Evrim de sürüyor, aydınlanma mücadelesi de...

AKP'nin okullarda yasaklayıp sansürlediği evrim ünitesi, kamuoyuna sunulan 'Kayıp Ünite: Evrim' kitapçığı sayesinde ilgi görmeye ve okunmaya devam ediyor. Evrim kuramı etrafında dönen tartışmalar esasen bilimsel dünya görüşüne dair tartışmalar olduğundan, evrim kuramı ile bilimsel dünya görüşü arasındaki ilişkiye dair kimi soruları, kitapçığı hazırlayan ekip soL okurları için…

Haber Merkezi

Evrim fikrinin ve kuramının gerici saldırılar karşısında savunulması, aydınlanma mücadelesinin değişmez başlıklarından bir tanesi.

AKP gericiliğinin bu başlıktaki son hamlesi, evrim kuramını ders kitaplarından çıkarmak oldu.

Buna karşılık Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi’nin öncülüğünde, Bilim ve Aydınlanma Akademisi ve Evrim Çalışkanları’nın desteğiyle hazırlanan ve kamuoyuna sunulan “Kayıp Ünite: Evrim” kitapçığı ilgi görmeye ve okunmaya devam ediyor.

Kitapçığın içeriğinde de görüldüğü üzere, evrim kuramı etrafında dönen tartışmalar esasen bilimsel dünya görüşüne dair tartışmalar olduğundan, evrim kuramı ile bilimsel dünya görüşü arasındaki ilişkiye dair kimi soruları soL okurları için yanıtladık...

“Bilimsel dünya görüşü” ile neyi kast ediyoruz?

Biraz kaba bir tanım yapmak pahasına, kısaca açıklayalım. Bilimsel faaliyette üretme işi, belirli kurallar çerçevesinde yapılır. Bu kuralların genel özellikleri şunlardır: belirli varsayımlar altında, olgular arasında nedensellik ilişkileri kurulur; bu ilişkileri destekleyen deney ve gözlem kaynaklı veriler aranır; destekleyen veriler bulunuyorsa, bu nedensellik ilişkileri üzerinden öngörüler yapılır; yine, öngörüleri destekleyen ampirik veriler aranır; bu veriler bulunuyorsa, yeni öngörüler yapılır… Kurulan nedensellik ilişkilerini veya yapılan kimi öngörüleri desteklemeyen veriler biriktiğinde, yeni nedensellik ilişkileri aranır ve aynı zamanda, doğruluğu belirli bir veri grubu içinde (bir anlamda, yaklaşık olarak) desteklenmiş önceki nedensellik ilişkileri de, yeni ilişkiler bağlamında açıklanır. Eğer elimizde ilgili nedensellik ilişkilerini kurmaya yarayan bir sistem varsa, bunu bir kuram olarak adlandırırız. Tabii ki bu sistemlerin de zaman içinde eskimesi, daha gelişkin yeni sistemlerin bunları aşması mümkündür; yukarıda bahsettiğimiz nedensellik ilişkileri için olduğu gibi.

Buradan nasıl bir dünya görüşü çıkıyor?

Bu yaklaşımı, içinde yaşadığımız koşulları, toplumu, dünyayı anlamak için de kullanabiliriz. Kritik unsurlardan biri, üreteceğimiz görüşlerin olgularla sınanmasıdır. Örneğin iki ülke arasında nükleer silahların miktarı nedeniyle yaşanan bir gerilimi, o ülkelerin başındaki kişilerin “iyi insanlar mı kötü insanlar mı” olduklarına bakarak değil, nükleer silahların ne işe yaradığını ve bunun siyasi güç dengelerini nasıl etkilediğini dikkate alarak anlamaya çalışmak gibi. Başka bir kritik unsur, bir görüş üretme sistematiğimizin, yani bir muhakeme usulümüzün olmasıdır. Örneğin aynı olguyu gözlediğimiz iki farklı örnekte, birbiriyle ilgisi kurulamayan açıklamalar getiriyorsak bir sistematiğimiz yok demektir. Başka bir kritik unsur ise hiçbir argümanın sorgulanamaz olmamasıdır; örneğin bir kuramın temeline koyduğumuz varsayımlar dahi, başka veya daha genel bir kuram bağlamında sorgulanabilir. Belirli argümanların veya kuramların belirli dönemlerde sürekli olarak destekleniyor olduğunu görsek dahi, o argüman veya kuramların sorgulanamaz itikatlara dönüşmesi için bir neden yoktur.

