'Bu sömürü düzeni içinde iyileştirmeler değil, eşit yurttaşlık istiyoruz'

Haziran ayı LGBT'ler için ayrımcılığa ve şiddete karşı mücadelenin yıl boyunca en görünür olduğu zamanlardan biri. Trans erkek Ç’nin soL Dergi'ye anlattıkları, hem LGBT bir emekçinin yüzleşmek zorunda kaldığı sömürü koşullarını, hem örgütlü mücadelenin önemini ortaya koyuyor.

Söyleşi: soL Dergi

Haziran ayı LGBT'ler için ayrımcılığa ve şiddete karşı mücadelenin yıl boyunca en görünür olduğu zamanlardan biri. Tüm dünyada LGBT Onur Haftası kapsamında düzenlenen etkinlikler, yürüyüşler ve gösterilerde, LGBT'lerin maruz bırakıldığı dışlanma ve utanca karşı her açıdan eşit haklar ve onurlu bir yaşam savunuluyor. Kamusal alanda gerçekleştirilen eylemlerle, yapılan açıklamalarla toplumun bilinci yükseltilmeye çalışıyor. 1960'ların McCarthy'ci ABD'sinde, düzen karşıtlarının avına eşcinsellerin de dahil edildiği bir dönemde, Haziran 1969'da New York'ta bir gay barın polisler tarafından basılması sonrası gerçekleştirilen Stonewall ayaklanması, sonrasında çeşitli LGBT hareketleri için bir işaret fişeği rolü üstlenmişti. Tarihi bu ayaklanmaya dayanan Onur Haftası, neredeyse yarım yüzyıldır LGBT hareketinin sokakları, meydanları gökkuşağı renkleriyle donattığı yürüyüşlere sahne oluyor. 

Eşitlik ve özgürlüğe dair her türlü mücadelenin gericiliğin hedefi haline geldiği Türkiye'de ise düzenin bırakın Onur Haftası'nı, onurlu bir yaşamın dile getirilmesine dahi tahammülü yok. 2015'te polisin ciddi şekilde saldırdığı LGBT Onur Yürüyüşü, sonraki yıllarda AKP hükümetinin ve birer AKP örgütü gibi işlev gören il idarelerinin çeşitli baskı ve yasakları ile engellendi.

İnsanoğlunun doğal bir özelliği olan cinsel çeşitliliğin toplumsal bir baskı unsuru olarak kullanılmaktan çıkması için ise, heteroseksizmin ve ayrımcılığın kapitalist düzenin sürmesine yarayan bölücü, düşmanlaştırıcı ideolojik işlevinin ortadan kalkması gerekiyor. Bu ancak eşit, özgür, aydınlık bir düzen ile, bu düzen için verilecek mücadele ile mümkün. Trans erkek Ç’nin soL Dergi'ye anlattıkları, hem LGBT bir emekçinin yüzleşmek zorunda kaldığı sömürü koşullarını, hem örgütlü mücadelenin önemini ortaya koyuyor.

Bize kendini tanıtır mısın?

Merhaba ben Ç.. İstanbul'da yaşıyorum. On aydır özel bir firmanın çağrı merkezinde çalışıyorum. Trans geçiş sürecinde olan bir trans erkeğim. 

İstanbul'da çağrı merkezi çalışanı olmak demek, her sınıftan insanla sürekli iletişim halinde olmak, bir anlamda toplumun nabzını tutmak demek. LGBT bir çağrı merkezi çalışanı olarak gözlemlerin nasıl, birlikte çalıştığın insanların bilinç düzeyi hakkında ne söyleyebilirsin?

Evet gün içinde iletişimde olduğum insan sayısı 160 veya 200 kişi arasında değişiyor.  Bir ofis ortamında yaklaşık olarak elli kişi çalışıyoruz. Trans erkek oluşum görünür olmama sebep oluyor. Çalışanlar LGBT konusunda çok da yetkin bilgilere sahip değil, medyanın servis ettiği popüler LGBT’ler dışında tabii. Geçiş sürecini benimle tanımaya ve öğrenmeye çalışan bir toplulukla beraber çalışıyorum diyebilirim. 

