İşte Türkiye'de tarımın çöküş hikayesi...

Çiftçilerin yoksullaşması, borçlanması, tarımın itibar kaybetmesi, gençlerin kırsalı terk edip tarımla uğraşmak istememesi, şehirlerin kırsala doğru genişlemesi ile gittikçe büyüyen hizmet ve inşaat sektörünün tarım arazilerine hücum etmesi tarım alanlarının AKP’li yıllarda hızla daralmasına neden oldu. 1987 ile 2002 yılları arasındaki 15 yılda 1 milyon 348 bin hektar (yüzde 5) azalırken, 2002…

Burhan Özalp

Tarım politikalarında 1980 sonrasında başlayan serbestleşme süreci 2000’li yıllarda en üst seviyesine çıktı. Bu sürece Dünya Bankası (DB), Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ve Avrupa Birliği (AB) Türkiye tarım politikalarının serbestleşmesine toplu katkıda bulundular. Türkiye bu kurum ve kuruluşların kapısını her çaldığında tek bir reçete ile karşılaştı: “Serbest Piyasa”. Tarım politikalarında yaşanan hızlı serbestleşme etkilerini makro değişkenlerde 15 yılda sert bir şekilde gösterdi.

KIRSALDA TUTUNAMAYANLAR 

Kırsal kesim Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan günümüze dek sosyo-ekonomik olarak önemli olageldi. Bazı gerçekler rakamlarda gizlidir. Bu nedenle rakamlarla başlamakta fayda var. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu dönemlerde nüfusun ağırlığı kırsal kesimdeydi. Türkiye kapitalizminin gelişmesiyle bu durum doğal olarak değişti. 1927 yılında nüfusun % 24’i kentlerde, % 76’sı ise kırsalda yaşamakta iken; 2012 yılında nüfusun % 77’si kentlerde, % 23’ü kırsalda yaşamakta olduğu ancak Büyükşehir Yasası sonrası % 91’i kentlerde ve % 9’u kırsalda yaşadığı görülüyor. Özellikle AKP’li yıllarda kırsaldan kopuş daha da hızlandı ve kırsalda yaklaşık 7 milyon kişilik bir nüfus azalması gerçekleşti. Grafik 1’de görüldüğü gibi, tarımın istihdamdaki payı 1990 yılında % 47 iken, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında % 35 olan pay AKP’nin iktidarını sürdürdüğü 15 yıl boyunca daha da geriledi ve 2016 yılında ise % 20 olarak gerçekleşti. 

Ne yani köy toplumu olarak mı kalalım? Herkes tarımda mı çalışsın? Tarımın istihdamındaki payının azalması ekonomik gelişme ve kalkınma açısından önemlidir diyenlere,  Türkiye gelişmesi ve kalkınması açısından değerlendirildiğinde tarımdan bu kopuş sanayi toplumuna geçişle sonuçlanmadığını ve kalkınmanın ekonomik büyümeye ek olarak köklü yapısal değişmelerle gerçekleşeceğini hatırlatmak gerek. Veriler de bunu doğrulamaktadır. Grafik 1’de görüldüğü gibi AKP’li yıllarda tarımda istihdam payı % 35’lerden % 20’lere düşerken, sanayi % 20’lerde kalarak neredeyse kelimenin tam anlamıyla “yerinde saymış”. Hizmet sektörü (inşaat dahil, %7) ise almış başını yürümüş ve % 46’lardan % 60’lara çıkmış. Kırsaldan kopanların hizmet ve inşaat sektörüne gittikleri açıktır.

Grafik 1: Sektörlerin İstihdam İçindeki Payları

Türkiye sanayisinin ise özellikle AKP’li yıllarda yerinde sayması Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) içindeki payını düşürdü. Tarımın GSYH içindeki payı 1923 yılında % 40 iken, Türkiye’de izlenen kapitalist gelişme modeli ve AKP’nin hırslı piyasa politikaları ile 2013 yılında ise % 7 oldu.  Özellikle AKP’li yıllarda tarım ve sanayi birlikte kaybederken kapitalizmin tüketim kültürüne dayalı hizmet sektörü ön plana çıktı. 

Grafik 2: Sektörlerin GSYH İçindeki Payları 

Ekonominin motoru hizmet ve inşaat sektörü olunca tarım arazileri önemli bir rant aracına döndü. Çünkü yeni konutlar, oteller yapmak istiyorsanız, alışveriş merkezleri açmak istiyorsanız, yeni rant yerleri yaratmak istiyorsanız her şeyden bir arsaya ya da araziye ihtiyacınız olur. Dolayısıyla tarım arazilerinin yok olması doğallaştı.

