Çorlu tren faciasında oğlunu yitiren Mısra Öz Sel: Çocuklara bile ölümü öğrettiler!

Çorlu'da resmi kayıtlara göre 25 kişinin yaşamını yitirdiği tren kazasında hayatını kaybeden 9 yaşındaki Oğuz Arda Sel'in annesi Mısra Öz Sel, ülkenin her yerinde çocukların öldüğünü ve kimsenin sesini çıkartmadığını söylüyor. Mısra Öz Sel ve yakınlarını kaybeden diğer aileler Çorlu Adliyesi önünde başlattıkları Adalet Nöbeti'yle seslerini duyurmaya çalışıyorlar.

Hatice İkinci

Oğuz Arda, Rabia Naz, Muhammed, Furkan, Şule, Berkin… Adlarını sayamayacağımız kadar çoklar ve sıra artık çocuklarımıza geldi.

Aileleri, yas tutmayı bir kenara bırakıp, bilgisayar başında, sokaklarda, adliye önlerinde çocukları için adalet arıyor.

“Sizin de çocuğunuzun başına gelebilir, gelmesin istiyoruz” deme nezaketini gösterseler de aslında onlar bizim de çocuklarımızdı. Ve ölümlerinde hepimizin sorumluluğu var, yapamadıklarımız için.

Bir baba, tüm ülkeyi ruh hastası olmadığına ikna etmeye mecbur bırakılıyor. Bir diğer acılı babadan “kızının çalışıyor olmasının” hesabı soruluyor. Silopi’de evlerine giren panzerin altında ezilerek can veren Muhammed ve Furkan kardeşlerin cinayetinde bilirkişi, suçlu olarak eve giren panzeri gösterebiliyor. Bu insanlar, sorumsuzluk, kayırma, denetimsizlik gibi son derece siyasi sebeplerle çocuklarını kaybetti ve tek bir şey istiyorlar: Adaletin sağlanması.

Çorlu’da 25 kişinin yaşamını yitirdiği tren kazasının ardından hazırlanan iddianame geçtiğimiz günlerde kabul edildi. İddianamede, TCDD Genel Müdürlüğü ve Ulaştırma Bakanlığı hakkında “bir suç tespit edilemediği ve soruşturulmalarına gerek olmadığı” belirtiliyor. Kazada yakınlarını kaybeden aileler “TCDD ve Ulaştırma Bakanlığı’nın da davaya dahil edilmesi” için Çorlu Adliyesi’nin önünde başlattıkları Adalet Nöbeti'yle seslerini duyurmaya çalışıyorlar.

Bu kazada hayatını kaybeden dokuz yaşındaki Oğuz Arda Sel’in annesi Mısra Öz Sel’e bir kulak verin, bakın bu hukuksuzluk ve onları terk ettiğimiz yalnızlıkla bir toplumu nasıl şekillendiriyoruz aslında...

'BU İŞ SADECE DİLEKÇELERLE OLMAYACAK DEDİK, ADALET NÖBETİNE BAŞLADIK'

İsterseniz davanızdaki son gelişmeyle başlayalım, iddianameyi nasıl buldunuz?

Çorlu katliamı yaşandıktan sonra aileler olarak, hukuka olan inancımızla bir dava açtık. Zaten bu bir ceza ve kamu davasıydı. İddianamenin oluşması yedi ay kadar sürdü. Neredeyse bir yıl sonrası, 3 Temmuz’da ilk duruşması yapılacak. Ortaya çıkan iddianamede “TCDD üst yönetimi ve tüm siyasilerin kovuşturulmasına yer olmadığı” belirtiliyor. Sadece dört demiryolu çalışanını bu davada sorumlu tuttular. Biz, üst yönetimin hakkında verilen takipsizlik kararına itiraz ettik, ancak reddedildi.

Zaten kazadan itibaren tüm haberlere yayın yasağı getirilmişti ve iddianame süreci de sessiz sedasız götürülmeye çalışıldı. Biz de bu sürede adalete olan inancımızı korumaya çalıştık. Fakat fark ettik ki, bu inancımız suistimal ediliyor, savcısından tutun da hakimlerine kadar herkes tarafından.

Sadece dilekçelerle olmayacak bu iş dedik ve Çorlu Adliyesi önünde Adalet Nöbeti tutmaya başladık. Kimse bizim sesimizi duymuyor, duymak da istemiyor. Takipsizlik kararını kabul etmiyoruz. Bu dava, şu anda ne yazık ki üzülerek belirtiyorum, dört demiryolu çalışanın üzerinden yürüyecek bir dava olarak başlayacak.

Nöbetiniz sırasında sizinle görüşmek isteyen oldu mu?

Hayır olmadı. Sadece dosyada ayrıma gittiler ve “1. Bölge Müdürlüğü de araştırılacak” dediler. Biz de soruyoruz tabi, “Bugüne kadar neden araştırmadınız” diye?

Hakimler, savcılar adliye binasına girip çıkarken görüyorlar mı sizi?