Bu dünya görüşünün siyaset ve hukuk alanında ortaya konmasının kimi sonuçları arasında şunları sayabiliriz: Siyasi egemenliğin kaynağını tanrısal bir iradede değil bir “toplum sözleşmesi”nde tarif etmek, insan aklının ürünü olan yasalara tabi bir toplumsal düzende o yasalar önünde eşit yurttaşlar olmak, yasalarla tarif edilmemiş ve egemen kişilerin keyfiyetiyle belirlenen kuralların, suçların ve cezaların olmaması… Elbette insanlık burada durmadı, örneğin toplumsal eşitsizliklerin kaynağının üretim ilişkilerinde yattığını, bu ilişkilerin iradi olarak değiştirilmesiyle eşitsizliklerin de yok edilebileceğini de iddia etti ve gösterdi. Yani, hayatımızı derinden etkileyen bir meseleden söz ediyoruz.

Evrim neden sürekli hedefte? Gericiler “evrim kuramını çürüterek” ne kazanmayı umuyor?

Evrim kuramı, dünya üzerinde yaşamın nasıl çeşitlendiğine ilişkin bir kuram ve dolayısıyla insan varoluşuyla da ilgileniyor. Çeşitli dinlerde insanın ortaya çıkışına dair anlatıların bu fikirle çelişip çelişmediği bir yana, doğada ve toplumda değişimin mümkün olması fikri, insanlara verili koşulları (dolayısıyla eşitsizlikleri) kabullenmeyi öğütleyen inanışların etkinliğini sürdürmesine karşı bir tehdit olarak görülüyor ve sürekli olarak gericiliğin hedefinde kalıyor. Bunun yanında, evrim kuramı, insanları bilimsel bir dünya görüşüne yönlendiriyor, bunun muhakeme usullerini öğretiyor. Bu özellik aslında yalnızca evrim kuramına mahsus değil, modern bilimin genel bir özelliği. Fakat değişimin mümkün olması fikriyle birleşince, gericiler açısından iyice tehlikeli hale geliyor ve saldırıya maruz kalıyor.

Bu tartışmanın başka bir ilginç yanı da, çoğunlukla eğitim sistemiyle ilgili bir başlık içermesi. Okullarda evrimin öğretilmemesi için verilen uğraş, bu mümkün olmuyorsa yaradılış inancı ile aynı bağlamda bir “varsayım” (varsayım yerine yanlış bir kullanımla “sadece bir teori” deniyor) olarak ele alınması, “evrim ve yaradılış” şeklinde bir çelişki tarif edilip çocukların taraf seçmeye zorlanması veya “farklı görüşlere yer verme” şeklinde bir demokratlık oyunu oynanması, evrim fikri özelinde bilime dayalı bir dünya görüşünün mahkum edilmesi ve insanların bu türden görüşlerden uzak tutulması amacını taşıyor. Burada esas dert, insanın kendi “kaderine” dair irade gösterme potansiyeli; zira kendi varlığını anlaşılabilir, müdahale edilebilir bir olgu olarak kavrayan insanın, yaşadığı dünyaya müdahale etme eğilimi göstermesi olasılığı her zaman vardır. Bu da, adlı adınca siyasi bir olasılıktır ve gericiliğin iktidarda (en azından iktidar ortağı konumunda) olduğu coğrafyalarda iktidar nezdinde bir tehdit olarak görülmektedir. Yani amaç, insanları daha çocukken dünyayı mevcut haliyle kabullenmeye, en azından değiştirme iradesi göstermemeye ikna etmektir. “Yoksul olarak yaratıldıysak, bunun bir nedeni olmalıdır; ve bu yaradılışı kabullenmek, bu dünyanın sonrasında büyük ödülleri kazanmamıza olanak sağlayabilir…” gibi.

Dinsel anlamda yaratılış inancının derslerde anlatılması neden sorun olsun?

Yaradılış inancı, ülkemizde Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi veya benzeri dersler içinde konu ediliyordu. Dolayısıyla, bu konuyu biyoloji dersinin içeriğine dahil etmeye çalışmanın iyi niyetli bir girişim olmadığı hemen anlaşılabiliyor. Ancak, maalesef, bugün daha fazlası var: artık bir dersten değil, bir dinin anlatıldığı birden fazla din dersinden söz ediyoruz ve bunlar resmen olmasa da fiilen zorunlu kılınmak isteniyor. Bu derslerde İslam dininin belirli bir mezhebinin öğretilmesinin, çocuklarımıza “daha geniş bir dünya görüşü” kazandırma amacı taşımadığı açık olsa gerek. Bu bir toplum projesi; kendine modern bilimi rehber edinen değil tarikatlar ile tanımlanan bir toplum, birey ve yurttaş olma vasfını kaybetmiş müritler ve insan aklının ürünü olan meşruiyet kaynaklarına değil bu müritlerin biatına yaslanan bir iktidar mekanizması… Böylesi bir projede yaradılış inancına veya herhangi bir inanca dair bir “entelektüel tartışma” aramak hangi sözcüklerle değerlendirilir, bunu okurlarımıza bırakalım.

Evrim kuramı ve yaratılış inancı aynı bağlamda ele alınabilir mi?