Çalıştığın ortamlarda ayrımcılığa maruz kaldın mı? Örneğin ücret, çalışma saatleri, koşullar açısından bir adaletsizlik olduğunu düşünüyor musun?

Toplumdakı sınıf hiyerarşisini düşündüğümüzde, LGBT olmak o hiyerarşinin tabanında kalmak demek. Sosyal hayatımda, çalışma hayatımda birçok kez sözlü taciz, ayrımcılık ve mobbinge maruz kaldım. Esnek çalışma saatleri, lüzumsuz kesintiler çalışma hayatımda sürekli olarak karşılaştığım durumlar. Bunlara ek olarak bir de patronlarımın "merak" adı altında teşhirciliği var. Bir dönüşüm yaşıyorum, çok da kolay olmayan bir sürecin içindeyim. Bu süreç içinde özellikle çalışma arkadaşlarımın ve yöneticilerin merak ettiği birçok şey oluyor. Yanıtlamaya çalışıyorum ancak "Artık cumaya gidersin, burada asla bir ilişki yaşamanı istemiyoruz aksi halde kovulursun, ameliyatlar çok pahalı zorlasan böyle kalamaz mısın" gibi söylemler "meraktan" ziyade transfobiye dönüşüyor.

Bugüne kadar, eğitim aldığın okullarda, hastane başvurularında, ya da sosyal çevrende durum nasıldı peki?

Ben iletişim fakültesi mezunuyum, okuldayken işler biraz daha kolaydı. Tabii ki yüzde 100 kabul görmüyorduk, hoşgörü bir tık daha fazlaydı belki ama izole edilmiş çevrelerde yaşamak zorunda kalıyorduk. Aslında her yerdeydik, okulda, işte, evde, sinemada, sokakta; ama toplum kendinden olmayanı kabul etmiyordu ve bizi bu düzen içinde sıkıştırabildikleri kadar sıkıştırdılar. Toplumda oluşturulan bu ikili cinsiyet rejimi bizim alanımızı daha da daralttı. Çünkü sosyal yaşamda trans olmayan erkek ve kadınlar fark etmese bile tüm ortak kullanım alanları bu ikili cinsiyet üzerine kurulu. Ben buna tecrit diyorum, bizim tecritimiz bu düzen. Aslında biz LGBT olarak sizden pozitif ayrımcılık, sevgi veya ilgi beklemiyoruz, sadece eşitlik istiyoruz. 

Peki bir trans kolayına iş bulabiliyor mu? İş arama süreçlerinde başından neler geçiyor? İşyerinde, bilhassa ilk zamanlar neler yaşanıyor?

Bizler için en büyük problem burada başlıyor. Topluma kendimizi kabul ettirmeye çalışırken, bir yandan da ekonomik olarak bağımsız olmamız gerekiyor. Yaşadığımız süreç uzun ve hayli masraflı. Periyodik olarak kullandığımız hormon iğnelerini devlet pembe kimlikten dolayı karşılamıyor, eğer devlet eliyle ameliyat olmak istiyorsan da bunun için inanılmaz uzunluktaki hukuki süreci tamamlaman gerekiyor. Ameliyatlar için aylarca randevu almaya çalışan arkadaşlarımız var, doktorlar kendi inisiyatifinde ameliyatı kabul etmeyebiliyorlar ya da ameliyat sonrası takiplerin yetersizliğinden arkadaşlarımız hayatlarını kaybetti. Bunlar hepimizi korkutuyor, hepimiz o masadan sorunsuz bir şekilde kalkmak istiyoruz. Tüm bunların haricinde transların iş bulma süresi hiç kolay değil, çoğumuz kendi mesleklerimizi yapamıyoruz. Her iş başvurusunda önce transfobiyi yıkıp, sonra mesleki yeterlilik anlamında değerlendiriliyoruz. Bununla da bitmiyor ki, işe alınma sürecin bittikten sonra bir de çalışma arkadaşlarına translığı ve kendini kabullendirmen gerekiyor. Ben çalışma arkadaşlarıma yaklaşık üç ay sonra açıldım. Onlar önce Ç’yi tanıdılar daha sonra trans erkek olan Ç’yi kabullendiler.