Evet, pencereden baktıkları zaman da görüyorlar.

'KİMSE SUÇ İŞLEMEKTEN KORKMUYOR' 

İnanın ne soracağımı da şaşırıyorum gerçekten, “bu iddianameyle kimi koruyorlar” diye sorsam, kimi koruduklarını biliyoruz zaten.

Evet, tabii biliyoruz. TCDD Genel Müdürü İsa Apaydın’ın sorumluluğu ortada ve Ulaştırma Bakanı Ahmet Arslan’ın da. Ne yazık ki, ülkemizde bürokratlarımızın, siyasilerimizin hiçbir şekilde yargılanmadıklarını ve bir şekilde “dokunulmaz” olduklarını zaten biliyoruz.

Ancak yine de, bu olayda, bu katliamda her şey bu kadar açıkken, ortadayken bu nasıl olabiliyor? Bilirkişi raporunu yazanlara sormaz mısınız; bir kurumda çalışanları belirleyen kimdir, demiryolu bekçilerini işten çıkartan, koskoca Türkiye’de sayısını 39’a düşüren, raporları değerlendirmeyen ya da meteorolojinin verilerini değerlendirecek birini bu kurumda çalıştırmayan kimdir? Bu dört demiryolu çalışanı mı?

Çorlu katliamı tüm bu eksiklikler nedeniyle yaşandı zaten. Bilirkişinin raporunda “İsa Apaydın Çorlu’da hatasız ve kusursuzdur” deniliyor. Ne kadar korkunç düşünebiliyor musunuz? Madem kusursuzdu, daha sonrasında Ankara’da da bir katliam yaşandı ve dokuz kişi öldü, o nasıl oldu?

Ülkemizde ne yazık ki siyaset hukukun üstüne geçmiş durumda. Büyük bir cezasızlık kültürü var. Bir yaptırım yok, bir ceza yok. Kimse suç işlemekten korkmuyor. Hakimler, savcılar hukuk adına verilmesi gereken doğru ve adil kararlar veremiyorlar, korkuyorlar.

“Kimin çoluğunu çocuğunu katlediyorsunuz siz ya” diye bas bas bağırası geliyor insanın, sorumsuzluklarıyla nelere sebep oluyorlar, nasıl bir kültür gelişti bu ülkede böyle?

Bakın sarhoş bir sürücü İzmir’de Bora Aşçılar adlı bir çocuğumuzu öldürdü. Bora’nın babası da büyük bir adalet mücadelesi veriyor. Ama bakıyorsunuz, Bora’ya çarpıp öldüren kişi, hala elinde rakı şişesiyle sosyal medyada fotoğraflarını paylaşabiliyor, utanmıyor.

Bugüne kadar hangisi ağır bir ceza aldı ki. Vicdan yok edildi, vicdan olmayınca ahlak da olmuyor. Oturdukları mevkiler, kazandıkları paralar var sadece, böyle bakıyorlar meseleye. Ahlak ve vicdanı kaybettik toplum olarak ve bunu da hiç umursamıyoruz. Çocuklar tecavüze uğruyor, öldürülüyor umursamıyoruz. Her gün farklı bir acı yaşanıyor, umursamıyoruz.

Vicdansız, sapkın ruhlu, gözleri kör, vicdanları kör, kulakları sağır insanların bir araya gelmesinden oluşan bir toplum olduk artık.

Kim bunun sorumlusu?

Cezasızlık kültürünü kim yarattıysa ve hukuk sistemini kim bozduysa, sorumlusu da odur. Siz bu kazada 25 kişi mi öldü zannediyorsunuz? Bu ailelerin içine girin bir bakın; bir anne olarak ben nasılım, annem nasıl, babam nasıl, kardeşim nasıl?

Oğlum ya da diğer vefat eden çocukların sınıflarındaki arkadaşları nasıl? Dokuz yaşındaki çocuklara ölümü öğrettiler bunlar, dokuz yaşındaki çocukları mezarla tanıştırdılar. Hayatlar bitti, bizim her birimizin hayatı bitti.

Ama insanlar ne yapıyor biliyor musunuz; televizyonlarını kapatıyorlar, çocukları duyup, görmesin, kendileri de okumasın bilmesin ve moralleri bozulmasın diye. Kör ve sağır bir toplum haline geldik.

Böyle mi koruyacaklarını düşünüyorlar çocuklarını?

Maalesef. Ama nasıl korusunlar? İnsan hiçbir zaman kendi çocuğunun başına böyle bir şey geleceğini düşünemez, rüyanızda görseniz sabah kalktığınızda anlatmaya korkarsınız. Bugün buna tepkisiz kalırsanız, sesinizi çıkartmazsanız yarın sizin de çocuğunuzun başına gelebilir. Bu ülkenin her yerinde çocuklar ölüyor ve hiç kimse sesini çıkartmıyor.