Sorunun yanıtı içinde gizli: Evrim bir kuramdır, yaratılış ise inançtır. İnançlar, kategorik olarak, sorgulanamaz öğeleri vasıtasıyla tanımlanır; kuramlar ise hiç bir önermenin sorgulanamaz olmadığı bir akıl coğrafyasının sakinleridir. Dolayısıyla, örneğin yaradılışı bir kuram olarak ifade etmek mümkün değildir. Tersinden, evrimi de bir inanç olarak ifade etmek mümkün değildir. Kuramlar, mantıksal yapıları itibarıyla, yanlışlanmaya açık olmak zorundadır; fakat bir inancın, en azından sorgulanamaz unsurlarının, yanlışlanmaya açık olması mümkün değildir. Örnek verelim: bilim insanları, evrim kuramını destekleyen veriler olarak sunulan, örneklerini “Kayıp Ünite: Evrim” kitapçığında da bulabileceğimiz bulgular yerine, türlerin birbirinden bağımsız şekilde ortaya çıktıklarına işaret eden bulgulara ulaşmış olsalardı, evrim kuramı yanlışlanmış olurdu. Evrim kuramının yaklaşık 200 yıllık bilimsel verilerle destekleniyor olması, mantıksal yapısı itibarıyla yanlışlanabilir olmasına engel değildir. Buna karşın, örneğin antik çağda çok tanrılı bir dine inanan kişilerin, kendi tanrılarının varlığını ispatlamaya girişmesi, var olmadıklarını ispatlama olasılığını da baştan kabul etmeyi gerektirir ki, bu da inancın tanımı gereği anlamsızdır. Ve fakat bu durumun örnekleri, bilim tarihinde mevcuttur. En bilinen örneklerden biri, ünlü Michelson - Morley deneyidir. İçinde ışık dalgalarının yayılabildiği ve “esir” olarak adlandırılan bir mekanik ortamın varlığını göstermek fikriyle yapılan deney, böyle bir mekanik ortamın var olmadığını göstermeye yaramıştır. Michelson ve Morley bu olasılığı baştan kabul etmişti ve sonuçlarını kendi beklentileri doğrultusunda yorumlamaya çalışmadılar. Aynısını inançlar düzleminde yapmak ise mümkün değildir.

Evrim fikriyle barışık bir inanış mümkün değil mi?

İnsanın varoluşuna dair dinsel inanışlarla “doğada bir tür olarak evrilen insan” fikri arasında bir çelişki olduğu görülüyor. Ancak bu çelişkinin toplumsal kaynaklı mı, yoksa mantıksal bir zorunluluk mu olduğu sorusu yine de meşru bir soru olarak ele alınabilir. Her ne kadar çeşitli dinlerin inananları arasında bilimsel bulgularla barışık olmayı tercih eden teolojik yorumlar görülebiliyor olsa da, toplumsal kurumlar olarak dinlerin hakim söylemini verili sınıfsal ilişkiler belirlediğinden, evrim fikrinin teolojik olarak kabul edilebilir olup olmadığı sorusu anlamını yitiriyor. Bu sebeple, böyle bir teoloji mümkün olsa dahi, bunu aramanın aydınlanma mücadelesine bir katkısının olmayacağı anlaşılıyor. Daha kötüsü, böylesi arayışların genelde mücadeleden düşmekle sonuçlandığını, “bilimle barışık bir teoloji” arayışının “laiklikle barışık bir teoloji” arayışına evrildiğini ve sonuçta dinsel referanslara dayanan bir siyasetin kabulüne götürdüğünü yakın tarihimizde bir kez daha tecrübe etmiş bulunuyoruz. Dolayısıyla, evrim fikriyle barışık bir teolojinin mantıksal açıdan olanaklılığı sorusuyla uğraşmak isteyen herkesi, sınıfsal eşitsizlikleri meşrulaştırmaya çalışan inanç sömürüsünün ortadan kaldırıldığı bir toplumsal düzeni kurma uğraşına davet ediyoruz; zira bu tartışmanın bir anlamı olacaksa ancak bu koşulda olabilir.

Evrim karşıtlığıyla nasıl baş edeceğiz?

Bu soru soL Haber sayfalarında çokça yanıtlandı, bu yanıtların hepsini özetlemeye gerek görmüyoruz. Bununla birlikte, “Kayıp Ünite: Evrim” kitapçığıyla ortaya konan bir çabanın, bugün açısından özel bir önem taşıdığını belirtelim. Bu önem, evrimi öğretme inadından kaynaklanıyor. AKP gericiliği kitaplardan çıkarsa da ne evrim kuramı, ne de bilimsel dünya görüşü ilerici insanların beyinlerinden silinemiyor, dolayısıyla da bunları insanlarımıza öğretmek her şeye rağmen mümkün oluyor. Kitapçık, bu bağlamda bir araç olarak işlev kazanıyor. Öğretmek için gerekli yetkinliğe sahip herkesi, “evrim öğretme inadı”nın parçası olmaya davet ederek bitirelim.