Fehmi Koru: Gülerce'ye verilen misyonu anlamıyorum

Yeni kitabı 'Ben Böyle Gördüm'le cemaat ve AKP arasındaki süreci anlatan Fehmi Koru, Gülen Cemaati'nde 30 yılını geçiren Hüseyin Gülerce'nin bir anda saf değiştiremesini anlayamadığını söyledi.

11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'yakın bir ilişkide olan Fehmi Koru, Hürriyet gazetesinin kendisine 2 kere ettiği yazarlık teklifini reddettiğini ancak tekrar bir teklifte bunu düşünüceğini söyledi. Koru, “Olur mu olmaz mı bilmiyorum, şu an böyle bir şeyin olacağını da zannetmiyorum” dedi.

Koru, Star yazarı Hüseyin Gülerce’nin uzun yıllar cemaatin görünen yüzü olduğunu söylerken, “Kendisiyle Zaman’da beraber çalıştık. Yani birden bire insan 30 yıl içinde olduğu toplumsal yapıya karşı bu kadar değişemez” diye konuştu.

Kayyum atanan Zaman gazetesinin genel yayın yönetmenliğini de yapmış olan Koru, “Gazeteye kayyum atanmasına karşıyım, biz askeri dönemler de yaşadık, o zamanlar bile gazeteye el koyma yoluna gidilmemişti” dedi.

Koru’nun Medyaradar’dan Alev Gürsoy Cimin’e yaptığı açıklamalardan bir bölüm şöyle: 

Cemaatle bu kavganın hemen ardından saf değiştiren bir isim var. Hüseyin Gülerce. Size ve Pensilvanya ziyaretinize yönelik eleştirileri vardı. Nedir Gülerce ile ilgili görüşünüz?

Eleştiri değildi aslında yaptığı, Pensilvanya ziyaretim için değerlendirmede bulunmuştu.  ‘Fehmi Koru’ya bir kumpastı ve onu alet ettiler’ dedi.  Ben öyle düşünmüyorum. Fehmi Koru’ya Pensilvanya’ya git diyenler bizzat Cumhurbaşkanı ve Başbakandı. Dolayısıyla böyle bir kumpasın içerisinde olmam mümkün değildi. Gülerce’yi çok eskiden beri tanıyorum. Cemaatin uzun yıllar en önemli görünen ismiydi. Zaman Gazetesi’nde belli dönemlerde beraber çalıştık. Son zamanlarda kendisine verilen misyonu anlamakta zorluk çekiyorum. Yani birden bire bir insan 30 yıl içinde olduğu toplumsal bir yapıya karşı bu kadar değişemez. Elbette küsebilir, ayrılabilir, eleştirebilir o yapıyı ama bu kadar sert ve yok edici bir dille bunu yapmaya çalışması benim pek alışık olduğum bir durum değil. Kendisine kitapta çok da eleştirel bir dil kullanmadım.

Gelelim medyaya ve en önemlisi Hürriyet’e. Hürriyet yazarlarının ard arda sizi özleyen yazılar kaleme alması, hemen akabininde sizin orada yer alan röportajınız ve ardından Abdülkadir Selvi gibi bir ismin oraya transfer olması. Durum böyle olunca akıllara şu soru geldi. Koru da mı Hürriyet’e geçiyor? Var mı böyle bir şey?

Böyle bir şey yok. Olsaydı zaten herkes kolayca duyabilirdi. Nasıl Abdülkadir Selvi’yi duydularsa beni de duyarlardı. Böyle yakıştırmalar her daim oldu benimle ilgili.

Fehmi Koru sık sık Aydın Doğan’ı eleştiren ama bir yandan da onun yakınında olmak isteyen bir adamdı. Hep bir Hürriyet hayali vardı içinde diyorlar sizin için. Merak ediyorum görüşünüzü?

Ben eleştirdiğim kişilerle birlikte olmam diye bir prensibe sahip değilim. Gelelim Hürriyet hayalime! Bana Hürriyet iki kez teklifte bulundu, iki kez de ben bunu reddettim. Hatta bir defasında bir devlet adamı ile yurt dışına gittiğimizde uçakta bütün gazetecilerin içinde Ertuğrul Özkök bana transfer teklifinde bulundu ve ben bunu kabul etmedim.

