Barış Derneği'nden 1 Eylül Dünya Barış Günü bildirisi

Barış Derneği, 1 Eylül Dünya Barış Günü nedeniyle geniş bir değerlendirme yayınladı. İktidarın savaş suçlarının, emperyalizmin, Suriye konusunun, eksen değişikliği tartışmalarının, Kürt sorununun, nükleer tehlikenin ve barış gündemin ele alındığı bu değerlendirmeyi sunuyoruz.

Haber Merkezi

Barış Derneği, 1 Eylül Dünya Barış Günü nedeniyle geniş bir değerlendirme yayınladı.

İktidarın savaş suçlarının, emperyalizmin, Suriye konusunun, eksen değişikliği tartışmalarının, Kürt sorununun, nükleer tehlikenin ve barış gündemin ele alındığı bu değerlendirmeyi sunuyoruz: 

1 EYLÜL DÜNYA BARIŞ GÜNÜ

Dünyamız 2016 yılının Barış Günü'ne yine savaşlarla giriyor. Emperyalizmin yürüttüğü siyaset, büyük güçler arasındaki gerilimler, topyekûn bir savaş olasılığını gündemde tutuyor, hatta artırıyor. Ülkelerin egemenliğine yönelik askeri ve siyasi müdahaleler devam ediyor. Faşizm, dünyanın çeşitli noktalarında eski ve yeni yüzleriyle yeniden ortaya çıkıyor. Dünya genelinde barış tehlike altında.

Son yıllarda olduğu gibi, içinde ülkemizin de yer aldığı Ortadoğu, savaşların en fazla yoğunlaştığı bölge olma özelliğini sürdürüyor.

Türkiye'nin komşusu Suriye'de 2011 yılında, emperyalizmin desteğiyle gerici güçlerin başlattığı savaşın son bir yılında dengelerin değiştiğine tanık olundu. Rusya'nın müdahalesi, meşru Suriye yönetiminin nefes almasını ve gerici güçlerle mücadelede elinin güçlenmesini sağladı. Öte yandan bölgenin büyük güçler arası bir rekabet, mücadele ve paylaşım alanı olması ve dolayısıyla sürekli değişen ittifakların, gizli veya açık anlaşmaların, karmaşık çatışmaların sahnelenmesi normalleşmeyi imkânsız kılıyor; tersine daha büyük çaplı, daha yıkıcı ve topyekûn bir savaşı yakınlaştırıyor.

Batı emperyalizminin Ortadoğu'da savaş ortamından vazgeçmeyeceği açıktır. ABD’nin Ortadoğu için 2010'lu yılların başlarında inşa ettiği model çökmüş durumda. Obama’nın başkanlığa seçildiği 2009 yılından itibaren, emperyalist ABD, bölgemizde doğrudan askeri müdahale ve istila yerine, iç bölünmeyi mezhep farklılığı üstünden kışkırtmayı tercih etmeye başladı. Bu yaklaşım, emperyalizmin Sünni akımları evcilleştirmesini ve bunlarla ittifak yapmasını öngörüyordu. Sünni mezhebine yaslanan bu modelin öncü örneğini Türkiye oluşturdu. Sonra “Arap Baharı” denen aldatmacaya sıra geldi. Ilımlı değil emperyalizme uyumlu denmesi gereken Sünni hareketleri, öncüsüz, örgütsüz, solun baskılandığı halk ayaklanmalarının sırtına basarak, iktidara tırmandılar. Ortadoğu, daha önce Afganistan ve Irak örneklerinde olduğu gibi dışarıdan silah zoruyla değil, iç dinamikler aracılığıyla ve esasen Arap ülkelerinde Müslüman Kardeşler’in, Türkiye’de AKP’nin eliyle dünya kapitalizmine teslim edilecekti. Emperyalizme uyumlu İslamcı faşizm. Model buydu...

Ancak bölgenin tüm halklarının seküler birikimini yok sayan bu model, özellikle Suriye'deki direnişle birlikte başarısız oldu. Suriye yönetiminin ve halkının başarılı bir direnişi ortaya koyacağını hesaplayamayan emperyalist siyaset karaya oturdu. Tunus ve Mısır'daki Müslüman Kardeşler iktidarlarına yönelik tepkiler ve bu iktidarların devrilmesi de hesapları bozan diğer önemli gelişme olarak tarihteki yerini aldı.

Böylece, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra emperyalizm ilk kez bu denli önemli bir başarısızlık yaşamış oldu. ABD, tam da bu yüzden, özellikle Ortadoğu'da savaşlara ihtiyaç duyuyor. Savaş kışkırtmayan bir emperyalizmin başına gelecek olan çözülme, bölgeden sökülüp atılmadır.

ABD, bölgeyi kan gölüne çeviren gerici çetelere destek vermekten hiç vazgeçmedi. Bu çetelerin en vahşisi olan IŞİD, emperyalizmin eliyle kurulmuş ve Ortadoğu'ya yerleştirilmiştir. Suriye ve Irak'ın geniş bir bölümünü işgal eden bu çete, diğer bütün siyasi aktörlere ve toplumsal dinamiklere karşı ağır bir baskı oluşturarak, gerektiğinde Batıya “insani müdahale” mazereti armağan ederek emperyalizme ve diğer gerici iktidarlara hizmet etmeyi sürdürüyor.

IŞİD ortaya çıkmadan önce savaşa dahil olan diğer gerici çeteler de benzer işlevler gördüler ve ABD ve AB ülkeleri ile Türkiye, Suudi Arabistan, Katar gibi ülkeler tarafından desteklendiler.

Ne yazık ki ülkemiz de, hükümetin emperyalist siyasetin bir parçası olduğu bu ortamda büyük zorluklarla karşı karşıya kaldı. AKP hükümeti, Suriye'de aktif olan gericileri başından itibaren yoğun biçimde destekledi, politik meşruiyet sağladı, lojistik destek ve silah verdi, militan transferini kolaylaştırdı, ülke içinde örgütlenme olanakları sundu, iç politikada doğrudan milis gücü olarak kullandı. AKP iktidarının hazırladığı gerici iklim çeteler için çok elverişli bir yaşam alanı olduğu gibi, bu çeteler de gericiliğin derinleşmesine büyük katkıda bulundular. Ortadoğu’daki çok uluslu faşist-kiralık cihat çeteleri Türkiye’nin bir iç sorunu haline geldi. 

Suriye'nin işgali ve Osmanlı yayılmacılığının böylece yeniden canlandırılması hayalleri kısa süre içerisinde duvara çarparken, AKP hükümeti gerici çetelere desteği hiç azaltmadı. Bugün de hükümetin bunlara müdahale etti koskoca bir yalan olmaya devam ediyor.

SAVAŞ SUÇLARI BİRİKİYOR

Emperyalizmin ve onun işbirlikçisi bölge hükümetlerinin gerici çetelere verdiği desteğin herhangi bir demagojiyle ortadan kaldırılamayacak, üstü örtülemeyecek bir karşılığı var: Bu ülkelerin hükümetleri savaş suçu işliyorlar. Sadece masum insanların katledilmesi değil, cinsel saldırılardan tarihi mirasa yönelik saldırılara kadar pek çok fiil insanlığa karşı işlenen suç kapsamına giriyor.

Bu suçların faillerinin bir an önce yargılanmaları gerekiyor. Dünya barış hareketinin başlıca gündem başlıklarından birini, Suriye halkına karşı işlenen savaş suçlarının, insanlık vicdanı nezdinde yargılanması oluşturmalı.

TÜRKİYE SAVAŞTA, SAVAŞ TÜRKİYE'DE

Türk Silahlı Kuvvetleri kısa bir süre önce, Özgür Suriye Ordusu adıyla bir araya gelen bazı gerici gruplarla birlikte Suriye'nin Cerablus kentine askeri operasyon başlattı. Böylece TSK, uzun bir süre sonra ilk kez Suriye topraklarına girmiş oldu.

Bu hamle, Suriye'nin egemenlik haklarını ihlal eden bir hamledir. Emperyalist ülkelerin Suriye'deki savaşı başlatan, körükleyen müdahaleleri ne denli gayrimeşruysa, Türkiye'nin bu hamlesi de o denli gayrimeşrudur.

Hükümet, bu hamlenin IŞİD'e karşı yapıldığını öne sürmektedir. Bu iddianın altının ne kadar boş olduğu ortadadır. IŞİD ülkemizde cirit atmakta, örgütlenmekte, çeşitli kentlerde bazı mahalleleri kontrol altına almakta, hepsinden önemlisi yurttaşlarımızı katletmektedir. Ve devlet bunların hiçbirini önlememektedir. Aksine, yakalanan IŞİD üyelerinin önemli bir bölümü kısa süre içinde serbest bırakılmaktadır. Ülke sınırları içinde IŞİD'in varlığına göz yuman, kimi konjonktürlerde aynı politik safta konumlanan hükümetin, Suriye'de IŞİD karşıtı mücadele vermesi mümkün değildir.

Türkiye, bu hamlesiyle, Cerablus'u IŞİD'in elinden alıp ÖSO adı altındaki gerici çetelerin eline vermektedir. Bu, Suriye halkı için aynı derecede olumsuz bir adımdır. Suriye'de emperyalizm destekli gerici çetelerin başlattığı savaşın sona ermesi ve Suriye halkının barışa kavuşmasına karşı yapılmış, savaşı körükleyecek olan bir harekettir.

Yaşanan gelişmeler, AKP'nin bugüne kadar izlediği Suriye politikasının yalnızca Suriye halkını değil, ülkemiz halkını da savaşın batağına soktuğunu göstermektedir. Bir ilçemiz saldırıların hedefi haline gelmiş ve halk bu ilçeyi terk etmek zorunda kalmıştır. Artık savaş sınırlarımızın içindedir.

TSK’nın ÖSO ile birlikte Suriye’ye girmesi hiç kuşku duyulamayacak biçimde açığa çıktığı gibi bir Amerikan planıdır. AB’nin bu planın parçası olduğu, Rusya’nınsa en azından onay verdiği bellidir.

SURİYE POLİTİKASININ BİR BAŞKA SONUCU: GÖÇMENLER

Suriye'ye dönük saldırganlığın başlamasından bu yana en büyük acıyı Suriye halkı çekti. Binlercesi yaşamını yitirdi ya da yaralandı. Milyonlarcası değişik şekillerde etkilendi. Yine milyonlarcası da yaşadıkları yerleri terk ederek gerek ülke içine gerek başka ülkelere göçtüler.

Son yıllarda Türkiye'ye 3 milyonun üzerinde Suriyeli göçmen geldi. Türkiye'deki Suriyeli göçmenler konusu son dönemde, özellikle de son bir yıl içerisinde Avrupa ülkelerini de ilgilendiren bir mesele haline geldi. AKP hükümeti, çok sayıda Suriyeli göçmenin Ege Denizi'nin çeşitli noktalarından Yunanistan'a yasadışı yollarla geçmesine, yani insan kaçakçılığına izin verdi. Bu uygulama binlerce göçmenin Ege Denizinde katledilmesine yol açmıştır. Hükümet, bu meseleyi Avrupa Birliği’ne karşı bir siyasi koz olarak kullanmaya, insan hayatıyla oynamaya devam ediyor ve bizzat kendisi göçmen trafiğinden para kazanmayı amaçlıyor.

AB-Türkiye pazarlıklarının başka anlamı yoktur. Bu süreçte göçmenler AB ülkelerinde ucuz emek gücü olarak değerlendirilirken, ülkelerine dönecekleri insani koşulların sağlanması, ne AKP hükümetinin ne de AB üyesi ülkelerin gündeminde yer aldı.

YALNIZCA SURİYE Mİ?

AKP hükümeti, varlığını ancak yüksek gerilimlerle sürdürebilir durumdadır. 15 Temmuz'da yaşanan gerici darbe girişimi, bu gerilim siyasetini körüklemiştir. Suriye topraklarına yönelik askeri müdahale, bu gerilim siyasetinin savaş biçiminde karşımıza çıkan bir sonucudur.

Uluslararası gerilim başlıkları yalnızca Suriye ile sınırlı değildir. Türkiye'nin yıllardır süregelen bir başka uluslararası gerilim başlığı Kıbrıs, önümüzdeki dönemde yeniden gündemin ön sıralarına çıkmaya adaydır.

Barış Derneği Kıbrıs’ın Türk ve Rum halkının büyük çoğunluğunun arzusuna paralel biçimde, Adanın siyasi birliğinin iki toplumlu, iki bölgeli bir federasyon biçiminde sağlanmasını savunmaktadır. Kıbrıs yabancı askerden arındırılmalı, Britanya üsleri kapatılmalı, (Güney) Kıbrıs Cumhuriyeti’nin NATO’ya sokulması yönündeki zorlamalara ve AB üyeliğine son verilmelidir. Bağımsız ve birleşik Kıbrıs Yunan ve Türk milliyetçiliğine ve her ikisini kullanan emperyalizme karşı mücadelenin sonucunda kurulabilecektir. Barış Derneği her kökenden barışsever Kıbrıs halkıyla bugüne kadar sürdürdüğü dayanışmayı derinleştirmeye kararlıdır.

Yine yıllardır önemli bir gerilim başlığı olan Ege Denizi sorunu, son dönemde NATO bağlamında yeni bir şekil almış durumda. Türkiye'den Yunanistan'a göçmen geçişlerini engelleme bahanesiyle NATO'ya bağlı deniz kuvvetlerinin Ege Denizi'ne yerleştirilmesi kararı alındı. Hiç kuşkusuz, bu girişimin asıl gerekçesi göçmenler değil. NATO, Rusya'nın Akdeniz'e geçiş yolu olan Ege Denizi'ndeki varlığını tahkim etme çabası içerisinde. Bu planın önemli bir parçası da, Yunanistan'a bağlı adalardan biri olan Karpathos'a yapılması planlanan NATO deniz üssü. Denizin her iki yakasındaki barışseverler bunun Türkiye ve Yunanistan halkları için bir felaket olacağını savunuyor. Barış Derneği, diğer önemli başlıkların arasında ülkemizde hak ettiği ilgiyi görmeyen bu konuyu gündemde tutmaya devam edecek.

Batı emperyalizminin kendisine rakip olarak değerlendirdiği büyük güçlerden Rusya'ya dönük hamlelerinin, geçtiğimiz dönemde Türkiye'ye de yansımaları oldu. Bunlardan en önemlisi hiç kuşkusuz bir Rus savaş uçağının TSK'ya ait jetler tarafından düşürülmesi oldu. AKP hükümeti, sonradan "FETÖ" üzerine yıkmaya çalışacağı bu girişimi, NATO'yu bölgeye müdahale etmeye ikna etmek için kullanmaya çalıştı. Aynı dönemde NATO'nun Karadeniz'deki varlığını artırmasına çağrı yaparak Rusya'ya yönelik hamlelerin önemli bir parçası olabileceğinin sinyalini verdi.

Böylece AKP hükümeti bütün cephelerde emperyalizmle uyum içinde olacağını ilan etmiş oldu.

BİR EKSEN DEĞİŞİKLİĞİ MÜMKÜN MÜ?

AKP, Rusya ile savaş uçağının düşürülmesinin ardından bozulan ilişkileri onarmak için adımlar attı. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından, ABD ile zaten bazı başlıklarda sorunlu olan ilişkiler daha da gerilirken, Rusya'yla yakınlaşma hamleleri yapıldı.

Bu durum, içerde ve dışardaki bazı siyasi çevrelerde AKP hükümetinin emperyalist siyasetten uzaklaşacağına, ABD'nin karşısında yer alan diğer güçlerle ittifaka yöneleceğine dair beklenti yarattı. ABD ile birlikte kotarılan Cerablus operasyonu bu beklentilere verilmiş bir yanıttır. 

Dünyada ve Türkiye'de İslamcı gericilik ABD tarafından beslenerek önemli bir güç haline getirilmiştir. AKP gericiliği, gerek bu nedenle gerekse ufku daha ötesini göremeyeceği için emperyalist siyasetten uzaklaşamaz. Zaman zaman kendine alan açmak için manevralar yapabilir, ama eksen değiştirmesi mümkün değildir.  Dahası Türkiye kapitalizminin ABD’ye siyasi, Avrupa’ya ekonomik, NATO’ya askeri bağımlılığı ve entegrasyonu diplomasi platformundaki denge oyunlarıyla dönüştürülemez. Türkiye ile Batı arasındaki sorun, AKP iktidarıyla Türkiye’de istikrarlı bir yönetim ve politik iklim oluşturmanın olanaksız hale gelmiş olmasıdır. Türkiye’de çözümsüz hale gelen bir yönetim krizi vardır. Gündemde Türkiye’nin “eksen değiştirmesi” tartışması değil, emperyalist ve yerli egemen güçlerin ve politik aktörlerin ülkeyi yeniden yönetilebilir hale getirme uğraşları vardır.

Öte yandan, söz konusu eksen değişikliği hayalinin bir umut olarak hissedilmesi de saçmadır. Diğer eksende, bir başka önemli kapitalist güç olan Rusya yer almaktadır. Böylesi bir değişiklik ne Türkiye'de ne de diğer ülkelerdeki insanların barış içinde yaşamasını sağlayacak bir gelişme olmayacaktır. 

KÜRT SORUNU ÇÖZÜMSÜZLÜK KISKACINDA

Uzun bir süredir ülke gündeminin ilk sıralarında yer alan Kürt sorunundaki çözümsüzlük devam ediyor. Barış Derneği'nin defalarca vurguladığı gibi, AKP Kürt sorununu çözme ehliyetinden yoksundur. AKP'nin saldırı politikasına, "Kürt halkının özgürlüğü için mücadele" ettiği iddiasındaki Kürt siyasi öznesinin benzer şiddette yanıt vermesi, şiddet olgusunu sıradanlaştırmış ve siyasetin dili haline getirmiştir.

ABD Ortadoğu’da Türkiye’yi ve Kürtleri kendi hegemonya operasyonları içinde daha işlevli hale getirmekle ilgilidir. Halkların bir arada kardeşçe yaşama koşullarını değil, başka hedefleri merkeze alan bir süreçten olumlu sonuç çıkması beklenmemelidir. Emperyalist hegemonya halkları yalnızca birbirine düşürür.

Koz ve tehdit belirlenimli çatışmalar yerine, Kürt emekçi halkının AKP iktidarına, gericiliğe, emperyalizme karşı Türkiye’nin diğer ilerici, özgürlükçü güçleriyle kol kola girmesi biricik sağlıklı çıkış yoludur. İktidarın halkları birbirine karşı kışkırtması, bütün emekçilerin, barışseverlerin ve ilericilerin ortak bir hedefe birlikte yürümeleriyle bertaraf edilebilir.

NÜKLEER TEHLİKE 

Son günlerde ülkemizdeki nükleer silahlar gündeme girmeye başladı. ABD kaynaklı bir raporda 15 Temmuz darbe girişimi sonrası meydana gelen kaos ortamında İncirlik’teki 50 nükleer silahın ‘’terörist grupların’’ veya ‘’düşman unsurların’’ eline geçebileceğinden söz ediliyordu. Daha sonra yayımlanan bazı haberlerde de ABD'nin Türkiye'deki nükleer silahları Romanya'ya taşımaya başladığı iddia edildi.

Türkiye bir nükleer güç değil, ama ülkemizde çok sayıda ABD'ye ait nükleer silah bulunuyor. 1950'li yıllardan bu yana ülkemiz, ABD emperyalizmi tarafından bir patlayıcı deposuna dönüştürülmüş durumda.

Bu durum, ülkemizi çok büyük bir tehlike altına sokuyor. Türkiye'nin kendi kontrolü dışında kendi topraklarından ateşlenecek nükleer füzeler, doğal olarak nükleer karşılık görebilir. Bu da milyonlarca yurttaşımızın yaşamını tehlikede olması demek.

Ülkemizde NATO'ya ya da ABD'ye ait olan nükleer silahların envanteri derhal açıklanmalıdır. Türkiye ve tüm bölge nükleer silahlardan arındırılmalıdır.

BARIŞ GÜNDEMİ

Bugün dünya çapında savaşlar hüküm sürüyor. Ama daha önemlisi, büyük güçler arasında yükselen gerilimler, bir topyekûn savaş olasılığını giderek artırıyor.

Barış Derneği dünyada savaş rüzgarlarının odaklandığı bölgemizde, bir süredir Ortadoğu ve Suriye gündemini üst sıraya yazdı. Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin savaş kışkırtıcılığının başını çekmesi ve savaşa fiilen dahil olması, Barış Derneği’ne özel olarak sorumluluk yüklemiştir. Derneğimiz, Suriye'de işlenen savaş suçlarını kapsayan raporunu güncellemiş durumdadır ve bu suçların toplum vicdanında yargılanması için hazırlıklarını sürdürmektedir.

Barış Derneği Türkiye’de barış mücadelesini emekçi sınıf temelli, antiemperyalist içerikli, uluslararası bir mücadele olarak tanımlayan tek barış örgütüdür. Bu geleneğin öncülleri 1952’de Türk Barışseveler Cemiyeti’ni ve 1977’de Türkiye Barış Komiteleri Derneği’ni kuran, sırasıyla Behice Boran, Mahmut Dikerdem ve yoldaşlarıdır. Onları saygıyla ve inançla anıyoruz.

Geleneğimizde, savaşa karşı olmak mutlaka sınıfsal bir boyutu içermelidir. Buna paralel olarak barış mücadelesi işçi sınıfının sosyalizm mücadelesinin bir parçası olarak yapılandırılmalıdır.

Günümüzde savaşlar emperyalist siyasetin doğrudan çıktısıdır. Bu nedenle dünya çapında barış mücadelesi antiemperyalist bir karakter taşımalı, emperyalizmi kökten yok etmek anlamına gelen sosyalizm hedefi doğrultusunda örgütlenmelidir.

Barış Derneği, 1950’lerde ve ‘70’lerde olduğu gibi, aynı ilkelerle mücadele yürüten Dünya Barış Konseyi’nin saflarında yerini almaktadır.

Barış Derneği, bu yaklaşımı benimseyen herkesi barış mücadelesine davet etmektedir. Savaşlara son verebilmek için, savaş tamtamlarının 1 Eylüllerde barış sloganlarını gölgeleyememesi için...