YOKSULLAŞAN VE BORÇLANAN ÇİFTÇİLER​

Türkiye’de tarım politikalarının serbestleşmesi çiftçi eline geçen fiyatlarla girdi fiyatları arasındaki makasın giderek açılmasına ve tarımsal üretimin daha zorlu hale gelmesine neden oldu. Türkiye tarım alanları içinde % 49 ile en büyük payı tahıllar alır. Toplam tahıl alanları içerisinde ise % 67’lik pay ile ilk sırada buğday var. Gıda egemenliği ve güvenliği açısından da önemli olan buğdayın ürün girdi pariteleri incelendiğinde ciddi bir düşüş yaşandığı görülüyor. 2002 yılında verilen tarımsal desteklerle birlikte 1 kg buğday ile 1.69 kg gübre alınabilirken 2014 yılında 1.27 kg gübre alınabilmiş. Yine 2002 yılında verilen tarımsal desteklerle birlikte 1kg buğday ile 0.27 lt mazot alınabilirken, 2014 yılında 0.22 lt mazot alınabilmiş. Benzer ürün girdi pariteleri düşüşleri, mısır, ayçiçeği, çeltik, pamuk, süt, kırmızı et gibi birçok üründe görülmekte. Paritelerin bu şekilde çiftçiler aleyhine gelişmesinde şu konuya dikkat çekmekte fayda bulunuyor. 1976-86 döneminde kimyasal gübre ihtiyacının % 86’sını tek başına sağlayan Türkiye Zirai Donatım Kurumu, Dünya Bankası’yla yapılan tarım sektörü uyum kredisi çerçevesinde 1986 yılında gübre sağlama ve dağıtımını serbest bırakıldı. Bu hamle ile kurumun kısa sürede pazar payı %15’in altına, 1993 sonrasında yok denecek düzeye geldi ve 1998-2003 yılları arasında ise tamamen özelleştirildi. Yine Özelleştirmeler kapsamında 2004 yılında yapılan ihalelerle TÜGSAŞ’ın en büyük kuruluşu olan Gemlik Gübre Yılyak Yakıt’a, İGSAŞ ve Kütahya Gübre Yıldız Entegre’ye; 2005 yılında yapılan ihale ile Samsun Gübre Tekfen Holding’e bağlı Toros Gübre’ye satıldı.  Özelleştirmeler öncesinde sektörün en büyük kuruluşları % 29 pay ile bir kamu kuruluşu olan TÜGSAŞ ve % 26.5’luk pay ile Tekfen Holding’e bağlı Toros Gübre oldu. Gübre sektöründeki kamu kuruluşlarının özelleştirilmesiyle milyonlarca çiftçinin temel üretim girdilerinden birisini oluşturan gübre fiyatları birkaç tekelci şirket tarafından belirlenir hale geldi. Devletin neoliberalleşmesi, yani girdi ve ürün piyasalarından çekilmesi, tarım kredisi piyasasını bankalara terk etmesi, tam da anlatılan eşitsiz ilişkiye izin veren ortamı yaratıyor. Küçük üretici piyasadaki büyük ve çoğunlukla da tek alıcı veya satıcı konumunda olan şirketlerle karşı karşıya gelmekte; onların dayattığı fiyatları ve koşulları kabul etmek zorunda kalıyor. Yani, küçük üretici ücretli işçi olmadan da kapitalist ilişki ağlarının içine girerek sömürülüyor. Durumun böyle olması nedeniyle, çiftçiler açısından tarımın sürdürülmesi dış borçlanmaya bağlı hale geldi. Bu nedenle de, Grafik 3’te görüldüğü gibi, 2004-2017 yılları arasında kullanılan tarımsal kredilerde çok hızlı bir artış oldu. 2004 yılında 2.4 milyar TL olan kısa vadeli krediler 2017 yılında 22 milyar TL’ye;  2004 yılında 2.5 milyar TL olan orta ve uzun vadeli krediler 2017 yılında 62 milyar TL’ye; 2004 yılında 209 milyon TL olan takipteki krediler 2017 yılında 2.4 milyar TL’ye çıktı. Böylelikle 2004-2017 yılları arası kullandırılan toplam nakdi kredi 5 milyar TL’den 86 milyar TL’ye çıktı.

Grafik 3: Türkiye’de Kullanılan Tarım Kedilerinin Gelişimi

Kısa vadeli krediler tohumluk, kimyevi gübre, bitkisel ve hayvansal üretimde ilaç kullanımı, akaryakıt vb. ihtiyaçlar için kullanılan ve vadeleri en çok 1 yıl olan kredilerdir. Bununla birlikte orta ve uzun vadeli krediler tarımsal işletmenin canlı ve cansız demirbaş unsurlarını oluşturan her türlü tarımsal araç-gereç, iş ve irat (gelir getiren) hayvanlarının sağlanması için ve yatırım amacıyla kullanılır.