Neden kabul etmediniz?

Neden kabul edecektim? Benim kendime göre belirlediğim ilkeler var. İçimde de hiçbir zaman öyle Hürriyet hayali, özlemi olmadı. Bunlar uydurma. Ama Hürriyet bana yeniden bir teklifte bulunsa bu kez düşünürüm. Olur mu olmaz mı bilmiyorum, şu an böyle bir şeyin olacağını da zannetmiyorum. Mesela ben Star’da yazarken oradan kopma noktasına gelmiştim ve bana Habertürk’ten teklif geldi. Hiç düşünmeden kabul ettim, oysa oradan daha önce de teklif gelmiş ve ben bunu reddetmiştim. Her şeyin bir zamanı var.

Yazmak da bir gazetecinin içine işlediği zaman bırakamıyor, özlemişsinizdir hiç kuşkusuz ki?

Yok hayır. Teklif meselesi bu eğer teklif etmezlerse yazamıyorsunuz işte. Kitap yazıyorsunuz.

Cemaat ile iktidar kavgası devam ederse siz bir 3 kitap daha yazarsınız galiba?

Yok, artık cemaat olayını geride bıraktım. Yazacağım daha pek çok şey var, bu dört kitaplık bir dizinin ilk kitabıdır. Bundan sonra yazdıklarımda cemaat olayı falan değil, benim içeriden yakın tanığı olduğum ve pek çok toplantı da aldığım izlenimler var. İkinci kitabımda bu izlenimlerimi yazacağım. Dünya ve Türkiye bu kitabın içerisinde, yönetimler de tabii. Mesela halk sandıktan iktidarları çıkarıyor ama bunların arkasında güç odakları ne kadar rol oynuyor bunlar benim eskiden beri çok merak ettiğim konulardır. Davos'lara defalarca katıldım oralarda gözlemlerim var. İkinci kitabımda bunları yazmayı düşünüyorum. 

Merak ettiğim bir şey daha var sizinle alakalı, şu Taha Kıvanç mahlas olayı.Neden kullanıyorsunuz? Neden iki isim? Hangisi daha gerçek, Fehmi Koru mu, Taha Kıvanç mı?

İkisi de gerçek. Birbirinden farklı değil, zaten ilk günden beri herkes bu durumu biliyordu, Taha Kıvanç isminin altında benim olduğumu. Zaten hiçbir zaman da bu ismi saklamadım.

Neden öyle bir isim?

Aynı gazete de iki farklı sütun, farklı bir şekilde yazılan biri daha ciddi ve daha başyazı niteliğinde…

Hangisi daha adil?

İkisi de dürüst ve adil, ikisi de samimi, ikisi de ben. Tabii netice de herkes benim yazdığımı bildiği için onların muhatabı benim. Ben uzun yıllar Taha Kıvanç adı altında insanlarla, kurumlarla irdeleyerek medya patronları ile ilgili, kurumlarla ilgili, askerlerle ilgili birçok şey yazdım. Herkes birbirine dava açıyor. 30 yıllık yazı hayatımda benimle ilgili açılmış dava var ama önemsenecek hiçbir dava yoktur. Toplam açılan dava sayısı da 5’i geçmez. O bakımdan yazdıklarım konusunda çok titiz davranmışımdır. Birkaç kere doğruluğunu tespit etmeden hiçbir şeyi yazmam. Duyduğum şeyler eğer sadece duyumsa ötesine ulaşamamışsam onun duyum olduğunu, her türlü eleştiriye ve yalanlamaya açık olduğunu belli edecek tarzda yazılar yazmışımdır. Bana gönderilen her açıklamayı yazdığım doğru veya yanlış olsa da mutlaka aynen vermişimdir. Dolayısıyla bir gazetecinin uygulaması gereken her şeyi uygulayarak yazılarımı yazmışımdır. O bakımdan ikisinin farklı olması aynı gazetede iki farklı sütunun aynı isimle yazılmasının biraz fark edildiğinde yadırganacağı endişesiyle yapılmıştır. Türk tarihinde ve dünyada da bunun çeşitli örnekleri mevcuttur. Aziz Nesin mesela hem kendi adıyla hem de 20’ye yakın isimle gazete ve dergilerde yazmıştır. Onun için benim yaptığım yadırganacak bir şey değildir. İki isim kullandım ve ikisinden de ben mutluyum.

