Hukukta Sol Tavır Derneği'nden OHAL KHK'leriyle ilgili önemli '30 gün' uyarısı

Hukukta Sol Tavrı Derneği'nden yapılan açıklamada, anayasa ve iç tüzük gereği OHAL KHK'lerinin yayımlandığı günden itibaren 30 gün içinde parlamentonun onayına sunulup karara bağlanması gerektiği, Meclis tatilde olduğu için denetim görevinin yapılmadığı, 8 KHK'nin 5'i için bu sürenin dolduğu vurgulandı. Açıklamada "Bu 5 KHK hukuksal süreçleri tamamlanmadığından…

Haber Merkezi

Hukukta Sol Tavrı Derneği'nden yapılan açıklamada, anayasa ve iç tüzük gereği OHAL KHK'lerinin yayımlandığı günden itibaren 30 gün içinde parlamentonun onayına sunulup karara bağlanması gerektiği, Meclis tatilde olduğu için denetim görevinin yapılmadığı, 8 KHK'nin 5'i için bu sürenin dolduğu vurgulandı. Açıklamada "Bu 5 KHK hukuksal süreçleri tamamlanmadığından hükümsüzdür" denildi. 

Hukukta Sol Tavır Derneği, OHAL KHK'leriyle ilgili çok tartışılacak hukuksal bir açıklamaya imza attı.

OHAL ilanından sonra çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin hukuki süreçlerinin tamamlanmadığını savunan Hukukta Sol Tavır Derneği, 8 KHK'den 5'inin 30 gün süresinin dolduğunu, yasal süreç tamamlanmadan uygulanan kararnamelerle yapılan işlemlerin de hukuksuz olduğunu açıkladı. 

İŞTE O AÇIKLAMA  

Hukukta Sol Tavır Derneği'nin "Türkiye AKP ülkesi yapılamayacak" başlıklı açıklamasının tam metni şöyle: 

AKP, iktidara geldiği 2002 yılı sonundan bu yana, demokratik ve laik cumhuriyet ilkeleriyle, devletin yapısıyla ve toplumun yaşam tarzıyla sürekli oynadı; dini siyasete, devlete ve topluma soktu… 2008 yılında demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine aykırı fiillerin odağı haline geldiği Anayasa Mahkemesi kararıyla saptandı ve yaptırım uygulandı.

Frene basmadı, sömürücü/gerici politikalarını uygulamaya devam etti. Her uygulamasını hukukla destekledi ve kendine özgü “AKP hukuku”nu yarattı; gün geldi kendi hukukuna kendisi uymadı, gün geldi çifte standart uygulamalara girişti. Anayasa’yı en fazla değiştiren, aynı zamanda en fazla ihlal eden siyasi iktidar oldu. Parlamentoyu işlevsizleştirdi, istediği Anayasa ve yasa değişikliklerini yaptı; yargıyı güdümüne soktu, istediği kararları çıkarttı, istemediği hak arama yollarını tıkattı.

15 Temmuz darbe girişiminden sonra olağanüstü hal (OHAL) ilanıyla birlikte Anayasa’yı ve hukuk rejimini yok sayan kanun hükmünde kararnameler (KHK) devrede. 38 gün içinde 8 KHK yürürlüğe girdi.

Ve hukuk devleti sona erdi; AKP’nin tasarrufuyla yürürlüğe giren OHAL KHK’leri, sözde hukuk belgeleri olarak her şeyi düzenliyor; temel hak ve özgürlükleri durduruyor, kurumları kapatıyor, kamu kaynaklarını talan ediyor, mülkiyeti devrediyor, devleti yeniden yapılandırıyor; çalışanları haklarını yok sayarak işlerinden çıkarıyor, mesleklerini ellerinden alıyor.

Artık onbinlerce kamu görevlisi, darbe girişimiyle somut bağ kurulmadan, damgalanmış olarak işsiz ve güvencesiz; bir daha kamu hizmetinde görevlendirilmeyecek. Ama AKP kadrolaşmaya devam ediyor. Kayyum atanan, TMSF’ye devredilen özel sektör çalışanlarının durumu ve başlarına ne geleceği ise belirsiz.

Olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda KHK çıkarılması gerekirken, hemen her şey KHK konusu yapılıyor. OHAL KHK’lerine olağanüstü hal süresi içinde uygulanacak hükümler yazılması gerekirken, olağanüstü hal sonrası için hüküm doğuracak maddeler yazılıyor.

OHAL KHK’leri yayımlandıkları gün parlamentonun onayına sunulup, en geç 30 gün içinde görüşülüp karara bağlanması gerekirken, parlamento tatilde ve denetim görevini yapmıyor. 8 KHK’nin beşi için 30 günlük süre doldu. Bu 5 KHK, hukuksal süreçleri tamamlanmadığından hükümsüzdür.

Anayasa gereği, OHAL KHK’leri Anayasa Mahkemesi’nin denetimine tabi değil ama bu KHK’lere anayasal ilkelere aykırı olarak konulan ve OHAL’in gerekli kıldığı konular dışında kalan kurallar anayasal denetime tabi. Ana muhalefet partisi ya da 110 milletvekili bu denetim için iptal davası açmakta gecikti ve anayasal denetim engellendi. Şimdi pazarlık sonrası kimi KHK’lerin kimi maddeleri için iptal davası açılıyor, hükümsüz olan KHK’lere ve dava açılmayan maddelere meşruiyet kazandırılıyor.

OHAL KHK’leriyle hakları ihlal edilenler, korkuyla ve “mahkemeye başvurulmaz” söylentisiyle yargıda haklarını aramaktan çekiniyor; yargı denetimi örtülü olarak engelleniyor.

Yargı zaten OHAL uygulamasıyla katledilmiş durumda: üçbini aşan yargıç ve savcı meslekten men edildi, gözaltına alınanlar işkence gördü, bir kısmı tutuklandı. Yargı tıkandı, yargı baskı altında, yargıç ve savcı meslekten men edilme korkusuyla sinmiş ve yandaşlaşmış durumda; eğitimini tamamlamayan adaylar yargıç ve savcı olarak atanıyor.

AKP, herkesi “darbeci” kapsamında potansiyel suçlu olarak görüyor. Anayasa’nın 15. maddesi, OHAL döneminde temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının durdurulmasına sınırlı olarak izin verirken, “suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz” demek suretiyle “masumiyet karinesi”ni olağanüstü hal döneminde de koruma altına almasına karşın AKP kendisini mahkeme yerine koyuyor; KHK’lere eklediği listelerle onbinlerce kişiyi suçlu ilan edip yaptırım uyguluyor.         

Burası AKP ülkesi yapılmak istenen Türkiye ve AKP, OHAL’i fırsata çevirerek, iktidarı boyunca işlediği suçları ört pas etme peşinde. Yaptıklarına, “darbe girişimine karşı milli mutabakat” diyerek düzen muhalefetini de ortak ediyor. Muhalefetin eleştirileri AKP gürültüsü içinde cılız kalıyor.

Aynı sınıfsal temel ve ideolojik yapıya sahip odakların taraf olduğu darbe girişiminden sonra, OHAL ilanıyla birlikte AKP’nin sermayeyle uyumlu kendi düzenini kuracağı, geniş tasfiye, kadrolaşma ve mülkiyet paylaşımını gerçekleştireceği KHK destekli, gerici ve kaotik bir ortama geçildi. OHAL’in toplumsal maliyeti, kendi sözleriyle “sivil ölüm”e ulaşan boyutta… Çalışma yaşamı, köleleştirmeye dönüştü, haklar yok edildi; adalet kavramında onarılması olanaksız yaralar açıldı.

Türkiye’de, Anayasa yürürlükte ama yasama ve yargının da desteğiyle, demokratik ve laik hukuk devleti sona erdi. Artık hiç kimse “KHK’lere karşı dava açılamaz; şöyle olursa açılır, böyle olursa açılamaz; şu mahkemede açılır bu mahkemede açılamaz” gibi masumiyet sahteliğine sığınmak ve “usul tartışmaları” içinde çaresizliği oynamak zorunda değil. Etkin denetim yollarının tümü, hem de binlerce, onbinlerce mağdur tarafından kullanılmalı; suçluluğun hükmen sabiti ve suçlu olmayanların haklarını almaları için her tür hak arama yoluna başvurulmalıdır.   

Ancak, sermayenin, emperyalizm ve gericiliğin kendi çıkarları için, halkı ve emekçileri daha fazla sömürmek için el attığı hukukun, “adaletin hukuku” olamayacağı; egemen sınıfın sömürü hukukunun, gerçek adaleti dağıtamayacağı da bilinmelidir.

Seçeneksiz değiliz; ezilen, sömürülen, baskı ve şiddete uğrayan, gericiliğin batağına itilen halk ve emekçiler seçeneksiz değil. Hukuksuzluğun hukukla desteklendiği bu belirsizlik ortamına sığmayanlar mücadeleyi bırakmıyor, hem hukuk yollarını sonuna kadar zorlayacak girişimleri devreye sokuyor hem de geleceğin düzenine yelken açıyor.  

Seçenek var ve gerçekleşmesi olanaklıdır. Yolu, aynı ortamdan beslenen “milli mutabakat”, “sözde demokrasi”, “sermaye düzeninin istikrarı içinde demokrasi ve hukuk” yandaşlığı değil; emekçi halkın örgütlü ve gerçek adalet mücadelesidir. Bu mücadele, hem emperyalizmin, sermayenin, gericiliğin ve hepsine siyasal iktidarlık yapan AKP’nin tüm suçlarına karşı hem de OHAL düzeniyle ve hukukuyla yapılan hukuksuzluk ve adaletsizliklere karşı bütünseldir; umutludur, gerçekçidir.