Grafik 4’te dikkatinizi çekmek istediğim bir durum var. Kullandırılan tarımsal nakdi kredilerin (kısa + orta ve uzun krediler) içinde kısa ve orta-uzun vade kredilerin paylarındaki ağırlık gelişimi ilginç bir şekilde son 3 yılda aniden orta ve uzun vadeli kredilere kayıyor. İlk yıllarda oranlar başa baş iken 2006 yılı ile birlikte ağırlık kısa vadeli kredilere geçiyor. Burada kısa vadeli kredilerdeki önemli artış şu şekilde yorumlanabilir. Girdi maliyetlerinin çiftçiler aleyhine gelişmesi, devletin ürün-girdi piyasasından çekilmesi, çiftçilerin ürün-girdi piyasasını kontrol edenlere karşı yalnız kalması ve tarımsal desteklerin cari fiyatlarla artarken sabit fiyatlarla azalması gibi nedenlerden dolayı çiftçiler tarımsal üretimi devam ettirmek ya da günü kurtarmak amacıyla kısa vadeli kredilere eğilim göstermişler. Ancak daha sonra kısa vadeli kredilerin ağırlığı hızla düşmeye başlıyor. Bu ilk başta tarıma çok ciddi yatırımların yapılmaya başlandığı, çiftçilerin artık çoğunlukla mazot, gübre, ilaç, tohum almak için kredi almadığı bunun yerine arazi-traktör-alet-ekipman almak, çiftlik kurmak gibi amaçlarla kredi aldığı fikrini oluşturuyor. Ancak durumun daha başka olduğunu söylemek gerek. Bankalarda çalışan tarım kredi uzmanlarına göre orta ve uzun vadeli krediler iki neden dolayı arttı. Birinci neden Kırsal Kalkınma kapsamında kullandırılan kredilerden dolayı. Ancak bunun etkisi düşük. Zaten bu krediler de ödeme gücü yüksek olan zengin çiftçilere kullandırılıyor. Büyük etkiyi ise ikinci neden yaratıyor. O da şöyle: Bankalar ödemesi gelmiş ancak ödenmeyen kredileri takibe atmamak için bunları zamana yayarak yapılandırmaya gidiyorlar bununla birlikte diğer bankalara borcu olan çiftçiler başka bir bankadan orta ve uzun vade kredi kullanarak diğer bankalara olan borcunu kapatıyor ve borcunu zamana yayıyor. Örneğin Anadolu Bank’a tarım kredisi borcu olan çiftçi Denizbank’a gidip orta ve uzun vade kredi kullanarak Anadolu Bank’a olan borcunu kapatıyor. Yani kullandırılan orta ve uzun vade kredilerin çoğunluğu yatırım için değil.

Grafik 4: Türkiye’de Kullanılan Tarım Kedileri İçinde Kredi Türlerinin Paylarının Gelişimi

 

SON 30 YILDA YOK OLAN TARIM TOPRAKLARININ YÜZDE 70'İ AKP DÖNEMİNE AİT​

Çiftçilerin yoksullaşması, borçlanması, tarımın itibar kaybetmesi, gençlerin kırsalı terk edip tarımla uğraşmak istememesi, şehirlerin kırsala doğru genişlemesi ile gittikçe büyüyen hizmet ve inşaat sektörünün tarım arazilerine hücum etmesi tarım alanlarının AKP’li yıllarda hızla daralmasına neden oldu. 1987 ile 2002 yılları arasındaki 15 yılda 1 milyon 348 bin hektar (%5) azalırken, 2002 ile 2017 yılları arasındaki 15 yılda ise 3 milyon 203 bin hektar (%12) tarım arazisi yok oldu. Yani son 30 yılda yok olan tarım topraklarının % 70’i AKP’li yıllarda gerçekleşti.