Medyayı nasıl buluyorsunuz?

İyi bulmuyorum. Bu nedenle de şu anda dışında kaldığıma da üzülmüyorum. İnsanlar tarafından tanındığım için dışarıda insanlar beni gördüğü zaman gazeteci olarak benimle konuşuyorlar.

Size göre medyanın en büyük problemi nedir?

İnsan unsurudur. İnsanlar kendilerini ilkelerle birlikte çok sınırlı görmüyorlar. Gazetecilik dünyanın en disiplinli işi olmak zorundadır. Bizde disiplin zaten gevşekti. Şimdi tamamen ortadan kalktı. Eskiden bu işin ustaları önünüze gelen bir haberi muhatapları ile bizzat görüşerek, bir kaynağa dayandırmadan ve mutlaka ikinci bir kaynağa da dayatarak değerlendirirlerdi. İnsanlar şimdi aklına gelen her şeyi yazıyorlar. O aklına gelenler de pek akıl süzgecinden geçmiş haberlere benzemiyor.

İktidarın medya üzerinde bir etkisi, baskısı var mı?

Var tabii ki. Sonuç olarak hiçbir iktidar gazetecileri sevmez. Ben bugüne kadar gazetecileri seven bir iktidar görmedim. Sadece bizim ülkemizde de değil, dünyanın her tarafında gazeteciler iktidarlar tarafından sevilmez. En şaşırdığım olay bir İngiliz gazetesinde okuduğum olaydı. Panama belgeleri yayınlandı ve suçlananlardan bir tanesi İngiliz Başbakanı’ydı. Geçenlerde bir konuşma yapmış ve o konuşma içerisinde gazetecileri tebrik etmiş. Panama belgeleri bulan, ortaya çıkaran gazeteciler çok cesur davrandılar, kendilerini tebrik ediyorum ifadesini kullanmış. Bu durum beni açıkçası şaşırttı. Çünkü aynı başbakanın gazetecileri suçlayan açıklamaları olmuştu. Obama da zaman zaman basın özgürlüğüne sahip çıkıyor hem de gazetecileri eleştirebiliyor. Gazeteciler iktidarlar tarafından sevilmez. Bugün Türkiye’deki medyanın karşı karşıya olduğu sorun sadece bir sevgi sorunu değildir. Türkiye medya düzeni çok farklı ve demokratik ülkelerde olması gerektiği gibi değil.

Kitabı yazarken Zaman Gazetesi'ne kayyum atanmamıştı. Onu atladınız?

Atlama değil de 1 Nisan’dan öncesini alamadık.

Üzgün müsünüz, neticede genel yayın yönetmenliğini yaptığınız bir gazeteydi? 

Bu uygulamanın dünyada bir örneğini görmediğim için hem de Türkiye’de de ilk defa olduğu için karşıyım. Biz askeri dönemler yaşadık, o dönemlerde bile gazetelere el konularak onların varlıkları başkalarına devredilme yoluna gidilmemişti. Ben bu tür durumları yadırgıyorum. Evet, rahatsız olunabilir, rahatsızlıklara karşı alınabilecek tedbirler vardır; ama bu özgürlükleri kısıtlama yoluyla değil daha da açma yoluyla yapılır. Siz de kendinizi destekleyen gazeteleri destekleyebilirsiniz ama bu başkalarını ortadan kaldırmayı meşru bir yöntem haline getirmemesi lazım. Benim görüşlerim eskiden beri böyle şimdi söylediklerim yeni bir görüş değil. Ben daha AK Parti kurulmadan önce de bunları savunuyordum. AK Parti geldiğinde Türkiye’nin ilk en özgür basın yasasını hazırlayıcılarının arasındayım. İktidar gazetecileri toplayarak bir zirve gerçekleştirmişti. Orada da fikirlerimizi açıklamıştık. Hakikaten de şu anda mevcut olan Basın Yasası da ileri bir basın yasasıdır. Ama başka yasalar Terörle Mücadele Yasası, Türk Ceza Yasası aklınıza gelebilecek her türlü yasa da bu yasaların içerisine öyle maddeler konuldu ki artık o basın yasasının özgürlük sınırı çok daraltılmış oldu.