İstanbul'da 100 TL'ye 'sanat' turu

İstanbul Kadıköy'de bulunan Yeldeğirmeni semtinin uğradığı dönüşümün ardından semte "sanatsal tur" kapsamında 100 TL bedelle ziyaretler düzenlenmeye başlandı.

Özge Ünlü

Aralık ayının ilk haftası Kadıköy’ün Yeldeğirmeni semtine düzenlenecek olan bir garip tur, sanat aracılığıyla gerçekleştirilen kentsel dönüşümün yaratacağı tahribatın nasıl meşrulaştırıldığının ilginç bir örneği olarak karşımıza çıktı.

Dönüşümün bir parçası olarak bugün yüzün üzerinde sanat atölyesinin bulunduğu Yeldeğirmeni’ne düzenlenecek olan “’Bobo’ Kadıköy: Yeldeğirmeni, Tasarım Bienali etkinlikleri ile” başlıklı “turistik” gezi programı bir semtin kimliğinin yok edilmesine dair tehlikenin vehametini gösteriyor.

“Kendiliğinden dönüşüm” olarak lanse ettikleri bu kültürel yıkımı bir “gelişme” olarak tarifleyen ekip, tur katılımcılarına bir rehber eşliğinde en etkili araç olan sanatla kentin nasıl pazarlandığının sunumunu yapmayı planlıyor.

Sordukları ve aslında cevapları ortada olan sorulardan planlanın sadece Yeldeğirmeni’nin yok edilen tarihi dokusu ile birlikte bölgede pıtrak gibi çoğalan sanat merkezlerine yapılacak basit turistik bir gezi olmadığı, bunun çok daha ötesinde bu dönüşümün sahiplenilmesi için zihinsel bir üretimin de zorlanacağı anlaşılıyor. Etkinliğin programı bir yana, başlığının “’Bobo’* Kadıköy” olması bile, bölgenin asıl sakinlerinden arındırılıp, yeni zengin kesim için bir yaşam alanı olarak tekrar yapılandırılacağını açıkça gösteriyor.

Geziye katılım kişi başı 100 lira. Ama merak etmeyin, vereceğiniz ücrete ziyaret edeceğiniz mekanlara yapılacak bağış ve bahşişler de dahil. Kısacası her şey düşünülmüş.

YELDEĞİRMENİ'NİN DÖNÜŞÜMÜ

Abdülhamit zamanı ordunun un ihtiyacını karşılamak için yel değirmenleri kurulan, 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra ise İstanbul’da ilk apartmanlaşmanın gerçekleştiği bir semt Yeldeğirmeni. 20. yüzyılın başlarında Haydarpaşa Garı ve demiryollarının yapımı için gelen mühendislerin yerleştiği, sonrasında da gar işçilerinin yaşam alanı olan semt, son yıllarda tarihi dokusundan sıyrılarak hızlı bir kimlik değişimine tanık olmaya başladı.

2010 yılında belediye tarafından ÇEKÜL Vakfı (Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma Vakfı) ile Kentsel Strateji işbirliği ve sanatçıların desteğiyle başlatılan Yeldeğirmeni Canlandırma Projesi bölgenin tarihi ve kültürel mirasına sahip çıkarak yerinde korumaya almaktan çok, belki de amacını aşan bir şekilde semtin çehresinin ve demografik yapısının değişmesine önayak oldu. Nihayetinde bir “soylulaştırma” projesi olarak karşımıza çıkan ve kentsel dönüşümün en iyi örneği olarak pazarlanan Yeldeğirmeni’ndeki bu zoraki dönüşüm “Kadıköy’ün yaşam kalitesini yükseltmek ve tasarım yoluyla güzelleşmesini sağlamak” olarak tarif ediliyor ve Yeldeğirmeni bir cazibe merkezi haline getiriliyor. Çok uzun yıllar özellikle dar gelirlilerin ve öğrencilerin yaşadığı semte bu proje kapsamında sanatçılar ve yabancılar akın etmeye başladı. Kadıköy’ün en eski sineması olan Özen Sineması yerine kurulan Tasarım Atölyesi Kadıköy (TAK)’ün önayak olduğu süreçte her geçen gün yeni atölyeler açılmaya, sanat merkezleri kurulmaya, semtin dokusuna son derece yabancı tepeden inme festivaller, şenlikler düzenlenmeye, sokaklar, tarihi binalar büyük duvar resimleriyle süslenmeye, boya firmalarının sponsorluğunda rengarenk boyanmaya başlandı. Bu işe öncülük edenler her ne kadar burayı insanların özgürce fikir üretecekleri bir mekan haline geldiğini, dönüşümün halkla el ele gerçekleştirildiğini ve halk tarafından benimsendiğini söyleseler de bu yanılsama uzun sürmeyecek gibi gözüküyor. Aslında bu bir yanılsamanın çok ötesinde canlandırma bahanesiyle gerçekleştirilen “soylulaştırma” projesinin önemli bir stratejisi olarak da değerlendirilebilir.

Yeni gelenler başta sadece atölyelerini burada konuşlandırırken bir süre sonra bölge sanatçılar, akademisyenler gibi yeni “aydın” çevrenin yaşam alanı da olmaya başladı. Demografik yapıdaki bu dönüşüm ve “elitleşme” nedeniyle müthiş artış gösteren emlak fiyatları karşısında, çoğu kiracı olan semt sakinleri ister istemez semti terk etmek zorunda kaldı. Buna karşılık kimliği yeniden kurgulanan semt sınıf atlayarak zengin kesime pazarlanacak bir bölge haline geliyor.

SANAT AYDINLATMIYOR MU?

Bir taraftan, bir semtin sanatçılarla dolup taşması, binalarına siyah boyalar yerine rengarenk resimlerin yapılması, sokaklarında festivallerin düzenlenmesi ne kadar kötü olabilir ki? Neticede sanatın olduğu bir yerin aydınlanması da söz konusu değil midir? Hele ki sanatçının nispeten halkla el ele verdiği bir durumda. Evet, bu noktadan bakıldığında Yeldeğirmeni’nin kültürel yapısı için oldukça avantajlı bir durum olduğunu söyleyebiliriz. Ancak Türkiye’nin siyasi yapısını ve belediyelerin bu siyasetteki konumlanışını göz önüne aldığımızda Yeldeğirmeni’nin de kendinden menkul bir örnek olmadığı kaygısı daha da artıyor.

Üstelik bölgeye düzenlenen geziler ve bu gezilerin konseptleri, ana akım medyada konuyla ilgili yapılan yayınlar, Yeldeğirmeni’nin şu anki yapılanmasının çok da masum sonuçlar doğurmayacağı tehlikesini yeterince açık gösteriyor. Hele ki yakın gelecekte hayata geçirilmesi planlanan Haydarpaşa Port projesini de hesaba katarsak, burada yaşatılan dönüşümün bilinçli bir adım olduğunu söyleyebiliriz.

Bölgenin Haydarpaşa Garı ile olan komşuluğu da Yeldeğirmeni için planlanan dönüşümün Haydarpaşa Port projesinden bağımsız olmadığının bir göstergesi. Tren garından Ayrılıkçeşmesi’ne kadar uzanan arazinin tamamının TCDD’nin olduğunu ve Haydarpaşa Port projesinin tüm bu araziyi kapladığını dikkate aldığımızda, hemen yanı başında bulunan ve bir zamanlar gar işçilerinin lojmanlarının da bulunduğu Yeldeğirmeni semtinde tarihi apartmanların birer birer inşaat sektörüne kurban gitmesi kaçınılmaz gibi gözüküyor.

Bu projenin tek sonucu elbette artan fiyatlar karşısında bölgeyi terk etmek zorunda kalan semt sakinleri olmayacak. Ekonominin ve kültürel hayatın hareketleneceği ya da zenginleşeceği umuduyla halk tarafından ilk etapta sahiplenilen ya da desteklenen bu kurgusal dönüşüm, dikkatli davranılmadığı ya da gerekli önlemler alınmadığı koşulda, ilerleyen zamanda kültürel çatışma ve dışlanma gibi çok daha yıkıcı sonuçlara neden olabilir. Bu bağlamda semtin alışık olmadığı bir yaşam tarzının giderek daha da rahatsız edici bir şekilde dayatılmasıyla tıpkı daha önce Tophane’de** örneğini yaşadığımız gibi semt sakinleri ile yeni gelenleri karşı karşıya getirmesi de kaçınılmaz olabilir.

*Bobo: Fransızca “boheme” ve “bourgeois” , yani bohem ve burjuva kelimelerinden türetilen bu yeni kavram burjuva olup, aynı zamanda bohem yaşam tarzını benimseyen kimseleri tarif ediyor. Kentli ve zengin olup genellikle yurtdışında iyi bir eğitim almış, yüksek gelirli işlere sahip ve özellikle güncel sanatla ilgilenip koleksiyonerlik yapan kimselerin temsil ettiği bu akımda kişiler zengin olmakla birlikte, rahatlık ve zevklerinden ödün vermedikleri bohem bir hayatı tercih ediyorlar.

** Tophane olayı: Mayıs ayında Tophane’de bulunan bir galerinin açılışında halk, açılışa katılan davetlilere saldırmıştı. Medyada mahallelinin galeri davetlilerine, galeride içki içildiği gerekçesiyle saldırdığı yansıtılsa da, meselenin zemininde galerilerin Tophane’nin kültürel dokusundan kopuk yapılanmaları, halkla hiçbir ilişki kurmayışları gibi çok daha temel sorunların yattığı biliniyor.