yan yana durmasını gerektiriyor, hepsi bu.