Bu dava için desteğini istediğimiz çok sayıda sanatçı, ünlü ve tanınır kişi korktu ve “siyasi bir olayın içinde biz bulunmak istemiyoruz” ya da “ben sadece çocuk ve hayvan hakları üzerine farkındalık yaratan mesajlar yazıyorum, siyasi mesajlar yazamam” gibi şeyler söylediler.

Oğuz Arda ve diğerleri çocuk değil mi?

Bu davayı siyasi buluyorlarmış. Tabi adı TCDD ya, içinde devlet kelimesi geçiyor bu yüzden bu siyasi bir dava onlar için.

Kimlerdi bunlar? Verin isimlerini, öğrensin herkes.

Bakın, yine de saygı duymak istiyorum kararlarına, korkuyorlar çünkü. Bu ülkenin hakimi de korkuyor, savcısı da korkuyor. 1. Sulh Mahkemesi’nin hakimi geçen hafta Baro Başkanı ve avukatlarımıza “bu dünyanın öbür tarafı olduğunu da düşünerek karar vermeye çalışıyorum” diyordu ama takipsizlik kararına ret verebildi.

Mesleklerini kaybetmekten korkuyorlar. İnsanların mesleklerini ellerinden almakla tehdit ediyorlar. Bu baskının altında yaşıyorlar, keza ünlüler de böyle yaşıyor. Gülben Ergen mesela, oğlu ile benim oğlum aynı futbol okuluna gidiyordu. O da bir anne, hiç mi duymadı mı bu katliamı, iki laf edemez miydi?

Maruz kaldığınız bu toplumsal duyarsızlık sizi nasıl etkiledi?

Çok büyük bir çaresizlik ve koskocaman bir yalnızlık yaşadım. Benim bütün hayallerim, bütün planlarım çocuğumun üzerineydi. Bu hayatta başka hiçbir şeyim yoktu. Çocuğumu kucağıma aldığımda, “işte gerçekten benim olan tek şey bu” dedim. Çok güzel bir oğlum vardı ve onunla birlikte büyümeye, yaşamaya başlamıştım.

İnanın bana dokuz yılda 36 yıllık hayatım boyunca yaşamadığım ve hiç yaşayamayacağım şeyleri yaşattı bana. O gittikten sonra o kadar çaresiz ve yalnız hissettim ki kendimi. “Ben nasıl dayanacağım, ne yapacağım, nasıl tutunacağım, hayatımı nasıl devam ettireceğim, nasıl yaşayacağım”, bu düşüncelerle yaşadım. Ve onun adına bir dernek kurdum, çocuklarda oğlumun adını yaşatıyorum artık.

Çocuklara dokunmayı amaçlayan bir dernek ve bu kış üşümesinler diye bin çocuğun mont ve bot ihtiyacını karşıladık. Çocuklara kitap sevgisini aşılamak için özel kitaplar seçtik, içine Oğuz Arda’dan notlar koyduk ve dağıttık. Kök hücre bağışında bulunduk, kök hücre ilgili yapılan organizasyonlara katıldık, onkoloji bölümünde yatan hasta çocuklara 23 Nisan’da hediyeler gönderdik.

Çocuklara temasım ve onların gözlerindeki ışıltıyı görmek beni çok mutlu ediyor. Oğuz Arda’yı böyle yaşatmak istedik. Onun jenerasyonundan çocuklar da bilecekler bir Oğuz Arda vardı ve tren katliamında hayatını kaybetti. Bunları bilecekler ve daha iyi bir dünya isteyecekler.

Çocuğunu kaybeden ve adalet peşine düşen çok sayıda acılı anne-baba var sizin gibi. Mesela Şule Çet’in, Rabia Naz’ın aileleri, bir araya gelmeyi ve beraber hareket etmeyi düşünüyor musunuz?

Evet evet, bunu konuşuyoruz. Bir araya geleceğiz zaten. Berkin Elvan’ın anma töreni vardı mesela mezarının başında. Kimseye söylemedim ama oraya Berkin’in annesiyle kucaklaşmaya gittim çünkü onlar da adalet arıyorlar.

Ne yazık ki öyle bir hale geldik ki, bana “niye oraya gittin, senin davanı olumsuz etkiler bu” ya da “abla bak yanlış yaptın, polise taş attı, o terörist, sen onu onun ailesinin yanına nasıl gidersin” diye yazdılar sosyal medyadan hiç tanımadığım insanlar. Ama kimseyi takmıyoruz, biz çocuklarını kaybeden aileler olarak, yavaş yavaş da olsa bir araya gelmeye başladık. Yakının kaybeden ve hukukla mücadele eden herkesin bu zincirin halkası olmasını sağlamayı amaçlıyoruz. Bunu yapabilelim ki, geride kalan çocuklarımızın daha iyi bir geleceği olsun.

Nereye kadar sürecek bu mücadele?

Yargı işleyene, adalet sağlanana kadar, herkesin kaybedilen hayatlardan haberi olup, bizleri, ailelerini tanıyana ve bundan rahatsız olana kadar sürecek bu mücadele.