Bu ay boyunca dünyanın dört bir yanında LGBT Onur Haftası etkinlikleri düzenleniyor. Türkiyeli LGBT bir emekçi olarak bu etkinlikler senin için nasıl bir anlam ifade ediyor? Bu etkinlikler neyi amaçlıyor, amaçlarına ulaşabiliyor mu?

Onur Haftası ve Onur Yürüyüşü her LGBT için önemlidir. Bir başkaldırı, o politik duruş, varoluşumuzu ispatlamak, kabullendirmek ve bir şekilde tepki göstermek istiyoruz. Ancak şu anki mevcut düzende ve düzenlenen yürüyüşlerde ben bu tepkiyi göremiyorum. Tüm LGBT’nin varoluşu bile politikken, bu tepkiyi apolitik şekilde göstermek bana anlamsız geliyor. Bizlerin varoluşunu sorgulayan bu düzeni kabul etmemeliyiz.

Türkiye'deki yasaklar etkinlikleri nasıl etkiledi?

2015'ten beridir inanılmaz baskı ve şiddetle karşı karşıyayız. Bu iktidar eliyle yürütülen bir baskı. Ankara'da tüm LGBT etkinlikleri yasaklandı keza İstanbul Onur Yürüyüşleri’nde de polis tarafından fiziksel şiddet görerek gözaltına alındık, 2015’ten bu yana artarak devam eden bu şiddetten yorulduk hepimiz. Zaten sadece bizim için değil biliyorsunuz ki aylardır süren OHAL içindeyiz, tüm toplum şu an bu baskı ve şiddetle bir arada yaşamaya çalışıyoruz.  Bu düzeni gericilikle mücadele etmeden yıkamayız, önce bu düzen değişecek. Reformist taleplerimiz yok. Gericilikle uzlaşmak söz konusu bile olamaz. Kimliğimizi yok sayan, bizi siyasal ve kültürel alanlarda gizliliğe zorlayan, görünür olduğumuzda hedef gösteren bu sömürü düzeni içinde iyileştirmeler değil, eşit yurttaşlık istiyoruz. Onurlu bir yaşam için önce düzen değişikliği.

LGBT'lerin onurlu bir hayat yaşaması için, "kurtuluşu" için neye ihtiyaç var? Sonuç veren bir mücadele nasıl örgütlenebilir sence?

Bir kere sınıf mücadelesi ile temellendirilmeyen bir LGBT mücadelesi olmaması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bizi düzen içinde ayrımcılığa ve sömürüye mahkum eden bu sınıf hiyerarşisidir. Bizleri toplumdan soyutlayıp izole hayatlar yaşamamızı istiyorlar. Ben bunu kabul etmiyorum, her gün yok sayıldığım bu düzene, bu sisteme boyun eğmiyorum. Yola çıktığımız birçok arkadaşımızı ihmallerden, toplumsal baskıdan kaybettik. Beni her gün öldüren bu düzene boyun eğmeyeceğim ve bu düzen için bir kişiyi daha kaybetmeyeceğim. Kurtuluşumuz birbirimizden bağımsız değil; nasıl ki Onur Yürüyüşü'ne müdahale edenler örgütlüyse, saatlerce çalıştırıp emeğimizin karşılığını vermeyen patronlar örgütlü ise, bizi görünür olma halimizde hedef gösteren eril zihniyet örgütlü ise biz de örgütleneceğiz. Örgütlenerek kimlik siyaseti değil sınıf mücadelesi vereceğiz.

(Bu söyleşi soL Dergi'nin 16. sayısından alınmıştır.)