Başkanlık Sistemi röportaj dizisi -4 / İlker Kılıç: Bunu anayasasızlaştırma süreci olarak görmek lazım

soL'un başkanlık sistemi röportaj dizisinin bugünkü konuğu Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. İlker Kılıç oldu.

Ali Ufuk Arikan

Başkanlık sistemi tartışmalarında Korkut Boratav, Oğuz Oyan ve Enver Aysever'in ardından dördüncü konuğumuz bir hukukçu. Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. İlker Kılıç, soL'un başkanlık sistemine ilişkin sorularını yanıtladı.

Model tartışmalarına ilişkin çarpıcı ifadeler kullanan Kılıç, "Bir kez sürecin anayasasızlaştırma olarak okunması bu tartışmaları anlamsız kılıyor" derken "Sadece Türkiye için değil küresel kapitalizmin devletlere dayattığı bir gerçek var. Bunu açıklamak için Hitler’e değil ama Mussolini’ye başvuracağım. Mussolini Faşist Parti'nin kendini hiçbir programla sınırlayamayacağını söylüyordu" ifadelerini kullandı. Kılıç, "Türk tipi başkanlık sistemi" söylemlerine de yanıt vererek tartışmanın "yerel" olmadığını dile getirdi.

Kılıç'ın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:

Türkiye'de gündem her an, her saniye değişebiliyor. Malum her gün yeni bir krize ve yeni bir tartışmaya şahit oluyoruz ama en azından başkanlık sistemi tartışmaları sabit başlıklardan biri. Siz bir hukukçu olarak başkanlık sistemi tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Liberal demokrasinin belli başlı standartları vardır ve hükümet sistemlerine ilişkin tartışmalar bu standartlar içerisinde anlam kazanır. Oysa başkanlık tartışmasının argümanları hükümet sistemi tartışmalarından çok rejim tartışması gibi ortaya konuyor. Bu tartışmalar içerisinde demokrasi, insan hakları, denge fren mekanizmaları gibi liberal argümanlar herhangi bir ağırlığa sahip değil. Bu bir yandan da klasik liberalizmin iflasıyla ilgili bir durum. Sorunuzdaki kriz ibaresi üzerine vurgu yapmak isterim. Aslına bakılırsa başkanlık tartışmaları sabit bir kriz değil, sabit krizlerin olması başkanlık sistemi tartışmalarını tetikliyor. Kimi zaman I. kimi zaman da II. Dünya Savaşı sonrası krizin sürekli bir hal almasıyla parlamentoların işlevlerini yitirdiği öne sürülür. Milat olarak yetmişlerdeki Petrol Krizi ya da 11 Eylül saldırılarına vurgu yapanlar da bulunuyor. Mali piyasalar üzerinden gelişen küresel ekonomik ilişkiler kriz eğilimlerine süreklilik kazandırıyor. Bu gelişmelerin birkaç sonucu ile başkanlık tartışmalarının doğrudan ilgisi olduğunu düşünüyorum. Bunlardan ilki hukuksal esneklik diğeri otoriter yönetim biçimleri bir diğeri ise müzakereci yöntemlerin yerini kararcı yöntemlere bırakması.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, başkanlık sistemi konusunda oldukça ısrarlı. Yeri geliyor 'Meksika Modeli' öneriyor, yeri geliyor 'ABD Modeli' öneriyor, yeri geliyor 'Türk tipi' öneriyor. Biliyorsunuz tartışmaları alevlendiren çıkışlardan biri de 'Hitler' açıklamaları olmuştu. Bu model tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Özellikle Meksika modelinin "6 yıllık monarşi" olarak anılması ve görev süresi sona erecek başkanın veliaht adayını belirlemesi Türkiye’deki başkanlık tartışmalarını renklendiriyor. Partili başkanın partinin üzerindeki yetkileri çekici gelebilir ama başkanın bir defa seçilebilecek olması ile iki meclisli yapı istenir gibi değil. ABD modelinin ise Avrupa monarşilerine duyulan tepkinin sonucu olduğu söylenir. Ama sanırım bizdeki tartışmalar örneğin Arap monarşilerine yönelik tepkinin sonucu değil. Tartıştığımız konunun daha önce kurumsallaşan herhangi bir modelle değil, ekonomik süreçlerin iradesinin ete kemiğe nasıl bürüneceğiyle ilgisi var. Aslına bakılırsa istenen modeli ana hatlarını ortay koymak hiç de zor değil. Yargının denetim altına alınması, hükümetin denetimden bağışık hale getirilmesi, devlet dışında kamu gücü kullanan kurumların tasfiyesi, merkeziyetçilik, parlamentonun seyirlik hale getirilmesi, karar organlarının halktan uzaklaştırılması gibi. Bunlar da Türk Tipi gibi herhangi bir yerel tipe işaret etmiyor.

