Bir ‘Fırat Kalkanı’ bilançosu: Neydi, ne oldu?

​Geçen Ağustos ayının sonuna doğru başlayan “Fırat Kalkanı” operasyonunun “başarıyla sonuçlandığı” açıklandı. Harekâtın açıklanan ve açıklanmayan hedefleri ve son gelinen duruma bakıldığında ise, başarıdan söz etmek pek mümkün görünmüyor.

Dış Haberler

24 Ağustos 2016 tarihinde, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Özgür Suriye Ordusu gruplarıyla Suriye’nin Cerablus kasabasına girmesiyle başlayan “Fırat Kalkanı” operasyonu, 29 Mart 2017 itibariyle sona erdi.

Operasyonun sona erdiğini, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlığında toplanan Milli Güvenlik Kurulu şöyle duyurdu: “Ülkemizin sınır güvenliğini sağlamak, DEAŞ terör örgütünün ülkemize yönelik tehdit ve saldırılarını önlemek, yerinden edilmiş Suriyeli kardeşlerimizin ülkelerine dönüşlerine imkan vermek ve Fırat Kalkanı Harekatı bölgesinde huzur ve güven içerisinde yaşamlarını sürdürmelerini sağlamak maksadıyla yürütülen harekatın başarıyla sonuçlandığı ifade edilmiştir.”

HAREKÂTIN AMACI

Yaklaşık 7 buçuk ay süren operasyonun hedefleri konusunda, hem başlangıçta hem de sonrasında bir belirsizlik vardı.

TSK ilk hedeflerini, “sınırın terör örgütlerinden temizlenmesi ve hudut güvenliğinin artırılmasına katkı sağlanması, aynı zamanda Suriye'nin toprak bütünlüğünün öncelenmesi ve desteklenmesi” olarak ilân ediyordu. Başbakanlık ise ilk açıklamasında, “Türkiye'ye saldıran, masum vatandaşları katleden terör örgütleriyle aktif şekilde mücadele edilmesi amaçlanıyor” diyordu. Erdoğan’a göreyse, “Şu anda da ne yazık ki Suriye'den ülkemize yapılan bu tür saldırılar işi bir yere kadar getirdi. Artık son. Bu işin burada noktalanması lazım” idi. Erdoğan 1 Eylül’de yaptığı açıklamada da operasyonun hedefinin “Cerablus ve çevresinin terör örgütlerinden temizlenmesi” olduğunu bildiriyordu.

Ne var ki, Türk devlet yetkilileri için operasyonun hedefi süreç içerisinde dallanıp budaklanacaktı. Örneğin Cumhurbaşkanı, Kasım ayındaki düzenlenen Parlamentolararası Kudüs Platformu Sempozyumu'ndaki konuşmasında Fırat Kalkanı operasyonuna ilişkin, "Devlet terörü estiren zalim Esed'in hükümranlığına son vermek için biz oraya girdik, başka bir şey için değil" demişti. Ancak aynı Erdoğan, bir hafta sonraki 30. Muhtarlar Toplantısı’nda geri adım atarak, “Fırat Kalkanı operasyonunun hedefi de herhangi bir ülke veya kişi değil, sadece terör örgütleridir. Defalarca dile getirdiğimiz bu hususta hiç kimsenin şüphesi olmasın, söylediklerimizi de kimse başka bir şekilde yorumlamasın, başka yere çekmesin" ifadelerini kullanmıştı.

Yine daha sonra, Menbic ve Rakka konusunda çeşitli ihtilafların yaşandığı da görülecekti. Başbakan Binali Yıldırım, “daha derine gitmeyeceklerini” söylerken, Cumhurbaşkanı Erdoğan El Bab’dan sonraki hedefin Menbic ve Rakka olacağını söylüyordu.

İLÂN EDİLMEYEN AMAÇ

İlân edilen hedefler IŞİD’le mücadele, sınırın “terörden arındırılması” ve Suriyelilerin evlerine dönüşü olsa da, ilân edilmemesine rağmen açık olan hedeflerden birisi de, Afrin ile Kobani’nin birleşmesini engellemekti. Türkiye’nin Cerablus operasyonu başlamadan önce, Menbic’i IŞİD’den alan Suriye Demokratik Güçleri (SDG) yeni hedeflerinin Cerablus ve El Bab olduğunu açıklamıştı. SDG’nin (ve YPG’nin) hedefi hem Afrin tarafından, hem de Menbic-Kobani ekseninden bir hamle yaparak “kantonları birleştirme” idi.

Türkiye’nin Cerablus’a girmesiyle birlikte bazı ABD’li yetkililer, Ankara ile birleşerek Kürtlerin genişlemesine ket vurduklarını söylüyorlardı.

Buna rağmen, Cerablus’tan aşağı doğru inen Türk kuvvetleri ile ÖSO’nun Sacur Çayı civarında SDG ile kısa süren çatışmaları, ABD’nin müdahalesiyle son buldu. Türkiye’yi ilk başta Menbic ve El Bab’a değil de, IŞİD’in elindeki Dabık’a yönlendirenin de ABD olduğu iddia ediliyordu.

SİYASİ DURUM

Fırat Kalkanı ve sonrasındaki bölgesel ve uluslararası dizilim, Türkiye’nin Esad’ı devirecek bir vekâlet savaşının parçası olmaktan vazgeçtiğine işaret ediyordu.

Bu durum, Rusya ile Türkiye’nin Halep mutabakatıyla iyice ayyuka çıktı. Suriye ordusu ve Rusya, uzun bir sürenin sonunda Halep kent merkezinin doğusundaki cihatçıları kuşatma altına almayı başarmıştı. Rusya’nın, Türkiye’nin dahil olduğu bir anlaşma neticesinde Halep’i boşaltmayı başarması, TSK’nın Suriye topraklarında Şam’ın resmi onayı olmadan operasyon düzenlemesine göz yumulması anlamına geliyordu.

Astana görüşmeleriyle de Türkiye’nin Suriye’deki “ılımlılarla radikallerin ayrıştırılması” sürecine destek vereceği düşünüldü ve Türkiye, örneğin desteklediği Ahrar’uş Şam gibi cihatçı çetelerin El Kaide ile bağını kopartarak bölünmesine vesile oldu.

Ancak Ankara’nın, sahadaki tüm tarafları kuşkuya düşürecek faaliyetleri gözlerden kaçmıyordu. Bunlar şöyle sıralanabilir:

  • İlân ettiği operasyon gerekçeleriyle gerçek niyetleri arasındaki uyumsuzluk
  • Harekâtın Şam ile koordine edilmeden yürütülmesi
  • Tüm tarafların mutabık olduğu “IŞİD’le mücadele” hedefini zayıflatacak faaliyetler

Bunları Kürt meselesi ve Trump ile birlikte de düşünmek gerekiyor. Ankara, uluslararası aktörlerin IŞİD’le mücadelede değer biçtiği Kürtleri hedef alacak bir operasyonu kimseye kabul ettiremedi, bu bir. İkincisi, Trump’ın başkan seçilmesiyle birlikte, yeni yönetimin gözüne girmek için, bölgede İran karşıtlığının işe yarayacağını düşünmeye başladı. İran, Suriye ve Rusya’nın, Erdoğan ve hükümetinin Suriye’deki gerçek niyetlerine dair kuşkularının artması, özellikle Ankara’nın Trump’ın arkasında sıralanıp İran’a yönelik yıpratma kampanyasına katılmasına tekabül ediyordu.

Rakka operasyonunun Kürtlerle bağlanması, Suriye ordusunun TSK’nın Rakka yolunu kesmesi, SDG’nin Menbic’de Rusya ve Suriye ordusu ile anlaşmaya varması ve TSK ile SDG arasına tampon bölge oluşturulması, yanı sıra Afrin’deki Rus varlığı, aslında zaten tek bir şeye işaret ediyordu: Suriye’de tüm aktörler tarafından en istenmeyen varlık, TSK’ydı ve TSK’nın El Bab’dan fazlasını istemesi artık mümkün değildi.

KAYIPLAR

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, “Fırat Kalkanı” boyunca hayatını kaybettiğini açıkladığı asker sayısı 71.

ÖSO’cuların toplamda 500’ün üzerinde kayıp verdiği belirtilirken, yine Türkiye’nin iddiasına göre harekât boyunca toplam 2647 IŞİD’li öldürüldü.

TSK, “Fırat Kalkanı” kapsamında 425 YPG’liyi de öldürdüğünü iddia ediyor.


26 Mart itibariyle Halep kuzeyinde durum: Kırmızılar Suriye ordusu, yeşiller TSK-ÖSO, sarılar SDG.

Öte yandan “muhaliflere” yakın Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR), harekât boyunca 540 sivilin Türkiye-ÖSO saldırıları nedeniyle hayatını kaybettiğini öne sürüyor. SOHR haricinde, Suriye devlet medyası da özellikle El Bab’a düzenlenen hava saldırılarında sivillerin öldüğünü yazıyordu.

9 Şubat günü, Rusya’nın El Bab’daki Türk askerlerini “yanlışlıkla” vurduğu açıklandı. Yine bir başka olayda, 24 Kasım’da Suriye ordusunun El Bab civarında Türk askerlerini vurduğu ileri sürüldü. Saldırıyı kimin yaptığı kanıtlamasa da, daha sonra bazı Türk yetkililer bunun İran ya da İran bağlantılı gruplarca gerçekleştirildiğini öne sürdü.

Öte yandan Bab etrafında çok uzun süre çakılı kalan ve IŞİD’e karşı çok fazla kayıp veren “Fırat Kalkanı”, Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın iddialarının aksine uzunca bir süre tam kuşatma altına alınamadı. Rakka yolu açık kalan ilçenin kuşatma altına alınması, Suriye ordusunun güney yolunu kesmesiyle gerçekleşti.

KAYGILAR

Türkiye’nin Suriye’deki hukuksuz varlığının bir ilhaka dönüşüp dönüşmeyeceği de bilinmiyor.

Ankara, işgal ve ilhak peşinde olmadığını söylese de, Fırat Kalkanı bölgesinde yeni kent ve askeri üs inşalarına başlanmış durumda.

TSK’nın Ahtarin ve El Bab’da bir askeri üsse sahip olacağı iddia edilirken, El Bab’a da yeni bir “kent” inşa edileceği söyleniyor. 80 bin kişilik olacağı iddia edilen kentin, bölgenin demografik yapısını değiştirmesinden de endişe ediliyor.

Bu endişenin bir başka boyutu da, Türkiye’nin bazı Suriyeli olmayan Türkmenleri Fırat Kalkanı bölgesine yerleştirmeye başladığı iddiası.

Türkiye’nin bölgedeki askeri varlığının hukuksuz olmaya devam etmesi durumunda, ülkedeki politik gelişmelere bağlı olarak hem Suriye ordusunun, hem İran’ın, hem de YPG’nin hedefinde yer almasını tahmin etmek güç değil.