Grafik 5: Türkiye’de Tarım Alanlarının Değişimi

TARIM İHRACATI İKİ KAT, İTHALATI 4 KAT ARTTI

Tüm bu gelişmeler doğal olarak tarım dış ticaretine de yansıdı. Tarım ihracatı ve ithalatı arasındaki fark neredeyse yok denecek düzeyde iken, giderek ithalat lehine açıldı. TUİK’in Uluslararası Standart Sanayi Sınıflamasına göre, 2002 yılında yaklaşık 1.7 milyar dolar olan tarım ihracatı 5.3 milyar dolara çıkarken, ithalatı ise yaklaşık 1.7 milyar dolardan 8.9 milyar dolara çıktı. Yani tarım ihracatı 2 kat artarken ithalatı 4 kat arttı. Bu durumun özeti şudur: Üretmeyen ithal eder ve bağımlı hale gelir. Tarımdaki dış ticaret açığı 3.6 milyar dolardır. Yani ihraç ederek kazanılan paranın % 68’i… 

Grafik 6: Türkiye Tarımının Dış Ticaret Değişimi

SONUÇ

Tarımda TZDK, SEK, TÜGSAŞ, İGSAŞ, TEKEL, EBK, TMO (Şimdi de Şeker Pancarı Fabrikaları) gibi ürün ve girdi piyasalarında etkin olan kamu kuruluşlarının özelleştirilmesi ve özelleştirmenin de önünü açan tarım politikalarının serbestleştirilmesiyle çiftçiler piyasanın vahşi koşullarına terk edildi. Bunun sonucunda çiftçiler yoksullaştı ve tarımı terk etmeye başladı. Tarım alanlarına inşaat ve hizmet sektörü hücum etti. Milyonlarca hektar tarım arazisi yok oldu.

Türkiye tarımında sorunlar kapitalizmin çözemeyeceği kadar birikti. Bir çöküş yaşanıyor. Aslında bu çöküşü ciddi ciddi gördükleri için  “Milli Tarım Projesi” ni ortaya attılar. Bu yüzden de gübreden KDV’yi kaldırıp mazot parasının yarısını biz vereceğiz diyorlar. Ancak hala tohum, gübre ilaç vb. girdi piyasaları uluslararası tekellerin kontrolünde ve piyasa mekanizmasının yarattığı sorunu piyasa mekanizmasıyla çözemezsiniz. Türkiye tarımında birikmiş sorunların çözümü merkezi planlamadır. Merkezi planlama sorunları toplum ve doğa yararına çözecektir. Bu kapsamda üç uygulama acildir:

  • Arazilerin toplulaştırılması ve tarımın bireysel değil kolektif yapılması
  • Ürün ve Girdi piyasalarının toplum adına devlet kontrolüne geçmesi
  • Dış ticaretin devlet tekelinde olması   

Tarih sınıflar mücadelesidir. Bir tecrübe biriktirir ve kendisini hatırlatır. Bakınız bu fotoğraftaki kişi Viktor Çernov’dur. Kendisi 1917 Rusya’sında Sosyalist Devrimci Partinin liderlerinden ve teorisyenlerindendir. Zamanında tarım konusunda da uzman olarak tanınmıştı. 1917 Şubat Devrimi’nden sonra Lvov’un başbakanlığında kurulan yeni hükümete Sovyetleri temsilen Sosyalist Devrimcilerden iki, Menşeviklerden iki ve bağımsız sosyalistlerden iki temsilci katıldı. Sosyalist Devrimcilerden katılan iki kişi ise Kerenski ve Çernov idi. Çernov bu hükümette Tarım Bakanı olarak görev aldı.   

      

Açıkça görülüyordu ki bu yeni düzenlemenin amacı, burjuva hükümeti üzerindeki denetimi geliştirerek Sovyet’in gücünü ve itibarını arttırmaktı. Sonuç tamamen farklı oldu. İşçileri temsil etmek için burjuva hükümetine katılan sosyalistler burjuvazinin ve eski devlet memurları sınıfının egemenliğindeki yönetim aygıtının etkisinden kurtulamadılar ve işçilerin gözünde itibar kaybettiler. Viktor Çernov da bu itibar kaybına uğramaktan kurtulamadı. Çünkü aldığı kararlar büyük toprak sahiplerinin lehine oldu. Burjuva sisteminde burjuva partilerinde emekçiler adına yapılacak şeylerin bir sınırı vardır. Ve aslında o sınıra kadar yapılanlar da emekçileri burjuva sistemi içinde tutmak için yapılan bir aldatmacadan başka bir şey değildir. Tam da bu nedenlerle burjuva ve sistem partilerinde solculuk adına yer alarak ya da bu partilerin “Parti Meclislerine” solculuk adına girerek mücadele etmek isteyenlere ya da mücadele etmek istemelerini anlamlı hale getirmek isteyenlere şunu hatırlatmak isteriz: Burjuvazi ve burjuvazinin temsilcileri ile masaya oturulmaz, pazarlık edilmez, vaatlerine asla inanılmaz. Bu bir kuraldır. Çünkü burjuvazi ve temsilcilerinin amacı bellidir: Sömürü düzeninin ne olursa olsun devam etmesi…   

Sonra cihan yanar, bizden de sizlere günaydın demek düşer…