'Bu modellerden birisi bize uygun ama bu hangisi?' şeklinde bir tartışma da sürüyor. Bu tartışmada yandaş medyayı değil daha çok merkez medya yazarlarını görüyoruz. Örneğin Ahmet Hakan bu isimlerden birisi oldu son dönemde. Yani ne olursa olsun Erdoğan'ın şimdi olduğu kadar geniş hakları olamaz düşüncesi de bu minvalde ileri sürülüyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz, bu sistem gözle görülür bir değişiklik yaratmaz mı sizce?

Bunlar anayasal bir devlette yapılacak tartışmalar. Bir kez sürecin anayasasızlaştırma olarak okunması bu tartışmaları anlamsız kılıyor. Sadece Türkiye için değil küresel kapitalizmin devletlere dayattığı bir gerçek var. Bunu açıklamak için Hitler’e değil ama Mussolini’ye başvuracağım. Mussolini Faşist Partinin kendini hiçbir programla sınırlayamayacağını söylüyordu. Aynısını küresel kapitalizm de dayatıyor. Sermaye kendisini herhangi bir anayasal sınırlamayla bağlı hissetmek istemiyor. Ama sanırım Ahmet Hakan kendisini Doğan Grubunun çıkarlarıyla bağlı hissediyor.

Başkanlık sisteminin sadece Erdoğan'ın kişisel hırsı gibi sunulması sizce doğru mu? Örneğin patronlar cephesinde böyle bir değişiklik 'anayasal kolaylık' getirmeyecek midir?

Tartışmanın Tayyip Erdoğan üzerinden yürütülmesi argüman zenginliği yaratıyor. Erdoğan’ın temsil ettiği ideolojik tutum ve politika yapış tarzı göz ardı edilebilir değil. Ama şunu unutmamak lazım ki başkanlık tartışmaları küresel sermayeyle ilişkilerin geliştiği ya da geliştirilmeye çalışıldığı dönemlerde yoğunlaşıyor. 12 Eylül’ün hemen öncesi, Özal dönemi gibi. Yasama, yürütme, yargı erkleri ve bu erklerin birbiriyle ilişkileri kaynakların dağıtılıp gelirlerin bölüşülmesinden bağımsız bir incelemeye tabi tutulamaz. Hukuksal esneklik olarak vurguladığım konuyu anayasal kolaylık olarak da okuyabiliriz. Patronlar cephesinde bir dönem popüler olan ekonomik anayasa yani kabaca iktidarın, ekonomik kararlarında anayasa ile sınırlandırılması düşüncesi günün koşullarında oldukça arkaik kalıyor. Başkanlık tartışmalarını demokrasi ve otoriterlik üzerinden yürütenlere de söyleyeceğim şudur: Küresel ekonomi ile araya mesafe konmadan demokratikleşme mümkün değildir artık. Bu bakımdan Tayyip Erdoğan’ın başkanlık istemi sermaye mantığı açısından oldukça rasyoneldir.

Yeni anayasa tartışmalarında meclis içi muhalefetin tamamı görüşmeye açık olduğunu beyan etti. Başkanlık sistemine şerh düşülse de zaman zaman farklı partilerden farklı sesler de yükselebiliyor. Bu konuda alınan tutum hakkında ne düşünüyorsunuz?

En trajik konumu MHP’nin işgal ettiğini düşünüyorum. İdeolojik olarak belli bir modelini kendilerine yakın görseler de bu sistemin getireceği iki partili yapı MHP’nin yok oluşu anlamını taşıyor. HDP’yi bu sistemin federal bir yapıya ya da Latin Amerika’da olduğu gibi göstermelik federal yapılara dayanması heveslendirse de sanılanın aksine küreselleşmenin yerelleşme değil merkezileşme eğilimini güçlendirdiğini ve Türkiye’nin de bu süreçten bağımsız olmadığını belirtmek isterim. Başkanlık sistemi kimlik siyasetini daha da hakim kılacağından, kendilerine ancak buradan bir fayda arayabilirler. CHP’nin muhalefeti Tayyip Erdoğan üzerine kurulu ve herhangi bir stratejik önem taşımıyor. Ama iki partili yapıdan herhangi bir iktidar perspektifi olamayan CHP’nin de çıkarı olabileceğini düşünüyorum. En azından hayatta kalabilecek.

soL'un başkanlık dosyasının diğer haberleri için: