Bir pankarttan taraftar tutuklamak: Nuriye ve Semih yaşasın!

"Maç öncesi kesici aletleriyle poz verenler, sahaya kelebek atanlar serbest bırakılırken, açlık grevindeki eğitimciler için pankart açanlar hedef tahtasına yerleştiriliyor. Ve sonra birileri konuşuyor hâlâ; 'Spor yapıyoruz, siyasi şeyler bizim işimiz değil' diye. Çünkü fazlasıyla korkuyorlar. Bu, örgütlü bir halktan, konsolide olması muhtemel olan bir sınıftan korkudur."…

İsmail Sarp Aykurt

İlk kez oldu denilemez... Solcu taraftarların maçlar esnasında açtığı pankartlar bu ülkede hep hedef olarak görüldü. Ve biliniyordur. Az rastlanır böylelerine. Ancak etkilidir bu pankartlar. Akılları, kültürleri ve devrimcilikleri ile yazılır onlar, binbir emek tüketerek.

Öyle ne bir "başkomutanları" vardır ne de paranın uşaklarına hizmet için yapılır! Emekçilerin kederini, acısını, sömürüsünü yansıtır üzerindeki lekeler...

Tribünler farklı mıdır sanki? Arka işçi mahallelerinden, varoşlardan; aklımızda sayısız soru işaretleriyle doluşuruz peşi sıra. Elimizde pankart, aklımızda maç vardır.

Sınıf mücadelesinin keskin izlerini fark etmeniz olanaklıdır.

"Her yer Taksim her yer direniş" pankartı ile tribünlerde gözüktüğümüzde seyirden men edilmiştik mesela. Rabia dövizleri taşıyanlar ise omuzlarda gezdiriliyordu. Ankara Gar Katliamı'ndan sonra "Barış Kazanacak" dediğinde Gençlerbirliği taraftarı, ya men edilmişti ya da para cezasına çarptırılmıştı.

Peki ya Che Guevara pankartı açtığımızda, tutuklu kanser hastası Güler Zere'ye özgürlük istediğimizde?

Özel güvenlik/polis işbirliğinde neler olduğunu hatırlamak zor değil bir Livorno-Adana Demirspor maçında. Sonrasında bitmeyen yasaklar ve para cezaları...

Ya şimdi?

Haksız yere işlerinden atılan sayısız emekçi arasında olan Nuriye ve Semih'e destek oldukları, pankart açtıkları için arkadaşları tutuklanan, haklarında yakalama kararı çıkarılan 17 taraftarın durumu farklı mı?

Maç öncesi kesici aletleriyle poz verenler, sahaya kelebek atanlar serbest bırakılırken, işlerine iade edilmek için açlık grevindeki eğitimciler için pankart açanlar şimdi yakalanmak üzere hedef tahtasına yerleştiriliyor.

Kendileri ise şiddeti çözebileceklerini söyleyip fişlemekten başka bir şeye yaramayan Passolig sayesinde kesici aletleriyle sahalarda dolaşanların arkalarını kolluyor.

Ve sonra birileri konuşuyor hâlâ; “Spor yapıyoruz, siyasi şeyler bizim işimiz değil” diye.

Politik bir pankarttan ilk ceza değil bu, eminim son da değil. Ancak ilk kez bir tutuklamaya dönüştü pankartlar.

Çünkü fazlasıyla korkuyorlar.

Ve bu korku, taraftar korkusu falan da değil. O eşiği aşalı çok oldu.

Bu, örgütlü bir halktan, konsolide olması muhtemel olan bir sınıftan korkudur.

Bugün ise tribün kültürü birçok açıdan ölmüştür. Ancak yok olmamıştır.

Ölmüştür, çünkü tribünler gerici iktidarın kolluk güçleriyle, bıçaklı "kadrolarına" yuva olmuştur.

Yok olmamıştır, çünkü hâlâ gericiliğin tam ortasında "Nuriye ve Semih Yaşasın" diyenler vardır.

O hâlde, hiç kimse çaresiz falan değildir, böyle bir psikoloji mahkûm edilmeli, yırtılıp atılmalıdır.

O hâlde, emekçiler kendilerini sınıf çıkarları için birleşmekten alıkoyan her türlü kimlik, etnik köken, alt kültür ya da taraftar vesikasını kenara koymalıdır.

O hâlde, artık siyasetsiz spor tartışması eskimeli ve bunun bir "truva atı" olduğu görülmelidir.

Ve hep birlikte, bu düzene, tüm uşaklarına tavır alınmalı ve haykırılmalıdır:

Nuriye ve Semih Yaşasın!